“Peygamber göndermediğimiz kavmi sorumlu tutmayız.” ayeti

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

“Biz elçi / peygamber göndermeden kimseye azap edecek değiliz.” (İsra, 17/15)

SORU:

İslamda deniyorki biz göndermediğimiz peygamberden sorumlu tutmayız yani bir insan müslümanlığı hiç duymayan bilmeyen birisi öyle ölürse cennete giricek.Bunda tamamım ama şimdi düşünün.Farz sayalımki hristiyan dini bir ailede doğduk.Bize dini anlatıyolar müslüman dininin yanlış olduğunu hak dinin hristiyanlık olduğunu söylüyolar.Simdi hu adam muslumanlıgı az da olsa öğrense kabul etmicek cunku ailesi habire hristiyanlığın dogru oldugunu vurguladı birisi islami anlatmaya baslada bile kabule etmicek cünkü ailesi hristiyanlıgı en içten duygularla bu insana anlattı şimdi bu insan ne kadar iyi bir insan olursa olsun ailesi kafasını hristiyanlıkla doldurdu diye bu cocuk cehenneme gitmesi haksızlık değil mi?

CEVAP:

İsrâ Suresi – 15 . Ayet Tefsiri

Peygamber Gönderilmedikçe Azap Edilmez

«Ve biz peygamber göndermedikçe azap ediciler de değiliz.,»

Kur’ân’ın bu açık anlatımından, her ümmete, her millete peygamber gönderildiği ve peygamber gönderilmedikçe de azap edilmiyeçeği anlaşılı­yor.

Demek oluyor ki, son nebi Hz. Muhammed (A.S.) Efendimiz’den önae yeryüzünde yaşamakta olan her kavim ve millete gerektiğinde peygamber­ler gönderilmiştir. Peygamberimiz {A.S.) bütün insanlara gönderilen son peygamber olduğu için artık her kavim ve kabileye, her millet ve yöreye peygamber göndermeye lüzum kalmamıştır.

Bundaki hikmeti şöyle belirtebiliriz :

a) İnsan zıtlann sürtüştüğü bir âlemde bulunuyor.

b) İnsan hem hayvanı, hem de melekî sıfatların çoğunu kendinde toplayan çok değişik bir canlıdır.

c) İlimden kendisine pek az şey verilmiştir.

d) İnsan kendine tamamıyla kumanda edememektedir. İç organları ve kumanda merkezi sayılan beyni onun irâdesi dışında bağımsız çalış­maktadır,

e) Kendi ruhunun mahiyet ve kudretini tam olarak bilmemektedir.

f) Akıl ve idrâki henüz fizik âlemini tamamen çözememiş ve bir çok esrar ve hikmeti anlayamamıştır.

g) İlim ve teknikteki başarısı, kâinatın büyüklüğüne, ilâhî plân ve programın ihtişamına, mevcut nîmetlerin çokluğuna oranla pek az sayılır.

h) Henüz fizik âlemini ve taşıdığı denge ve düzeni yeterince bilmeyen insan, fizikötesini, Allah isminin delâlet ettiği yüce kudreti nasıl bilebilir?

İlim daha çok deney ve gözleme dayanır. Bu ikisinin dışında kalan varlık âleminin çok önemii bir kısmı henüz kapalı bir kutu gibi duruyor, içinde nelerin bulunduğunu bilmiyoruz.

i) Cismanî, yani üç boyutlu varlık olmayıp tamamen nurdan yaratılan melekleri anlamak; ateşten yaratılan cin ve şeytanları ve yaptıkları İşleri tesbit etmek mümkün müdür?

Görüldüğü gibi, insanoğlu kendisine nisbetle çok karmaşık, kapalı esrarlı ve hikmetli bir âlemde bulunuyor. O bakımdan biz beşer ilminin dı­şında kalan hakikatleri ancak peygamberler ve kutsal kitaplar vasıtalarıy­la öğrenebiliriz.

O halde akıl ve idrâk, varlık alemindeki plânlı düzene ve taşıdığı este­tiğe bakınca, mutlak surette bir yaratanın varlığını kalın çizgileriyle olsun anlayabilir. Ancak o varlığın sıfatlarını, sünnetlerini, insan için hazırladığı ikinci hayatı ve onun özelliklerini düşünemez, düşünse bile pek anlaya­maz; gerçek anlamda nasıl ibâdet edeceğini bilemez. Onun için ilâhî vah-ya mazhar olan peygamberin tebliğ ve irşadına ihtiyaç, duyar.

İşte peygamberlerin gönderilmesinin sebeplerinden bir kısmı bunlar­dır ve onun için Cenâb-ı Hak, bir kavme veya millete peygamber gönder­medikçe azap etmiyeceğini açıklamaktadır. Sonra da insanın bu âlemde başıboş, gayesiz, amaçsız yaratılıp bırakıldığını sanmanın çok hatalı ola­cağına işarette bulunmakta; hayatın, ölümün, kabrin ve bağlı bulunduğu­muz değişmez kanunların mutlak anlamda birtakım amaç ve hikmetleri bulunduğunu hatırlatmaktadır.

İlim adamları bu âyete dayanarak diyorlar ki: «İlâhî hükümler ancak, gönderilen peygamber ve kitapla sübut bulur. Bunların başka türlü bilin­mesi mümkün olmaz.»

Peygamber gönderildiğinden bütünüyle habersiz bulunan bir topluluk, bir kavim ya da millet veya kişi ve aile, sadece kâinatın bir yaratanı vardır gerçeğini düşünüp kabul etmekle yükümlü sayılırlar. Bu, kalın çizgileriyle de olsa idrâk edildiği takdirde, insanı ebedî azaptan kurtarır ve ilâhî lütfa mazhar kılma düzeyine getirir. Çünkü insan aklı ve zekâsı, kâinattaki mü­kemmel düzen ve dengeyi anlayacak güçtedir. Bunun için medenî bir mil­let veya kavim olmak şart değildir. Zira varlıktaki ahenk ve düzeni anla­mak, medenî insanlar için olduğu gibi, ibtidaî insanlar için de mümkündür.

BENZER KONULAR:

Answer ( 1 )

    1
    2022-05-24T11:12:03+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Rabbimiz (cc) İsra Suresi 15. ayette mealen şöyle buyuruyor;

    “Biz elçi / peygamber göndermeden kimseye azap edecek değiliz.”

    Yüce Allah’ın hem adaletine hem de lutufkârlığına şehâdet eden en açık örneklerden biri olan ve bir bakıma 13. âyeti açıklayan bu âyette çok kısa ama aynı zamanda açık olarak Allah’ın birbiriyle bağlantılı üç temel yasası yer almaktadır. 1. Herkesin yaptığı kendisinindir; doğruyu seçen kendi iyiliğine seçmiş, doğru yoldan sapan da kendi aleyhine sapmış olur. 2. Hiçbir mâsum kişi başkasının günahını, sorumluluğunu üzerine almaz, Allah buna izin vermez, ilâhî yasada ilke olarak sorumluluk şahsîdir. Buna göre toplu işlenen suçlarda herkesin sorumluluğu ve cezası kendisinin katkısı oranındadır. Şu halde hiç kimse kendi günahının, suçunun cezasını başkasının çekmesini ummamalıdır. Ayrıca haram olan bir şeyi başkası yapıyor diye kendisi de yapmamalıdır; çünkü herkesin günahı kendisinedir (Râzî, XX, 171). 3. Allah insanları iyiyi kötüden ayırmalarına yarayacak yeteneklerle donatmıştır; ancak yine de –merhametinin sonucu olarak– bir peygamber göndermedikçe azap etmeyecektir.

    En iyi cevap

Cevapla