Paylaş
Peygamberimizin Hristiyanlarla ve diğer din mensupları ile ilişkileri
Question
Hıristiyanlarla ve Diğer Dinlerin Mensupları ile İlişkiler
Hz Peygamberin farklı din mensuplarına yaklaşımı
Peygamberimizin farklı inanç mensuplarıyla bir arada yaşama tecrübesinin temel ilkeleri nelerdir? Örnekler
Mekke döneminde müslümanların hıristiyanlarla yoğun teması Habeşistan’a göç dolayısıyla gerçekleşmiştir. Ayrıca bu dönemde, az sayıda da olsa tek tek İslâm’a giren hıristiyanlar olmuştur. Meselâ Ternimü’d-Dârî bunlardan biridir. Bu zat Medine döneminde Mescid-İ Nebİ’yi kandillerle aydınlatma usulünü ilk başlatarak Hz. Peygamberin hayır duasını almıştır. Medine içinde hıristiyan unsuruna rastlanmamaktadır. Sadece Medine’nin yerlisi olan Araplar’dan Ebû Âmir-i Rahip adlı bir papazı anmak gerekir ki, bu papaz İslâm’a karşı çok şiddetli düşmanlık beslemiş ve çevirdiği entrikalar yüzünden Hz. Peygamber ona “fâsık” demiştir. Bedir savaşında müslümanların galibiyetini hazmedemeyen bu kişi çevresindeki bir gurupla Mekke’ye gitmiş, Uhud savaşında Mekkeliler safında yer alarak, hemşehrileri olan Evs ve Hazrecliler’e Hz. Peygamber’i bırakmaları için çağrıda bulunmuş, ama bunu yaptığına pişman olmuştu. Çünkü bir tek müslüman bile Peygamberimizin yanından ayrılmamıştı.
Medine devrinde hıristiyanlarla ve diğer din mensupları ile temas, ya onların temsilcilerinin Medine’ye gelmesi ya da Hz. Peygamber’in çeşitli seferlerde onların yurtlarına ulaşması veya yöneticilerine mektuplar göndermesi tarzında olmuştur.
Hz. Peygamber Hudeybiye anlaşmasından dönünce barış ortamından yararlanarak 6 zilhicce sonları- 7 muharrem ayı başlarında komşu ülke hükümdarlarına ve yarımadadaki ileri gelen kabile reislerine mektuplargönderdi.
Bunlardan Bizans İmparatoruna Dihye b. Halifetü’l-Kelbî, İran Kisrasına Abdullah b. Huzâfe, Mısır Azizine Hatıb b. Ebî Beltea, Habeş Necaşisine Amr b. Ümeyye gönderildi. Hz. Peygamber mektuplarına Yüce Allah’ın adıyla başlıyor, O’na hamdü sena ediyor, şayet müslüman olurlarsa kurtuluşa ereceklerini, reddederlerse kendi ülkelerinde bütün insanların vebalini de omuzlarında taşıyacaklarını hatırlatıyordu.
Bizans İmparatoru Heraklius’a giden elçi Hz. Peygamber’İn mektubunu ona Kudüs’te ulaştırdı (7. hicri yıl sonları/m.629 yılı başlan). İmparatorun İsteği üzerine Mekkei tacirlerden Hz. Peygamber’i tanıyan birini aradılar, Ebû Süfyan’ı bulup getirdiler. Hükümdar Hz. Muhammed (s.a.) hakkında yeterli bilgi aldı ve mektubunu okuttu. Hz. Peygamber’İn şahsı hakkında olumlu kanaat sahibi olan hükümdarda bir inanç ışığı belirmekle birlikte, kilisenin kendi aleyhine dönerek mevkiinden olacağı endişesiyle İslâm’a giremedi. Bununla beraber İslâm elçisine çok iyi davrandı.
Hz. Peygamber’İn elçisine iyi davrananlardan biri de Mısır Azizi Mukavkıs’tır. O da müslüman olmadı ama Peygamberimize değer verdiğini göstermek üzere hediyeler gönderdi. Bunlardan biri Ester adlı bir katır, diğeri de Mâriye ve Sİrin adlı iki cariye idi. İkisi de Medine’ye ulaşmadan İslâm elçisi Hatıb’m etkisiyle müslüman olmuşlardı. Bunlardan Mâriye Hz. Peygamber’İn eşleri arasına girmiş ve oğlu İbrahim ondan dünyaya gelmiştir. Şirin ise Şair Hassan’a verilmiştir.
Kendisine İslâm’a çağrı mektubu yollanan hükümdarlar arasında Habeşistan Necaşisi’nin özel bir durumu vardır. Çünkü bu hükümdara, daha önce Habeşistan’a hicretleri dolayısıyla müslümanlardan İslâmiyet hakkında bilgi almış, hatta bazı kayıtlara göre Hz. Peygamber Mekke döneminde de kendisine bir mektup göndermiştir. Ayrıca Bedir savaşından sonra Mekkelİ müşriklerin Habeş hükümdarına e’çi yollayıp onu müslümanlar aleyhine kışkırtması girişimlerine karşı da Hz. Peygamber tarafından elçi gönderilip tedbir alınmıştır. Habeşistan Necaşisi Asharne’nin /Asham’ın müslüman olduğu rivayet edilmiştir. Yine bu yöndeki rivayetlere göre 9 <63i) yılında Ashame’nin öldüğü haberi gelince Hz. Peygamber ashabı ile musallaya çıkıp gıyabında onun cenaze namazını kılmıştır. Bu konuda Ebû Hüreyre’den gelen bir rivayet şöyledir: “Necaşi öldüğü gün {Rasûl-i Ekrem) onun ölümünü bildirdi, sonra ashabı ile (mescidden) musallaya çıkıp dört tekbir getirdi (Tecrîd-i Sarîh et-Tercümesi, iv, 303}. Belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber’İn gaip namazı kıldığı hususunda fikirbirliği bulunmakla beraber, bunun Necaşi için kılındığı noktasında bilginlerin görüş ayrılığı vardır.
Öte yandan Habeşistan’da yaşayan müslümanların etkisiyle ihtida eden Habe-şîler’in olduğu muhakkaktır. Bununla beraber bu konuda bir sayı vermek zordur.
Komşu devlet hükümdarlarından İran hükümdarı Hüsrev Pervİz İse, Hz. Peygamber’İn elçisine çok kötü davranmıştır. Yüce Allah’ın ve Hz. Muhammed (s.a.)’in adının kendi adından önce yazılmasına hiddetlenmiş ve mektubu yırtıp atmış, üstelik “Geleneklere göre elçi öldürmek yasak olmasaydı buradan sağ çıkamazdın” tarzında sert bir ifade ile İslâm elçisini azarla-mıştır. Bu durum Hz. Peygamber’e ulaştırıldığında “-Allah da onun hükümdarlığını parçalasın!” dediği rivayet olunur. Esasen bu sıralarda Hüsrev Perviz, Ninova’da Bizans karşısında aldığı yenilginin acısı İçinde idi. Bu olaydan kısa bir süre sonra da (27 Şubat 628’de) oğlu tarafından bir suikastle öldürülmüştür.
Necran hıristiyanları ile yapılan görüşmelerin Hz. Peygamber’İn hıristiyanlarla ilişkileri çerçevesinde özel bir önemi vardır. Bu görüşme Necran Hıristiyan heyetinin Medine’ye gelmesi ile gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber’İn önce onlara (8-9/630-631) bir mektup gönderdiği sanılmaktadır. Hz. Peygamber, bu mektubunda onları yaratıklara tapmaktan vazgeçip Allah’a kulluk ve ibadet etmeye çağırıyor ve ittifak anlaşmasına davet ediyor, aksi halde cizye ödemeleri gerektiğini, bunu da yerine getirmez-lerse kendilerine savaş açacağını bildiriyordu.
Bunun üzerine Necran hıristiyanları Midras (okul-mahkeme) başkanının yönetiminde altmış kişilik bir heyet halinde Medine’ye geldiler. Hz. Peygamberle Necran papazları arasında uzun tartışmalar oldu. Âl-i İmrân sûresinin ilk seksen dokuz âyetinde tartışmalara işaretler vardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de belirtildiği üzere, Allah Tealâ, Hz. Peygamber’den, bu tartışmaların sonunda Ehl-i kitab’a seslenmesini istiyordu: “Geliniz, aramızda ortak bir esasta birleşelim, yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da birbirimizi Rab tanımayalım (Âl-i imrân 3/64).
Papazların hakikati kabulden kaçınmaları üzerine, “mübâhele” âyetinde (Âl-i imrân 3/61) açıkladığı gibi “Allah’ın lanetinin yalancılar üzerine olmasını dileme” ye (karşılıklı lâ-netleşmeye) davet edildiler.
Kur’ân-ı Kerîm’in açıkça meydan okuması üzerine Necran heyeti, kendi aralarında uzun bir müzakereden sonra tartışmadan geri çekilmeye ve İslâm devletinin hakimiyetini kabul edip cizye ödemeye razı oldular ve bir anlaşma imzalayarak ülkelerine döndüler. Bu anlaşmada yıllık olarak İslâm devletine Ödeyecekleri vergiler belirtiliyor, İslâm elçilerine iyi davranılması gerektiği hatırlatılıyor, malları, canlan ve dinî hayatlarının tamamen İslâm devletinin güvencesi altında olacağı belirtiliyor, İktisadî hayatta riba (faiz) yasaklanıyor, ribaya girildiği takdirde Hz. Peygamberin koyduğu güvencenin ortadan kalkacağı İfade ediliyordu.
10 (632) yılı başlarında Hz. Peygamber Halid b. Velid’İ Necran bölgesinde Belharisler’den müşrik olanlara gönderdi. Onlardan İslâm’ı kabul edenler oldu. Bölgede İslâm’ı yayma faaliyetlerine hız verildi, vali ve mürşidler gönderildi.
Güney bölgelerinde (Yemen-Hadramut) İslâm’ı yayma çalışmalarında birçok bilgin sahabilerle birlikte Hz. Ali ve Muaz b. Ce-bel’in emek ve hizmetleri önemlidir. Bu faaliyetler sonunda g (631) yılı ortalarına doğru Ruhalar ve Himyeriler’den birçok kabile ve aile reislerinin İslâm’a girdikleri ve bu yolda elçi teatisinde bulundukları görüldü.
İslâm devleti Medine döneminde yarımadanın güneyinde (Yemen-Hadramut-Uman), kuzeyinde (Dicle-Fırat arası Hire, Enbar ve civarı) ve doğu sahillerinde (Bah-reyn-el-Hasa) bulunan Temîmler, Abdülkayslar ve Hacer halkıyla ilişkiler kurmuş, Hz. Peygamber buraların halklarını İslâm’a davet eden mektuplarla elçiler yollamıştır. Özellikle Bahreyn (el-Hasa) bölgesinde Alâ b. el-Hadramî’nin h. 8-9 (629-630) ve devamı olan yıllarda Hz. Pey-gamber’in talimatı doğrultusunda önemli çalışmaları vardır; burada hızlı denilebilecek bir İslâmlaşma göze çarpmaktadır.
Basra’nın kuzey batısında Bekr b. Vailler, bunların akrabası olan BenîTağlîbler, Necd bölgesinin büyük kabilelerinden Benî Hanî-feler, doğu Arabistan sahillerinin en güneyinde Uman ve yarımadanın en kuzeyindeki Semave halkı zaman zaman İran’ın sömürgeci yönetiminin etkisi altında bulunuyordu.
Hiç kuşkusuz Hz. Peygamber bu bölge insanlarıyla da ilişki kurmuş, mektup ve elçiler yollamak suretiyle özellikle mahalli reisleri etkilemeye çalışmış, onlara iltifat etmiş, payeler ve şerefler vermiştir. Bu tür politikanın çok olumlu sonuçları görülmüş ve Hz. Peygamber’in vefatına doğru yarımadanın en ücra köşelerine bile İslâm’ın sesi ulaştırılmıştır.
Hz. Peygamber’in hayatında hıristiyanlarla ilişkiler çerçevesinde savaş durumu ile ilgili iki olayın ayrı bir önemi vardır. Bunlardan Mute savaşı, Hz. Peygamber’in Haris b. Umeyr adlı elçisinin Gassanî hıristiyan Araplarının reisi Şurahbil b. Amr tarafından öldürülmesi üzerine çıkmıştır (8 Cemaziyulevvel/629 Ağustos-Eylül) . Diğer olay ise, Bizans İmparatorluğumun Arap hıristiyanları da yanına alarak büyük bir ordu İle Medine’ye kuzeyden saldıracağı haberi üzerine Hz. Peygamber’in g Recep/630 Ekim-Kasım’da tertip ettiği Tebük seferidir.
Medine’de başkanlık hesaplan yapmakta olan Abdullah b. Übey b. Selûl (kısa okunuşu ile İbn Übey), hicret ve Hz. Peygamber’e Medineliler’in kucak açması ile birlikte hayal kırıklığına uğramıştı. Artık o, dıştan inanmış gibi görünüp içinden İslâmiyet’e ve müslümanlara düşmanlık besleyen münafıkların reisi durumundaydı. Mekke’de Ebû Cehil’in yeri ne ise Medine döneminde de ‘bn Übey’in yeri o idi, hatta bu, daha tehlikeliydi. Çünkü dıştan müslüman gibi görü-nüyor, içinden ise inkâr ettiğinden her ‘irşatta müslümanların kuyusunu kazmaya Çalışıyordu. İftiralarını Hz. Ayşe’nin namusuna dil uzatmaya kadar vardırmış, yahudilerle işbirliği yapmış, dışarıdan saldırı girişiminde bulunan müşrik ve hıristiyan Arap kabileleriyle Rumları müslümanların aleyhine tahrik etmiş, İslâm düşmanlarını her zaman cesaretlendirmeye çalışmıştır. Ayrıca içte Evs-Hazrec arasındaki eski kavgaları hatırlatmak İçin çok uğraşmış, bazan kan yakınlığı noktasından yaklaşarak her iki zümreyi muhacirler aleyhine tahrik etmek istemiştir. Bütün bunların yanısıra, İbn Übey’in adamları her savaş Öncesinde müslümanların cesaretini kırmak istemişler, katıldıkları savaşlarda da muhakkak çeşitli bahanelerle bozgunculuk çıkartmışlardır. Kısaca, Medine döneminde içeride İslâm aleyhine meydana gelen her gelişmede bu kişinin elinin bulunduğu söylenebilir.
MünafıklarTebükseferi öncesinde papaz Ebû Âmir-i Rahib’in teşvikiyle bir mescid yaptırmışlardı. Yaşlıların Mescid-i Nebî veya Mescid-i Küba’ya gidemedikleri bahanesiyle inşa edilen bu mescidin yapılmasında asıl amaç şudur: Medine dışına kaçmış olan ve Hz. Peygamber tarafından fâsık diye nitelendirilen Ebû Âmir-i Rahib orada münafıklarla gizlice buluşarak, müslümanların aleyhine planlar yapacak, dışarıdan da hıristiyanların desteğini sağlayarak müslümanlara ansızın hücum edecekti. Nitekim münafıkların, mescidini “zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak” üzere yaptıklarını, fakat “bizim maksadımız iyiliktir” diye yemin ettiklerini, aslında bunların yalancı olduklarını Allah Tealâ bildirdi (et-Tevbe 9/107}.
Hz. Peygamber Tebük seferine gidilirken açılış İçin başvuranlara sefer dönüşünde mümkün olabileceğini bildirmişse de buranın görünüşte mescid ama gerçekte bir fesat ocağı olduğu âyetle bildirilince ashabtan iki kişiyi göndererek bu münafık topluluğun mescidini yıktırdı.
Genellikle savaşlardan kaçan ve bu hususta mazeret uydurma siyaseti güden münafıklar Tebük seferinde de aynı tutumu izlediler, hatta müslümanların katılımını azaltmak için olumsuz propaganda yaptılar. Ancak, olup bitenlerden haberdar olabilmek için az sayıda münafık bu sefere katıldı ve bunlar her fırsatta bozgunculuk yaptılar.
Hz. Peygamber, Tebük seferi dönüşünde Mescid’de şükür namazını kıldıktan sonra mazeretleri sebebiyle sefere katılamayan müslümanların tebriklerini kabul etti. Münafıkları da siyaset gereği dinledi; aslında onların sahte mazeret uydurduklarını ve yalan söylediklerini biliyordu (Tevbe 9/94-97).
Hz. Peygamberin idam edilmeyi çoktan haketmiş olan bazı münafıkları ve özellikle İbn Übey’i cezalandırmaması, böyle bir ceza vermekten aciz oluşundan ötürü değil, onun İslâm’ın tebliğinde izlediği ince siyasetin bir gereğiydi. Çünkü Araplarda asabiyet anlayışı çok kuvvetliydi. İnsanlar hâlâ soy-sop güderek bazı değerlendirmelere gidebilirlerdi. Şekilde müslüman göründükleri için bunlara verilecek ceza dışarıya yanlış yansıtılabilirdi. Üstelik, dıştaki müşrik, yahudi ve hıristiyanlardan oluşan düşman tehditleri içte ihtilafsız bir toplumun varlığını zaruri kılıyordu.
İbn Übey’in oğlu Abdullah ise babasının tam aksine olgun bir müslümandı. Hatta, verilecek bir cezanın infazı tarzında bile olsa babasının başkası tarafından Öldürülmesi halinde o müslüman kardeşine karşı içinde bir kin duygusu kalabilir endişesiyle Hz. Peygamber’e başvurmuş, bir ceza vermek gerekiyorsa onu kendi eliyle yapmasının uygun olacağını söyleyebilmişti.
İbn Übey 9 Şevval (631 Ocak) ayında öldü. Oğlu Abdullah, durumu Hz. Peygamber’e ilettiğinde kefen olarak gömleğini verdi. Cenazesi hazır olduğunda da gidip namazını kıldırdı. Hz. Ömer İtiraz etmek İstediyse de durum değişmedi. Hz. Peygamber Tevbe sûresinin 80. âyetinde belirtilen seçim hakkını kullanıyordu. Ancak, bu uygulamadan hemen sonra, münafıklığı açıkça bilinen kişilerin namazının kılınması bir âyet ile yasaklandı (et-Tevbe 9/84).
Bazı yazarlarca Hz. Peygamber’in, gömleğini vermesinin vaktiyle İbn Übey’in Be-dir’de esir düşen Hz. Abbas’a temiz elbisesini vermesinin karşılığı olduğu, namazını kılmakla da geride kalan münafıkları şaşırtarak onların İslâm’a dönmelerini sağlamak istemiş olabileceği ve nitekim bu sonuca ulaşılmış bulunduğu belirtilir (Tecrîd, IV, 345-346).
BENZER KONULAR:
Answers ( 3 )
Müslümanlar Mekke’de iken Hristiyanlarla münasebeti Habeşistan’a göç dolayısıyla gerçekleşmiştir. Hicretten sonra Medine’ye gelecek olur isek, burada Hristiyanlar ile münasebete rastlanmamaktadır. Sadece Medine’nin yerlisi olan Ebu Amir adında bir rahipten söz etmek gerekir ki, bu kişi İslâm’a karşı çok şiddetli düşmanlık beslemiştir ve bu yüzden Rasulullah (sav) ona “fâsık” demiştir. Medine döneminde Hristiyanlarla temas çoğunlukla onların temsilcilerinin Medine’ye gelmesi ile olmuştur. Rasulullah (sav) Hudeybiye Anlaşması’ndan sonra komşu ülke hükümdarlarına ve çevredeki ileri gelenlere mektuplar gönderiyordu. Rasulullah (sav) mektuplarına Allah’ın adı ile başlıyor ve Allah’a hamd ve sena ediyordu. Bu hükümdarlar ve çevre kabilelerin reisleri Müslüman olurlar ise kurtuluşa ereceklerini söylüyor, Müslüman olmazlar ise diğer insanların vebalini üstleneceklerini belirtiyordu. Rivayet olunur ki Bizans imparatoru Heraklius mektuptan etkilenmiş fakat çevrenin baskısından korktuğu için İslam’a girememiştir. Rasulullah (sav)’e iyi davrananlar arasında Mısır azizi Mukavkıs vardı. Bu kişi de Müslüman olmamış fakat Rasulullah (sav)’e iki cariye ve bir de katır hediye göndermiştir. Cariyelerden biri olan Mariye Rasulullah (sav)’in eşleri arasına girmiş ve oğlu İbrahim de bu cariyeden dünyaya gelmiştir. Kendisine çağrıda bulunuldu mektup gönderilen hükümdarlardan biri de Habeş kralı Necaşi’dir. Bu hğkğmdar özel bir yere sahiptir. Çünkü ilk hicret Habeşistan’a gerçkelşmiş Necaşi hicret edenleri müşriklere teslim etmemiştir. Habeşistan kralı Necaşi’nin Müslüman olduğu rivayet edilmiştir. Hatta başka bir rivayette Rasulullah (sav)’in Necaşi öldüğü vakit onun gıyabi cenaze namazını kıldırdığı bilgisi vardır. Fakat bu Necaşi Habeş kralı Necaşi olup olmadığı konusunda ihtilaf vardır. İran hükümdarı Hüsrev Perviz gönderilen elçiye çok kötü davranmıştır. Mektubun başındaki Allah (cc) Rasulullah (sav)’in isimlerinin kendi isminden önce yazılmasına çok sinirlenmiştir. Ve elçinin getirmiş olduğu mektubu parçalamıştır. Kralların ve sözü geçen kişilerin dini reddetmelerinden sonra Kur’an’da ayet inmiştir. Ve ayette Allah’ın lanetinin yalancılar üzerine olmasını dileme” ye (karşılıklı lâ-netleşmeye) davet edildiler. (Ali İmran/61) Bunun üzerine Necran heyeti uzun süre kendi arasında tartışarak cizye ödemeyi kabul etmiştir. Hristiyanlarla ilişkiler konusunda Rasulullah (sav)’in hayatında savaşla ilgili olarak iki tane olay ayrı bir önem kazanmaktadır. Mute savaşı, Rasulullah (sav)’in elçisi Haris b. Umeyr’in Gassani devleti reisi tarafından öldürülmesidir. Diğer olay, Bizans’ın Medine’ye kuzeyden saldıracağı haberi üzerine Rasulullah (sav)’in tertip ettiği Tebük seferidir. Medine’de adeta başkanlık hesapları yapmakta olan Abdullah b. Übey b. Selûl Medineliler’in Rasulullah (sav)’e kucak açması ile birlikte hayal kırıklığına uğramıştı. Artık o, sadece münafıkların reisi durumundaydı. İftiralarında o kadar ileri gitmiştir ki Hz. Ayşe’nin namusuna dil uzatmaya kadar vardırmıştı.
Peygamber efendimizin hristiyanlarla ilişkilerini madde madde yazmak istiyorum
Madde madde olarak nasıl yazabilirim acaba??
Hz. Muhammed’in Hristiyanlar ve Diğer Din Mensuplarıyla İlişkileri
Hz. Muhammed (s.a.v.), Hristiyanlar ve diğer din mensuplarıyla ilişkilerinde her zaman adil ve merhametli davranmıştır. Onları İslam’a zorlamadan, tebliğ ve ikna yoluyla davet etmiştir.
Hristiyanlarla İlişkileri:
Diğer Din Mensuplarıyla İlişkileri:
Genel Değerlendirme:
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Hristiyanlar ve diğer din mensuplarıyla ilişkileri, İslam’ın hoşgörü ve barış dininin en güzel örneklerinden biridir. Bu ilişkilerde merhamet, adalet, hoşgörü ve barış ön planda olmuştur.
Önemli Noktalar:
Sonuç:
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Hristiyanlar ve diğer din mensuplarıyla ilişkileri, günümüzde de geçerliliğini koruyan önemli bir örnektir. Bu ilişkiler bize, farklı dinlere ve inançlara saygı göstermenin ve barış içinde yaşamanın önemini göstermektedir.