Paylaş
Peygamberimizin müşriklerle ilişkileri
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
Mekke Dışındaki Müşriklerle İlişkiler
Asr-ı Saadet’te müşrikler ve müşriklerle ilişkiler
Hz. Peygamber henüz Mekke’de iken bile, yarımadanın çeşitli bölgelerinden oraya gelen müşrik arap kabileleri mensuplarıyla görüşüyordu. Fakat o sıralarda bu çabalardan olumlu bir sonuç alınamadı.
Bu dönemde Hz. Peygamber’in Mekke dışına çıkarak yaptığı İslâm’a davet faaliyeti olan Tâif seferinden de somut bir sonuç elde edilemedi; buradaki Sakif kabilesi daveti kabul şöyle dursun Hz. Peygamber’i Tâifi derhal terketmeye mecbur bıraktı. Ancak bu çalışmalar kısa bir süre sonra Yesribliler’in (Me-dineliler’in) İslâm’a kucak açmaları ve Müslümanların siyasî anlamda örgütlenebilmeleri sonucuna zemin hazırlamış oldu.
Müslümanların Mekke dışındaki müşrik-ler’e ilişkileri incelenirken gözönünde tutulması gereken önemli bir nokta, Kureyş müşriklerinin yarımadadaki Arap kabileleri üzerindeki etkileridir. Gerçekten, gerek Mekke döneminde gerekse Medine döneminde yarımadadaki -ister şehirli ister göçebe Araplar’ın, İslâm’a karşı olmalarında Kureyş müşriklerinin olumsuz propagandalarının önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Ebrehe ordusuna karşı korunmuş Kabe’nin komşuları, hac hizmetlerinin yürütücüleri olmaları Kureyş’e bir İtibar kazandırdığı için Mekke müşrikleri diğer kabileleri kolay etkileme şansına sahiptiler; üstelik onlarla putperestlikte birleşiyorlar-dı.
Bunlardan biri Mekke’nin güney ve kuzey bölgelerinde oturan Ehabiş kabileleriydi. Ehabiş, Habeşliler anlamına gelmekle beraber, bu kabilelerin Habeşliler’le bir ilgisi yoktur. Kureyş’in müttefiki olan bu kabileler Mekke’de Kureyş’in boykot kararına katılmışlar, Uhud ve Hendek Savaşları’nda da Kureyş’in yanında yerlerini almışlardı. Bazı kaynaklarda bunların Hudeybiye görüşmeleri öncesinde İslâm elçisinin Öldü-rülmemesi İçin çaba gösterdikleri, hatta Ehabiş reisi el-Huleys’in Rasûl-i Ekrem’i dinledikten sonra müslümanlarm sırf dinî bir ziyaret için geldiklerine kanaat getirip, Kureyş’i de bu doğrultuda düşünmeye teşvik ettiği belirtilir.
Fakat Ehabişler, Hudeybiye anlaşmasında, Kureyş’in yanında yer aldıkları gibi, müslümanlarm yanında yer alan Huzâalılar’a haksız saldırılara girişmişlerdir. Mekke fethi esnasında da bir direniş denemesinde bulunan Ehabişler, Mekke’nin fethinden sonra Kureyşliler’i takiben İslâm’a girmişlerdir.
Müslümanlara karşı amansız düşmanlık gösteren kabileler arasında özellikle Gatafanlılar’ı anmak gerekir. Fezare, Eşca, Muhârib, Sa’lebe ve Mürre gibi kollan olan bu kabile, Medine’nin kuzeyinde yerleşmiş olup müslümanlara düşmanlıkta Suleym ve Hevazin’le birlikte bir üçgen teşkil ediyorlardı. Benî Sülemliler orta Arabistan’da Medine’nin güneydoğusuna rastlayan bölgede bulunuyordu. Hevazin kabilesi ise Medine’nin güneyinde fakat Mekke’ye daha yakın idi. Bu kabileler (Suleymler, Gatafanlar ve Hevazin), İslâm öncesinde yağma ve anarşide işbirliği yaptıkları gibi, İslâm’ın tebliği döneminde de böyle davranmışlardır. Nitekim bunların çeşitli olaylarda ve Hendek savaşında Kureyş-Yahudi ittifakının yanında yer aldıkları görülür. Bunlardan Hevazİn’in, Mekke’nin fethine rağmen teslim olmayıp ancak Huneyn yenilgisinden sonra İslâm’a boyun eğmiş olmaları dikkat çekicidir.
Medine’nin güneyinden kuzeyine kadar uzanan Huzâa kuvvetli bir kabile idi. Bu kabilenin iki kolundan birini oluşturan Eşlemler, müslümanlara karşı nisbeten ılımlı, diğer kolu olan Mustalİkler ise düşmanca bir politika uygulamışlardır. 5 (627) yılında Hz. Peygamber onlarla savaşmak durumunda kalmış, bu arada meydana gelen olaylar onları İslâm’a yaklaştırmıştır. Bu arada Huzâalılar’ın Hudeybiye Barış Anlaşması’nda Hz. Peygamber’İn yanında yer almaları ilginç bir gelişme olmuştur. Hatta bu yüzden Kureyş ve müttefikleri olan Benî Bekir’in saldırısına uğrayan Huzâalılar’ın, durumu bir heyetle Hz. Pey-gamber’e iletmesi, Mekke fethi seferinin başlangıcını teşkil etmiştir.
Tâifin güneyindeki Curaş bölgesinde aynı adla anılan bir şehir bulunuyordu. Ezd ve Devs kabilelerinin bulunduğu bu bölgede, müstahkem kaleler ve tarıma elverişli alanlar vardı. Hz. Peygamber’den en çok hadis rivayet etmesi ile ünlü sahabi Ebû Hüreyre ve Ebû Musa el-Eş’arî Devs koluna mensuptu. 10 (632) yılında Ezdler’den onbeş kişilik bir heyet Medine’ye gelip müsiüman olmuşlar, Hz. Peygamber kendilerine döndükten sonra müşrik Curaş halkı ile savaşmalarını emretmişti.
Necd ve Orta Arabistan’da bulunan Tay’lar İslâm’la ancak g {631) yılında tanıştılar. Benî Esed de bunların komşusu idi. Kudâa kabilesi aslen güneyli olup Me’rib şeddinin yıkılmasından sonra kuzeye göçetmiş ve Medine’nin kuzeyine geçmişti. Bunlar genellikle müslümanlarla iyi geçin-mişlerdir. Dûmetülcendel* şehrini merkez edinmiş olan Kelbler, Kudâa’nın bir kolu olup g (631) yılında İslâm’a girdiler. Medine’nin kuzeyinde ve buraya hayli uzakta bulunan Cüzamlar İslâm’a aşırı düşmanlıkları ile tanınırlar. Mekke ticaret kervanlarının kolaylıkla seyrini sürdürebilmek için çaba göstermişler, Mûte savaşı’nda Bizans cephesindeki ordu arasında yer almışlardır.
Kısaca, Medine döneminde müslümanlar gerek Kureyş, gerekse diğer müşrik kabilelerden genellikle düşmanlık görmüşlerdir. Bedir Savaşı’nda Kureyş arasında Benî Zühre’den ve Benî Adiy’den hiçbir ferdin bulunmayışı gibi durumlar özel sebeplere dayanıyordu. Çünkü Hz. Peygamber’İn annesi Benî Zühre’ye mensuptu. Adiy kabilesi de Hz. Ömer’in mensup olduğu kabile idi.
Bununla birlikte, Medine’ye daha yakın bölgelerde, ticaret yolları civarında, Mek-ke-Medine arasına düşen orta noktalarda yerleşmiş bazı kabilelerle Kızıldeniz’e doğru uzanan sahil bölgelerindeki kabilelerin İslâm’a girmeseler de- erken bir devirde İslâm devleti ile saldırmazlık ve üçüncü düşmanlarla savaşırken tarafsızlık anlaşması imzaladıkları görülür. Bunlar arasında Bediryakınında Damrave Mudlic, bir liman şehri olan Yanbu yakınında Müzeyne ve biraz kuzeyde Cüheyne kabilen bulunuyordu. Hz. Peygamber, uluslararası nitelikteki ilk anlaşmayı hicretin 2. yılında (m. 623) Benî Damre ile imzalamıştır. Daha sonra aynı yıl Buvat’ta Cuheynîler’le anlaşma yapılmıştır. Cuheynîler’le yapılan anlaşmanın bir benzeri de Benî Mudlic ile yapılmıştır. Vaktiyle hicret yolculuğunda Hz. Peygamber’i yakalamak için çaba sarfettikten sonra geri dönen Süraka bu kabileden olup, müslümanlara büyük bir misafirperverlik göstermiştir. Gıfar ve diğer bazı kabilelerle de bu kabil anlaşmaların yapıldığı sanılmaktadır. Bu gelişmeler müslümanların oldukça yararına idi. Çünkü Medine’ye gelecek Kureyş ordusu o bölgelerden herhangi bir destek görmeyecekti.
Müzeyne kabilesinden iki yüz kişi 5 {627) yılında Medine’ye gelip müsiüman oldular. Kardeşi Buceyr’in İslâm’a girmesine hiddetlenerek Hz. Peygamber ve ailesini hicveden şiirler söyleyen daha sonra da tanınmayacağı bir kıyafetle Hz. Peygamber’İn huzuruna gelip müsiüman olan ve Rasûlullah’ın iltifatına erişen Kasîde-i Bürde şairi Kâ’b b. Züheyr de bu kabiledendir.
Kabul etmek gerekir ki, yarımadanın bütün bölgelerindeki İslâmî harekete karşı genel yumuşama 6 {628) yılında Kureyş’le ‘mzalanan Hudeybiye anlaşmasından sonra olmuştur. Bir tek kişinin bile kanı dökül-^eksizin gerçekleşen ve Kur’ân-ı Kerîm’de parlak bir fetih diye nitelendirilen[2][192] bu barış, gerçekten de gerek Kureyş’ten, gerekse diğer Arap kabilelerinden pek çok kişinin İslâm’a girmesine yolaçmıştır. Fakat yarımadanın İslâm’a daha bir istekle ve merakla yönelişi İçin birkaç yılın daha geçmesi gerekmiştir.
8 (630) yılında Mekke’nin Medine İslâm devletine katılmasından ve Huneyn savaşında Hevazinliler’in yenilgiye uğratflma-sından sonra çok sayıda kabile, siyasî temsil yetkisiyle donatılmış temsilcilerini h. 9 (631) yılında Medine’ye göndermiştir. Bunların arasında müsiüman olanlar az değildir.
Huneyn savaşının devamında gerçekleştirilen Tâif kuşatmasından sonra Hz. Peygamber, öteden beri kötü muamele gördüğü bu kabilenin hidayete erişmesi için dua etmiş ve nihayet Tâiflİler Medine’ye gelip İslâm’a girmişlerdir. Gerçi bunlar, müslümanlığa derece derece girmek istediklerini, bazı konularda taviz beklediklerini beürtmişlerse de İslâm bir bütün idi ve öylece kabullenilmesi gerekirdi. Sonuç olarak, Hz. Peygamber’İn duaları kabul edilmiş ve onlar da İslâm’a teslim olmuşlardır. Bu arada belirtilmelidir ki, Hz, Peygamber’İn Tâifteki Lat putunu kırmakla Ebû Süfyan ve Mugire b. Şu’be’yi görevlendirmesi, bu görevin onlar tarafından yerine getirilmiş olması ilginçtir.
BENZER KONULAR:
- Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in Kısaca Hayatı (Özet)
- Genel ağ, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatını ve ahlakını anlatan eserler vb. kaynaklardan, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) güzel ahlakı hakkında bir araştırma yapınız.
- Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğduğu çevrede toplumsal hayat nasıldı? Bilgi veriniz
- Gerçek bir hak aşığı: Hz. Rabia
- Rabia el adeviyye kısaca hayatı
- Tümünü görüntüle.
- –
Peygamberimizin Hayatını OKU
Answers ( 2 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Rasulullah (sav) Mekke’de iken olsun veya Medine’de iken olsun Arapların İslam’a karşı olmalarındaki en büyük neden Kureyş müşriklerin sürekli İslam aleyhine adeta propaganda yapması etkili olmuştur. Çünkü Araplar hac görevi için Kabe’ye geliyorlar ve hac görevleri ise hala Kureyşte bulunuyordu. Hal böyle iken onları etkilemekte zor olmuyordu. Ve yine bu kadar İslam aleyhine olumsuzluklar olur iken kabul etmek gerekir ise, Arap yarımadasının İslam’a yumuşamış olması Hudeybiye anlaşması ile olmuştur. Çünkü Rasulullah (sav) bir tek kişinin kanının dökülmemesi için emretmiştir. Hal böyle olur iken Arapların İslam’a yumuşaması gözlerden kaçmamıştır. Ne olursa olsun sonuç olarak Rasulullah (sav)’in duaları kabul edilmiş ve müşriklerin hemen hemen çoğunluğu İslâm’a teslim olmuşlardır. İlginç olan bir durum ve olayda şudur ki; Rasulullah (sav)’in Tâifteki Lat putunu kırmakla Ebû Süfyan ve Mugire b. Şu’be’yi görevlendirmesi, bu görevin onlar tarafından yerine getirilmiş olması ilginçtir.
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Hz. Muhammed’in Müşriklerle İlişkileri
Dönemler:
Mekke Dönemi:
Medine Dönemi:
Genel Değerlendirme:
Önemli Noktalar:
Sonuç:
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) müşriklerle ilişkileri, İslam’ın temel ilkelerine uygun bir şekilde yürütülmüştür. Bu ilişkilerde merhamet, adalet, hoşgörü ve barış ön planda olmuştur.