Paylaş
Peygamberimizin son sözü: Refîk-i a’la’ ne demek?
Question
Peygamber Efendimiz vefat ederken söylediği son sözler ne olmuştur?
Yüce Dosta
Refîk-i a’la’ “Yüce dosta” anlamında peygamber efendimiz vefat etmeden önce son cümlesi olmuştur.
Bu söz ile yüce Allah’a kavuşmayı dile getirmiştir.
Aşağıdaki konumuzda peygamber efendimizin son günleri hakkında bilgi vermeye çalışacağız.
Ayrılığın İlk Belirtileri
Davet süreci tamamlanıp İslâm, mevcut duruma egemen olduktan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hayata ve canlılara artık veda edeceğinin ilk belirtileri, Allah Rasûlü’nün duygularında açığa çık maya, söz ve fiillerinde belirginleşmeye başlamıştı.
Normalde on günden fazla itikâfa girmemesine rağmen hicretin 10. yılının Ramazan ayında yirmi gün boyunca itikâfa girdi. Cebrail ile Kur’ân’ı iki defa mukabele etti. Zaten Veda Haccı’nda da “Bilemiyorum, belki de bu seneden sonra sizinle bir daha burada asla buluşamayacağım” buyurmuştu. Yine Akabe cemresinin yanında şöyle hitap etmişti: “Hacla ilgili görevlerinizi benden alın (öğrenin). Belki de bu yıldan sonra haccedemeyeceğim.” Ayrıca teşrik günlerinin ortasında kendisine Nasr sûresi indirilmişti. Allah Rasûlü, bunun artık bir ayrılık anlamına geldiğini ve vefatının yakın olduğu haberinin kendisine iletildiğini anlamıştı.
Hicretin 11. yılı Safer ayının başlarında Nebî sallallahu aleyhi ve sel lem Uhud’a çıktı ve hem canlılarla hem de ölülerle vedalaşırcasına şehit lere (cenaze) namazı kıldı. Ardından dönüp minbere çıkarak şöyle dedi: “Ben hepinizden önce (Kevser havuzuna) varmış olacağım. Sizin hak yolundaki hizmetlerinizin şahidiyim. Vallahi şu an ben (cennetteki) ha vuzumu görmekteyim. Ayrıca bana yeryüzünün hazineleri -yahut yeryü zünün anahtarları- verildi. Vallahi benden sonra Allah’a şirk koşarsınız diye bir korkum yok. Ancak benim asıl korkum, sizin (dünyalık nimetler hususunda) birbirinizle yarışıp didişmenizdir. 99589
Yine bir gece yarısı Bakî kabristanına çıkmıştı. Kabristandakiler için istiğfarda bulunduktan sonra “Selam olsun sizlere ey kabristandakiler! İnsanların yaşadıkları hayat sürecinden (çıkıp geldiğiniz) yeni konu munuzda size huzur ve mutluluklar dilerim. Fitneler, karanlık gecelerin parçaları gibi gelmeye; bir sonraki bir öncekinden daha kötü bir şekilde peşpeșe sökün etmeye başladı” dedi ve onlara “Biz de size (inşaallah) yetişeceğiz” müjdesini verdi.
Hastalığın Başlangıcı
Hicri 11. sene Safer ayının 28. veya 29. günü Pazartesi günüydü. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Bakî’de bir cenaze merasimine ka tildıktan sonra (evine) geri dönerken yolda başı ağrımaya başladı. Derken ateşi yükseldi. Hatta ateşin şiddeti başını sardığı bezin üzerinden bile his sedilebiliyordu.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem hasta olmasına rağmen on bir gün boyunca insanlara namaz kıldırmaya devam etti. Hastalandığı günlerin toplam sayısı ise on üç veya on dört gündü.
Son Hafta
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hastalığı ağırlaşmıştı. Eşle rine “Ben yarın neredeyim? Ben yarın neredeyim (kimin yanında olaca ğım)?” diye sormaya başladı. Eşleri maksadını anlamışlardı. Bu sebeple de dilediği eşinin yanında kalabileceğine müsaade ettiler. O da Fadl b. el-Abbâs ile Ali b. Ebî Tâlib’in kolları arasında yürüyerek Hz. Âişe’nin evine taşındı. Başını bağlamıştı; ayaklarını sürüyerek zorlukla Hz. Âişe’nin odasına girdi. Hayatının son haftasını onun odasında geçirdi.
Hz. Aişe, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den öğrendiği duaları ve Felak ve Nâs sûrelerini (muavvizeteyn) okuduktan sonra ona doğru üflüyor; bereket urnuduyla (teberrüken) Allah Rasûlü’nün kendi elini, yine kendi bedenine sürüyordu.
Vefatından Beş Gün Önce
Vefatından beş gün önce, Çarşamba günü Allah Rasûlü’nün bedeninde hastalıktan kaynaklanan ateş iyice yükselince ağrıları arttı ve kendinden geçti. Bunun üzerine “Değişik kuyulardan getirdiğiniz yedi kap suyu üzerime boşaltın da insanların karşısına çıkıp onlara öğüt ve tavsiyelerde bulunayım” dedi. Onu bir leğenin içine oturttular ve üzerine su dökmeye başladılar. Nihayetinde “Yeterli, yeterli” diyerek su dökmelerini engelledi.
Bu sırada biraz hafiflediğini hissetti. Omuzlarına bir örtü alıp başına da bir bez sararak mescide girdi. Sonra minbere çıkıp oturdu. Bu, onun son oturuşu idi. Allah’a hamdü senâda bulunduktan sonra “Ey insanlar! Yaklaşın yanıma” dedi. İnsanlar da hemen yaklaştılar. Konuştukları arasında şunu da söyledi: “Allah, Yahudi ve Hıristiyanlara lanet etsin! Peygamberlerinin kabirlerini mescit edindiler.” Diğer bir rivayete göre ise “Allah, Yahudi ve Hıristiyanları kahretsin! Peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler” buyurdu. Yine “Benim kabrimi, tapınılan bir put edinmeyin” diyordu.
Ayrıca başkalarının kendi haklarını alabilmelerini sağlamak maksa dıyla şöyle buyurmuştu: “Kimin sırtını kırbaçlamışsam işte benim sırtım, gelsin o da benden hakkını alsın. Kimin de şahs-ı manevisine hakaret etmişsem, işte benim şahs-ı manevim; o da gelip hakkını alsın.”
Sonra minberden indi. Öğleyi kıldı. Ardından tekrar dönüp minbere oturdu ve husumet gibi konularla alakalı yarım kalan konuşmasını sürdür dü. Derken bir adam çıkıp “Benim sende üç dirhemim vardı” dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü “Ey Fadl! (Dirhemleri) ver ona” dedikten sonra Ensâr’la ilgili şu vasiyette bulundu:
“Ensâr’a iyi davranmanızı vasiyet ediyorum. Çünkü onlar benim güvendiğim cemaatim ve sırdaşlarımdır. Onlar, üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirdiler. Geriye, alacakları haklar kaldı. Bu sebeple onlardan iyilik edenlerin (iyiliklerini) kabul edin. Kötülerinin de kusurlarini affedin.”
Diğer bir rivayette de şöyle buyurmaktadır: “İnsanların sayısı artacak, Ensâr’ınki ise azalacak. Hatta yemekteki tuz gibi olacaklar. Onun için sizden kim herhangi bir insana zarar veya fayda verebileceği bir işi üstlenirse, Ensar’ın iyilik edenlerinin (iyiliklerini) kabul etsin, kötüleri nin de kusurlarını affetsin.
Ardından şöyle buyurdu: “Allah’ın, kendisine dilediği dünya nimetlerini vermesi ile kendi katındaki arasında tercih hakkı sunduğu kul, Allah katındakini tercih etmiştir.”
Ebû Said el-Hudrî der ki: “Bunun üzerine Ebû Bekir ağladı ve ‘Analarımız ve babalarımız sana feda olsun’ dedi. Biz onun bu sözüne şaşırdık. İnsanlar da “Şu adama bir bakın. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’ın, kendisine dilediği dünya nimetlerini vermesi ile kendi katındaki arasında tercih hakkı sunduğu bir kuldan bahsetmesine rağmen, bu adam çıkmış ‘Analarımız ve babalarımız sana feda olsun’ diyor’ dediler.” Oysa Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, işte o tercih hakkı sunulan kuldu. Ebû Bekir de bunu bizden daha iyi biliyordu.”
Daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Arkadaşlığı ve malı itibariyle benim üzerimde en fazla hakkı bulunan kimselerden biri de Ebû Bekir’dir. Eğer Rabbimin dışında bir halil edinecek olsaydım Ebû Bekir ‘i halil edinirdim. Fakat İslâm kardeşliği ve sevgisi (zaten yeterli veya üstündür). Ebû Bekir’in girdiği kapı dışında mescide açılan tüm kapıları kapatın. ”
Vefatından Dört Gün Önce
Allah Rasûlü, vefatından dört gün önce, Perşembe günü ağrıları artınca “Getirin size bir yazı yaz(dır)ayım; ondan sonra bir daha sapmazsınız” buyurdu. O sırada bulunduğu evde aralarında Hz. Ömer’in de yer aldığı bir grup insan vardı. Bunun üzerine Hz. Ömer “Gerçekten Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ağrıları arttı. Kur’ân elimizdedir, bize Allah’ın Ki tabı yeter” dedi. Peşinden evdekiler ihtilâfa düştüler ve münakaşa etmeye başladılar. Kimisi “Getirin! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem size bir yazı yazsın!” diyor; kimisi de Hz. Ömer’in söylediğini söylüyordu. Böylece Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda lakırdı ve anlaşmazlıklar arttı. Nihayetinde Allah Rasûlü “Kalkın yanımdan” buyurdu.
O gün Allah Rasûlü, şu üç vasiyette bulundu: Birincisi, Yahudi, Hıristiyan ve müşriklerin Arap Yarımadası’ndan çıkarılmasını vasiyet etti. İkincisi, gelen heyetlere kendisinin yaptığı gibi ikramda bulunulmasını ve ağırlanmalarını vasiyet etti. Üçüncüsünü ise hadisin ravisi hatırlayama maktadır. Bu son vasiyet de belki Kitap ve sünnete sıkıca sarılmayla ilgilidir yahut Üsâme komutasındaki ordunun gönderilmesi veya “Namaza ve ellerinizin altındaki kimselerin haklarına riayet edin (veya malların zekâtnı ödeyin)” şeklindeki vasiyeti olabilir.
Öte yandan Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, hastalığının şiddetine rağmen, o güne -yani vefatından dört gün önceki Perşembe gününe kadar bütün namazları insanlara kıldırıyordu. Hatta bizzat o gün akşam namazını da kıldırmış ve namazda Mürselât sûresini okumuştu.
Yatsı vaktinde ise hastalık iyice ağırlaştı. O kadar ki Allah Rasûlü artık mescide çıkamayacak hâle gelmişti. Hz. Âişe bu durumu şöyle anlatır:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem “İnsanlar namaz kıldı mı?” diye sordu. “Hayır, ey Allah’ın Rasûlü! Onlar seni bekliyorlar” dedik. “Benim için leğene bir su koyun” dedi. Biz de dediğini yaptık. Yıkandıktan sonra kalk maya davrandı, ancak kalkamadı ve baygınlık geçirdi. Daha sonra kendine gelince tekrar “İnsanlar namaz kıldı mı?” diye sordu. – Böylece birincide olduğu gibi ikinci ve üçüncü defa yıkandıktan sonra kalkmaya davranır ken baygınlık geçirince- namaz kıldırması için Ebû Bekir’e haber yolladı. O günlerde Hz. Ebû Bekir, Allah Rasûlü henüz hayatta olmasına rağmen insanlara toplam on yedi vakit namaz kıldırdı. 99 Bunlar da Perşembe günü yatsı namazından Pazartesi günü sabah namazına kadarki vakitlerdir.
Hz. Aişe, Hz. Ebû Bekir’in imamete geçmemesi için üç veya dört defa Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e müracaat etmişti. Çünkü insanların, bu durumu bir uğursuzluk olarak algılamalarından çekiniyordu. Ancak Al lah Rasûlü her defasında bu isteğe karşı çıktı ve sonunda şöyle buyurdu: “Siz, Yusuf’u (zor durumda bırakan) kadınlar (zümresindensiniz). Söyleyin Ebû Bekir insanlara namaz kıldırsın!”
Vefatından Üç Gün Önce
Câbir dedi ki: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in, vefatindan üç gün önce şöyle buyurduğunu işittim: “Sakın içinizden hiç kimse, Allah hak kında hüsnü zanda bulunmaksızın (O’nun rahmet ve affını ümit etmek sizin) ölmesin.
Vefatından Bir veya İki Gün Önce
Cumartesi veya Pazar günü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, rahatsız lığının biraz hafiflediğini hissetti. İki kişinin kolları arasında öğle namazına çıktı. O esnada Hz. Ebû Bekir namaz kıldırıyordu. Hz. Ebû Bekir onu görünce geri çekilmeye davrandı, ancak Allah Rasûlü ona geri çekilmeme sini işaret etti ve yanındakilere “Beni onun yanına oturtun” diye emretti. Onlar da onu Hz. Ebû Bekir’in soluna oturttular. Böylece Hz. Ebû Bekir, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in namazına uydu ve (sesini yüksel terek) tekbirleri insanlara duyurdu.
Vefatından Bir Gün Önce
Vefatından bir gün önce – Pazar günü- Nebî sallallahu aleyhi ve sellem kölelerini azad etti. Elindeki altı veya yedi dinarı da sadaka olarak dağıttı.605 Silahlarını da Müslümanlara bağışladı. Gece olunca Hz. Âişe (odasındaki) kandili bir kadına göndererek “Şu kandilimize yağ tulumunuzdan bir yağ damlatsanız” diye bir talepte bulundu. Allah Rasûlü’nün zırhı da otuz sa’ arpa karşılığında bir Yahudi’ye rehin olarak verilmişti.
Hayatının Son Günü
Enes b. Mâlik anlatıyor:
Pazartesi günü Müslümanların sabah namazında oldukları ve Hz. Ebû Bekir’in kendilerine namaz kıldırdığı bir sırada birden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hz. Aişe’nin odasının kapı perdesini açtı ve sahâbîlerine baktı. Sahâbilerinin namazda saf tutmuş olduklarını gördü ve bu duruma sevinerek tebessüm etti. Hz. Ebû Bekir ise Rasûlullah sallalla hu aleyhi ve sellem’in namaza gelme isteğiyle çıktığını zannetti ve (arkasındaki) ilk safa girmek için geriye doğru çekildi.
Müslümanlar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i görmekten dolayı o kadar çok mutlu oldular ki az kalsın namazlarını bozacaklardı. Ancak Allah Rasûlü onlara eliyle “Namazınızı tamamlayın!” diye işaret etti. Sonra tekrar Hz. Aişe’nin odasına girdi ve kapı perdesini indirdi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bunun dışında hiçbir namaz vaktine gelemedi.
Kuşluk vakti girince Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, kızı Fâtıma’yı yanına çağırdı ve ona gizli bir şey söyleyince Fâtuma ağladı. Sonra bir daha çağırıp yine gizli bir şey söyledi. Bu defa da Fâtıma güldü. Biz -daha sonra- bu ağlamanın ve gülmesinin sebebini sorduk. Fâtuma da “Nebi sallal lahu aleyhi ve sellem bana vefat sebebi olan bu hastalığı sonunda ruhunu teslim edeceğini söyledi. Bunun üzerine ağladım. Sonra bana ailesinden kendisine ilk ulaşanın ben olacağımı gizlice söyleyip haber verdi. Buna da (sevinip) güldüm” dedi.
Ayrıca Allah Rasûlü, Fâtuma’ya, yeryüzü kadınlarının efendisi olduğunu müjdelemişti.
Yine Fâtuma, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in çektiği büyük acıyı görünce “Vah babacığım! Ne izdıraplar çektin!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Fâtuma’ya hitaben: “(Kızım) bugünden sonra babanın hiçbir ızdırabı kalmayacak” buyurdu.
Öte yandan Allah Rasûlü, Hasan ve Hüseyin’i de çağırıp onları öptü ve hayır tavsiyesinde bulundu. Ayrıca eşlerini de çağırıp onlara öğütler verdi.
Bu arada ağrıları da artmaya ve şiddetlenmeye başlamıştı. Hatta Hayber’de yemiş olduğu etteki zehir nüksetmiş ve şöyle demişti: “Ey Âişe! Ben hâlâ Hayber’de yediğim o zehirli yemeğin acısını hissediyorum. İşte bu anlar, o zehirden dolayı kalp damarımın (neredeyse) koptuğunu hissettiğim anlardır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (çektiği zahmetten dolayı) yanındaki yumuşak bir örtü ile yüzünü örtmeye başladı. Hamîsa denilen bu örtü kendisine sıkıntı verdikçe, onu yüzünden kaldırıyordu. İşte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu vaziyette iken (söylediği en son söz ve in sanlara vasiyet ettiği en son vasiyet şuydu): “Allah’ın laneti Yahudiler’e ve Hristiyanlar’a olsun! Onlar peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler!” Bundan maksadı, ümmetini, onların yaptıklarından sakındırmak idi. Ayrıca “Arapların topraklarında iki din kalmasın” diyordu.
Öte yandan insanlara şu vasiyette bulundu: “Namaza ve ellerinizin altındaki kimselerin haklarına riayet edin (veya malların zekâtunı ödeyin).
Vefat Anı
Allah Rasûlü, ruhunu teslim etmeye başlayınca Hz. Aişe onu göğsüne yaslamıştı. Sonraları Hz. Aişe bu anı şöyle anlatır:
“Allah’ın bana ihsan ettiği nimetlerden birisi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in benim odamda, benim günümde, başını benim göğsüm ile gerdanımın arasına dayamış bir şekilde vefat etmesidir. Bir de Allah’ın, onun vefatı sırasında benim tükürüğüm ile onun tükürüğünü birleştirmesidir. (Şöyle ki: Kardeşim) Abdurrahmân, elinde bir misvak ile odama girdi. Ben de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i göğsüme dayamıştım. Onun misvaka dikkatle baktığını gördüm. Misvaki çok sevdiğini bildiğim için “Sana misvakı alayım mı?” diye sordum. Başıyla “Evet, al” diye işaret etti. Hemen misvakı alıp kendisine uzattım. Fakat biraz sert gelmişti. Ben de “Ey Allah’ın Rasûlü! Bunu senin için biraz yumuşatmamı ister misin?” diye sordum. Başı ile “Evet!” diye işaret etti. Ben de misvakı yumuşatıp verdim. Misvakı, dişlerinin üzerinde hareket ettirmeye başladı. -Bir riva yete göre Allah Rasûlü, o misvakla, olabilecek en güzel şekilde dişlerini misvakladı. Ayrıca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında, içe risinde su bulunan deriden bir kap vardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, arasıra ellerini bu kabın içine daldırıyor ve ıslak elleriyle yüzünü sıvazlayarak “Lâ ilâhe illallah! Ölümün şiddetli sarsıntıları varmış!” diyordu.
Allah Rasûlü, misvak kullandıktan hemen sonra elini veya parmağıni kaldırdı. Gözlerini tavana doğru dikti ve dudakları kıpırdadı. Hz. Âişe (onun ne dediğini duyabilmek için) eğilip kulak verdi. Şunları söylüyordu: “(Allah’ım!) kendilerine nimet verdiğin peygamberler, sıddîklar, şehitler ve salihlerle (beraber olmayı nasip eyle!).
Allah’ım! Beni affeyle ve bana merhamet et ve beni er-Refiku’l A’lâ’ya (En Yüce Dost’a) kavuştur.
Allah’ım! er-Refiku’l-A’lâ’yı (arzu ediyorum).
Allah Rasûlü bu son cümleyi üç defa tekrarladı. Sonra da eli gevşe di ve er-Refîku’l-A’lâ’ya kavuştu. Inna lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz).
Bu hâdise, hicretin 11. yılı Rebiulevvel ayının 12’sinde, Pazartesi gü nünün tam kuşluk vaktinde vuku bulmuştur. O sırada Allah Rasûlü’nün yaşı 63 yıl, 4 gün idi.
Sahâbenin Büyük Üzüntüsü
Acı haber tez yayıldı ve Medine ufuklarına ve şehrin dört bir yanına bir kara bulut gibi çöktü. Enes bu durumu şöyle anlatır: “Rasûlullah sal lallahu aleyhi ve sellem’in şehrimize girdiği günden daha güzel ve daha aydınlıklı bir gün görmüş değildim. Yine Allah Rasûlü’nün vefat ettiği günden daha kötü ve daha karanlık bir gün de görmedim.”
Allah Rasûlü vefat ettiğinde Fâtıma “Ya ebetâh! Ecâbe Rabben deah! Yâ ebetâh! Cennetu’l-Firdevsi me’vâh! Yâ ebetâh! İlâ Cibrîle nen’âh: Ey Rabbin davetine icabet eden babacığım! Ey makamı Firdevs cenneti olan babacığım! Ey Cibril’e vefat haberini verdiğimiz babacığım!” diyerek üzülmüş ve ağlamıştı.
Hz. Ömer’in Tutumu
(Bu hâdise karşısında) Hz. Ömer şöyle demeye koyuldu: “Birtakım münafıklar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in öldüğünü iddia edi yorlar. Oysa Allah Rasûlü ölmemiş, aksine İmrân oğlu Musa’nın Rabbine gitmesi gibi sadece Rabbine gitmiştir. (Bilindiği gibi) Musa, kavminden kırk gece uzak kalmış, daha sonra hakkında “öldü” denildikten sonra onla ra dönmüştü. Vallahi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de dönecek ve kendisinin öldüğünü iddia eden adamların ellerini ve ayaklarını kese cektir.
Hz. Ebû Bekir’in Tutumu
Hz. Ebû Bekir ise Sünh mevkiindeki evinden atına binerek geldi ve inip Mescid’e girdi. İnsanlarla hiç konuşmadan (kızı) Hz. Âişe’nin odasına girdi ve doğruca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e yöneldi. Yemen işi çizgili bir örtü ile örtülen yüzünü açtı, üzerine kapandı. Sonra onu öptü ve ağlamaya başladı. Ardından “Anam-babam sana feda olsun. Allah sana ölümü iki kere yazmış değil; sana takdir edilmiş olan (tek) ölüm anını, artık şimdi yaşamış bulunuyorsun” dedi.
Daha sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Âişe’nin odasından çıktı. O sırada Hz. Ömer insanlara hitaben bir şeyler söylüyordu. Hz. Ebû Bekir ona “Otur” dedi. Ancak Hz. Ömer, (hâdisenin etkisinden kurtulamadığı için) oturmayı reddetti. Hz. Ebû Bekir tekrar “Otur” dedi. Fakat Hz. Ömer yine oturma dı. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir kelime-i şehadet getirince insanlar Hz. Ömer’i bırakıp Hz. Ebû Bekir’e doğru yöneldiler. O da Allah’a hamdü sena ettikten sonra şunları söyledi:
“Şimdi sizden kim Muhammed’e ibadet ediyor idiyse, bilsin ki Mu hammed ölmüştür. Kim de Allah’a ibâdet ediyor idiyse, bilsin ki, Allah diridir, ölümsüzdür. Zira Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Muhammed sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygam berler gelip geçmiştir. Şimdi o, ölür yahut öldürülürse siz gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim böyle geri dönecek olursa, elbette Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri mükâfâtlandıracaktır.”
İbn Abbâs rivayetin devamında şöyle demektedir: “Vallahi, Ebû Be kir bu âyeti okuyuncaya kadar sahâbîler, (şaşkınlıklarından dolayı) sanki bu âyeti daha önce hiç bilmiyorlarmış gibiydiler. Böylece bütün insanlar Ebû Bekir’in bu tutumu doğrultusunda ilgili âyeti tekrar etmeye başladılar. (Çevremde) duyduğum herkes mutlaka bu âyeti okuyup duruyordu.”
İbnü’l-Müseyyeb de şunu söyler: Ömer dedi ki: “Vallahi, Ebû Bekir’in bu âyeti okuduğunu duyar duymaz, meselenin hakikatini kavramıştım. Bu sebeple dehşete kapıldım ve bir anda dizlerimin bağı çözüldü, ayaklarım beni taşıyamaz hâle geldi. Ebû Bekir’in âyeti okuduğu esnada artık Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in (gerçekten) öldüğüne kanaat getirip bulun duğum yere yığıldım.”
Allah Rasûlü’nün Naaşının Teçhizi ve Mübarek Bedeninin Toprağa Verilmesi
Allah Rasûlü’nün naaşının teçhiz işlemi henüz yapılmadan hilafet meselesiyle ilgili anlaşmazlıklar patlak vermiş ve Sâideoğulları sofasında Muhacir ile Ensâr arasında birtakım müzakere, çekişme ve münakaşa lar yaşanmıştı. Ancak sonuçta Hz. Ebû Bekir’in halife olması konusunda görüş birliğine vardılar. Bu arada Pazartesi gününün geri kalan kısmı, bu meselenin çözümüyle geçtiği gece olmuştu. Dolayısıyla Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in teçhiz işlemini, Pazartesi’yi Salı’ya bağlayan gecenin sabahına kadar geciktirmişler; Allah Rasûlü’nün mübarek bedeni de Yemen işi çizgili bir örtüye sarılmış ve kapısı da ailesi tarafından sürgülenmiş bir vaziyette yatağının üzerinde kalmıştı.
Salı günü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i, elbiselerini çıkar maksızın yıkadılar. Yıkama işlemini gerçekleştirenler Abbâs, Ali, Abbâs’ın iki oğlu Fadl ve Kusem, Allah Rasûlü’nün azadlı kölesi Şukrân, Üsâme b. Zeyd ve Evs b. Havlî idi. Abbâs, Fadl ve Kusem mübarek naaşını çeviriyor, Üsâme ve Şukrân suyu döküyor, Ali ise yıkıyordu. Evs de onu göğsüne da yamıştı. Allah Rasûlü, su ve temizlikte kullanılan) sedir ağacının öğütülmüş yaprağıyla üç defa yıkanmıştır. Kullanılan su ise, Allah Rasûlü’nün de içtiği, Kuba’da Sa’d b. Hayseme’ye ait Gars adlı bir kuyudan getirilmişti.
Daha sonra Allah Rasûlü’nü, içerisinde gömlek ve başlığın olmadığı; Yemen’in Sahûl bölgesine ait pamuklu, beyaz üç parça beze sararak ke fenlediler.
Öte yandan sahâbîler defnedileceği yer konusunda da ihtilaf ettiler. Bu hususta Hz. Ebû Bekir şöyle dedi: “Ben, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştim: ‘Ruhunu teslim eden her peygamber mutlaka ruhunu teslim ettiği yerde defnedilir. Bunun üzerine Ebû Râfi,’ Allah Rasûlü’nün üzerinde vefat ettiği yatağını kaldırıp altını kazmaya başladı. Kabir, lahd hâline getirildi.
Daha sonra insanlar (naaşın bulunduğu) odaya onar kişilik gruplar hâlinde girdiler. Herkes kendi başına Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in namazını kıldı ve hiç kimse onlara imam olmadı. Önce kendi aşiretinin fertleri namazını kıldılar, ardından Muhacirler, daha sonra Ensâr, onların peşinden sırasıyla çocuklar ve kadınlar yahut kadınlar ve çocuklar namaz kıldılar.
Salı gününün tamamı ve (Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan) gecenin bü yük bir kısmı bu meşguliyetle geçti. Hz. Aişe şöyle diyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in defin işleminin bittiğini daha yeni öğren miştik ki, Çarşamba gecesinin bir yarısında (veya bir rivayete göre, gecenin sonunda) kürek ve çapa seslerini işitmeye başladık.”
BENZER KONULAR:
Cevapla