Sabırsızlık ve Tahammülsüzlük

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

Sabır ve Tahammül zıttı olan sabırsızlık ve tahammülsüzlük nedir?

Sabirsizlik ve Tahammulsuzluk

SABIRSIZLIK VE TAHAMMÜLSÜZLÜK HAKKINDA

Sabırsızlık, şeytanın şaşkınlık ve üzüntü okyanusuna atmak için insanı hayal ve vehim denizlerinde taşıdığı gemilerindendir.

Mümin ise, sabır gemilerine biner, ferahlık okyanusuna ulaşmak için rıza ve teslimiyet denizlerine açılır. Böylece o, selamet karasını bulacaktır.

Sabırsızlık şekilleri hakkında Ebu’l-Hasen el-Mâverdî şöyle der: Musibete uğrayanın devamlı musibeti düşünüp onu hatırlaması ve kendisinden uzaklaşmasın diye onu tasavvur etmesidir.

Şu da Hz. Ömer’in sözüdür. Musibetleri hatırlayarak gözyaşı dökmeyin.

Sabırsızlık şekillerinden biri de, devamlı hasret ve üzüntü içinde musibetin acısına gark olmak. Bu musibetten sonra, bir genişlik ve ferahlık geleceğini beklemek, gidenin yerini dolduracak bir bedelin geleceğine inanmaktır. Böylece, üzülmekle acısı, hasretle de sabırsızlığı artar. Bu sebeple yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Böylece elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız.”

Bir şair şöyle der:

Başına bir iş gelince Allah’a güven.

Onun takdir ettiğine razı ol.

Belaları kaldıracak sadece Allah’tır.

Allah takdir edince, ona teslim ol. Allah’ın takdir ettiğinden kurtulmanın çaresi yoktur.

Ümitsizlik bazen insanın yaşama azmini kırar. Asla ümidini kesme. Çünkü yaratan ve her şeyi yapan sa dece Allah’tır.
Çok şikâyetçi olmak ve devamlı sızlanmak da sabırsızlık şekillerindendir.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Şimdi, sen güzelce sabret.” Bu, şikâyet ve üzüntünün bulunmadığı sabırdır.

Ka’bu’l-Ahbar şöyle der: Tevrat’ta: “Kim başına gelen belayı başkalarına şikâyet ederse, o Rabbini şikayet ediyor demektir” ifadesi vardır.

Anlatıldığına göre, bir kadın çölden köye geldiğinde, evden bazı çığlıklar duydu ve: Ne var? Ne oluyor? diye sordu. Ona; bir yakınlarının öldüğü söylendi. Bunun üzerine kadın: Demek, bunlar Allah’tan şikâyet ediyorlar. Onun kaza ve kaderini şüphe ile karşılıyorlar. Onun vereceği sevabı istemiyorlar, dedi.

Âlimlerden birisi şu şiiri söyledi:

Dosta çok şikâyet etme.

Yaratılana değil yaratana başvur.

Boğulmakta olan bir kimse, aynı durumda olan başka birisini kurtaramaz.

Bir başkası da şu şiiri söyledi: Sağlığın yerinde olduğu sürece, zamanından şikayetçi olma. Asıl zenginlik vücudun sağlıklı olmasıdır.

Sen hasta olsan, padişah olup dünyanın nimetlerinden faydalansan da önemi yoktur.

Musibete uğrayanın, musibetten sonra gelecek hayırdan ve kendisine yardım edecek olanların geleceğinden ümit kesmesi de sabırsızlık şekillerinden biridir. Böylece, musibetin üzüntüsüyle ümitsizliğin verdiği ıstırap bir araya gelince, sabır kalmaz. Kalbinde onlara yer kalmaz.
İbnu’r-Rumî şu şiiri söylemiştir: Ey nefis! Sabret, çünkü kişiye en yaraşır olan sabretmetir. Belki ümitler boşa çıkar ama ümit edilmeyen gelir.

Birisi de şöyle demiştir:

İnsan için sıkıntının devamlı olacağını mı zannediyorsun? Eğer bir şey devamlı olsaydı, İnsanlar onu garip şeylerden sayarlardı. Olaylar, verdikleri sıkıntılarla senin nasıl birisi olduğunu tanıttılar. Eğer edep sana fayda veriyorsa, seni edeplendirdiler.

İnsan, başına gelen şeyden, korktuğunun devam etmesini isteseydi, istedikleri onu yorar, güç yetiremez hale getirirdi.

İnsanı sabırsız hale getiren şekillerden biri de şudur: Selamet ve nîmet içinde yaşayan insanlarla karşılaşıp onların her yönden güvenlik ve sükûnet içinde olduklarını görmesi, sağlığı ve serveti iyi olanların arasında yalnız kendisinin felâketzede olduğunu zannetmesidir. İçinde yaşadığı topluma bakarak, onlarla eşit seviyede olduğu halde, kendisinin felâket ve belâlarla karşı karşıya geldiğini görür ve artık belaya sabredemez, nimete şükredemez hale gelir. Eğer o, diğer musibete uğrayanlarla, kendi başına geleni karşılaştırsaydı, onlarla aynı durumda olduğunu görür, sabretmek ona daha hafif gelir ve ferahlardı.

Bir Arap kadınına şu şiirle cevap verildi. Ey insan! Sabret. Zorluktan sonra mutlaka kolaylık vardır.

Bugün, nice hür kimseyi görüyoruz. Hâlbuki onlar, dün hür değildiler.

Sabretmek pek acı olsa da onu iç. Sabırsızlık ve tahammül edememek, insanın fıtratında vardır. İnsan sabırsız olarak yaratılmıştır. Yüce Allah bize, on dan kurtulmanın yolunu şu sözü bildirdi:

“Gerçekten insan pek hırslı (ve sabırsız olarak) yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. İyilik dokunduğunda da, pinti kesilir. Ancak şunlar öyle değildir: Namaz kılanlar ki onlar namazlarında devamlıdırlar (ihmalkârlık göstermezler). Mallarında, isteyene ve (isteyemediği için) mahrum kalmışa belli bir hak tanıyanlar, ceza (ve hesap) gününün doğruluğuna inananlar, Rablerinin azabından korkanlar ki Rablerinin azabına karşı emin olunamaz. Mahrem yerlerini koruyanlar -ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna; çünkü onlara bir şey denemez. Bundan öteye (geçmek) isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir-, emanetlerine ve sözlerine riayet edenler, şahitliklerini dosdoğru yapanlar, namazlarını koruyanlar (bütün şartları ve rükünleriyle namazı eda edenler.) İşte onlar cennetlerde ağırlanırlar.”

Bu dokuz niteliğe sahip olan kimse, sabırsızlık ve tahammülsüzlükten kurtulma yollarına sarılmış demektir. Bu nitelikler şunlardır:

1- Namazda huşu göstermek. Bu, yüce Allah’ın: “Namazlarında devamlı olan kimseler” sözünün manasıdır. Bunu, Ukbe b. Amir söylemiştir. İbn Kesir: “Devamlı olan su” da aynı manadadır. Yani o sakindir, demiştir.

2- Farz olan zekatı, gönül hoşluğuyla vermek.

3- Kıyamet gününe kesin olarak inanmak. Bu, amel-i salihe götüren tasdik ve inanmadır.

4- Allah’ın azabından, sahibini, Allah’ı gazaplandıracak her şeyden ve onun azap ve cezasını gerektirecek her şeyden uzaklaştıracak şekilde korkmak.

5- Mahrem yerlerini haram olanlardan korumak.

6- Emanetleri koruyup eksiksiz tam olarak vermek.

7- Sözünde durmak ve ihanet etmemek.

8- İlâve etmeden veya eksiltmeden ya da gizlemeden şahitlik yapmak.

9- Namazı korumak: Vakitlerine, rükünlerine, vaciplerine ve müntahaplarına dikkat etmek.

Ebû Hüreyre’nin rivâyet ettiğine göre, Peygamber (s.a.v. şöyle buyurdu:

شر ما في الرجل : شع هالع وجبن خالع *

“Kişide bulunan en kötü huy, ihtiras derecesindeki cimrilik ve aşırı korkaklıktır.”

İnsan, sabırsızlık ve tahammülsüzlükten kurtulursa, ona sabır ve ferah kapısı açılır. Bu sebeple, Peygamber (s.a.v.): “Sabir ziyadır (ışıktır)” buyurmuştur.

Yani o, ferahlığın yaklaştığını, sıkıntının kalktığını ve sis perdesinin açıldığını görmesi için şaşkınlığın karanlıklarında, insana ışık verir.

Sabır çeşit çeşittir. Birincisi: Gerek vücuda, gerek çoluk çocuğa, gerek mala, gerek başka şeylere gelen musibet ve belâlara sabretmek. Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiğine göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah Ta’âla şöyle buyurur: Mümin kulumun dünyadaki ailesinden en sevdiği birisini elinden aldığımda, sonra o da benden ecrini istediğinde, benim katımda o kulumun mükâfatı ancak cennettir.”

Enes (r.a.), Rasûlüllah’tan (s.a.v.) şöyle duyduğunu rivayet etmiştir: Yüce Allah: “Kuluma, iki sevgilisini kaybetme belasını veririm, o da sabrederse, iki sevgilisi yerine, ona cenneti veririm” buyurdu. Peygamber (s.a.v.) “İki sevgilisi” sözüyle iki gözünü kast etmektedir.

Ebû Saîd ve Ebû Hüreyre’nin rivâyet ettiğine göre, Peygam ber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Müslümana, vücuduna batacak bir dikene varıncaya kadar, yorgunluk, hastalık, gelecek hakkında keder duyma, geçmişten hüzünlenme, başkalarından gelen eza ve iç sıkıntısı isabet ederse, Allah bu musibetleri sebebiyle o Müslümanın günahlarından bir kısmını keffaret sayıp örter.”

Ancak bu ecir ve sevap, sadece sabredenler içindir, başkalarına değil. Böylece o, Allah’tan gelen belanın, bir hayır ve lütuf olduğunu anlar.

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah, kime hayır dilerse, ona musibet verir.”

Yine Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Mükâfatın büyüklüğü belanın büyüklüğüne göredir. Yüce Allah bir milleti severse, onlara bela ve musibet verir. Razı olan kimseye Allah da rıza gösterir. Öfkelenen kimseye, Allah da öfkelenir.”

Ebû Hüreyre’nin rivâyet ettiğine göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Mümin erkek ve kadının, canı, çocuğu ve malı, daima belayla karşı karşıyadır. O sonunda, üzerinde hiçbir günah bulunmaksızın Allah’la karşılaşır.”

İkincisi: Allah’ın emrettiklerine sarılmada sabırlı olmak.

Çünkü ibadetler, yerine getirilirken, şeytan ve heva ile mücadele edilirken sabır gerekir.

Nitekim Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Muhacir, kötülüğü terk eden, mücahit de helvasıyla cihat eden kişidir.”

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Cehennem şehvetlerle (nefsin aşırı istekleri), cennet de hoşa gitmeyen şeylerle sarılmıştır.”

Üçüncüsü: Şehvet ve günahlara karşı sabretmek.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Kim Rabbinin divanında durup hesap vermekten korkmuş ve nefsini kötü heveslerden menetmişse, onun barınağı da cennettir.”
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: müminin zindanı ve kafirin cennetidir.”

“Dünya Şeytan insana günahları güzel gösterir, onları sevimli hale getirir ve kişiyi onlara yaklaştırır. Böylece onu günahların içine düşürür. Mesela, kadın evinden çıkınca, şeytan onu kontrol ede ve bakanların gözlerine güzel gösterir ve kalplerine onun sevgi sini bırakır. Eğer müslüman sabreder, gözünü indirirse, şeytan kişinin kalbine giremez.

Dördüncüsü: Allah yolunda ezâ ve cefâya sabredip katlanmak. Çünkü dinine ve Rabbinin emirlerine sarılan, Peygamberine tamamen uyan müminin eziyetlerle karşılaşması kötülüklere uğraması, ehl-i bâtılın düşmanı olması, şer ve fesat ehlinin ona plân ve suikastlar yapması kaçınılmaz bir durum dur. “İnananlar içinde edepsizliğin yayılmasını isteyenler için dünyada da ahirette de acı bir azap vardır.”

Bu, günümüzde ehl-i hak için mevcuttur: Yakından, uzak tan, idarecilerden ve halktan düşmanlık. Kötü âlimler onları aşırılıkla suçlarlar, laikler de onları gericilikle suçlarlar. Avam da mutaassıp olmakla suçlar.

Belki bu, hakkın onların hevasına uymamasıyla ilgilidir yahut onların, ehl-i hakkın üzerinde bulundukları şeyi yeniden düşünmedikleri içindir.

SABRIN DURUMLARI

Hevaya karşı sabretmenin üç durumu vardır:

1- Sabrin heva’ya üstün gelip onu önemsiz hale getirmesi ki o zaman sabır insanın normal alışkanlığı haline gelir. Ona sabırsızlık gelmez ve heva onunla çatışmaya girmez. Bu dereceye ancak, “Rabbimiz Allah’tır” diyen ve dosdoğru hareket eden Sıddık (doğru olan) ve mukarreb (Allah’a yakın) kimseler ulaşır.

2- Heva’nın sabra üstün gelmesi ki, artık insanın kalbinde sabra yer bulamazsın. O, heva ve şehvetin esiri olmuştur. Bunların sayısı günümüzde pek çoktur.

3. Yapılan savaşı, bazen bu tarafın, bazen öbür tarafın kazanmasıdır. İnsanın bazen, Allah’tan sevabını bekleyerek sabrettiğini görürsün, bazen de sabırsızlık gösterdiğini görürsün.

BENZER KONULAR:

Answer ( 1 )

    0
    2022-07-07T16:27:41+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Müslüman’ın sabırsız ve tahammülsüz olmaması gerekmektedir. Müslüman başa gelene sabretmeli ve tahammüllü olmalıdır. Müslüman; sabır gemilerine biner, ferahlık okyanusuna ulaşmak için rıza ve teslimiyet denizlerine açılır. Böylece o, selamet karasını bulacaktır. Musibete uğrayanın, musibetten sonra gelecek hayırdan ve kendisine yardım edecek olanların geleceğinden ümit kesmesi de sabırsızlık şekillerinden biridir. Böylece, musibetin üzüntüsüyle ümitsizliğin verdiği ıstırap bir araya gelince, sabır kalmaz. Kalbinde onlara yer kalmaz.

Cevapla