Şafii mezhebine göre arafat vakfesi

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

Şafii de Arafat’ta Vakfe Yapmak

Safii mezhebine gore arafat vakfesi

Safa ve Merve arasındaki sa’yı bitiren kimse, umre ve temettü haccınaa veya başka bir hacca niyet etmişse saçını keser veya kısaltarak ihramdan çıkar. Umreye niyet eden ile ilgili geniş açıklama Allah’ın izni ile umre bahsinde gelecektir. Temettü haccma niyet etmiş umreci, bundan sonra ihramsız olarak Mekke’de ikamet eder. İhramh için yasak olan cinsel ilişki ve diğer hususları işleyebilir. Bu arada isterse nafile umre yapabilir. Allah’ın izni ile Mekke’de ikamet etme bölümünde geleceği gibi çok umre yapması müstehaptır. Zilhiccenin sekizinci günü olan terviye günü Arafat’a çıkacağı esnada Mekke’de hac için ih*rama girer. Keza Mekke halkı olup bu vakitte Mek*ke’de olan ister orada ikamet etmiş olsun ister garip olsun o da bu şekilde ihrama girer. Mekke’de ikamet edenin ihramı ile ilgili açıklama daha önce geçti.
Sa’y yapan kişi, haccı ifrad veya kırana niyet eder ve sa’yı ziyaret tavafından sonra olmuşsa, hac-cm tüm rükünlerini bitirmiş sayılır. Artık onun için Mina’da gecelemek ve teşrik günlerinde cemrelere taş atmak kalır ve sa’yı kudüm tavafından sonra yapmışsa, Zilhiccenin sekizinci gününe kadar Mek*ke’den çıkıncaya dek Mekke’de durur. Zilhiccenin yedinci gününde imam öğle namazından sonra Mek*ke’de bir hutbe okur. Bu hutbe hacda okunan dört hutbeden ilk olanıdır.
Bil ki, imam (halife) bizzat hacda bulunmadığı takdirde hacılar için bir hac emiri tayin etmesi müstehaptır. Emir halifeye niyabeten yaptığı işlerde hacılar ona itaat ederler. Allah’ın izni ile kitabın so*nunda hac emirinin sıfatı ve ilgili hükümleri beyan edilecektir. İmam veya tayin ettiği emirin hac hutbe*sini okuması lazımdır. Bu hutbeler dört tanedir. Bi*rincisi zilhiccenin yedinci ganü Mekke’de okunur. Ki bu hutbeyi daha önce zikrettik, ikincisi Arefe günü, üçüncüsü Nahr günü Mina’da ve dördüncüsü ilk ne*fir günü yine Mina’da okunur. İmam son hutbeye ka*dar yapmaları gereken hac menasikini ve hükmünü hutbede anlatır. Bu hutbelerin herbiri öğle na*mazından sonra tek hutbe olarak okunur. Ancak Arafat’ta okunan hutbe, Allah’ın izni ile açıklaması geleceği gibi öğle namazından önce ve iki hutbe ola*rak okunur.
İmam Zilhiccenin yedinci gününde Mekke’de okuyacağı hutbede hacıların tevriye günü erkenden veya öğleden sonra Mina’ya çıkmalarını ve haccı te-mettuya niyet edenlere de Mina’ya çıkmadan tavaf yapmalarını emreder. Zilhiccenin yedinci günü Cu*ma günü ise, cuma için önce hutbe okur ve namazı kıldırır. Sonra yedinci günün hutbesini okur. Çünkü sünnet olan bu hutbeyi namazdan sonraya bırak*maktır. Sekizinci günü Mina’da öğle namazını kıla*cak şekilde sabah namazından sonra hacılarla birlik*te Mekke’den çıkar. İmam’m görüşünden ve as*habının (r.anhum) görüşlerinden anlaşılan sahih ve meşhur görüş böyledir. Bir görüşe göre ise, Mekke’de öğle namazını kıldıktan sonra çıkarlar.
Sekizinci gün cuma günü ise fecir doğmadan çıkarlar. Zira cuma namazını kılmaya imkan verme*yecek şekilde cuma günü sefere çıkmak haram veya mekruhtur. Onlar Mina ve Arafat’ta cuma namazını kılmazlar. Zira cuma namazı için bulunan yerde ika*met etmek şarttır. İmam Şafii (Allah ona rahmet ey*lesin) şöyle diyor: Mina’da bir köy oluşturulur ve ge*rekli şartları taşıyan kırk kişi orayı vatan edinirse onlar ve beraberlerindeki diğer insanlar orada cuma namazını kılarlar.
Zilhiccenin sekizinci gününe Terviye günü de*nir. Çünkü onlar Mekke’den beraberlerinde su götürürler. Dokuzuncu gün Arefe ve onuncu gün Nahr günüdür. On birinci gün ise “Karr” günüdür. Zira hacılar o günde Mina’da kalırlar. On ikinci gün ilk nefir, on üçüncü gün ikinci nefir günüdür.
Hacıların terviye günü Mina’ya çıktıklarında orada öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazını kılmaları sünnettir. Orada gecelerler ve sabah namazını da orada kılarlar. Bütün bunlar sünnettir. Vacip olan nüsuk değildir. Şayet Mina’da gecelemez ve oraya hiç girmezlerse kendilerine bir şey gerekmez. Lakin sünneti geçirmiş olurlar. Arefe günü güneş Sabir dağı tepesinden doğunca Arafat’a yönelerek oraya doğru giderler. Bazı alimler hacılar yürürken şu du*ayı okumalarını güzel görmüşlerdir:
“Allahım! Sana yöneldim ve kerem sahibi zatını kasdettinı. Günahlarımı affet, haccımı kabul et, ba*na merhamet et. Ümit ve gayretimi boşa çıkarma. Sen her şeye muktedirsin.” ve çok telbiye okurlar.
Kadıların kadısı Maverdi Resulullah (s.a.)’m fi*iline iktida ederek giderken Dabb (Mescid-ül Hayf a bitişik dağın ismi) yolundan gitmek ve me’zemeyn yolundan dönmek müstehaptır. Bayram namazında olduğu gibi, giderken bir yoldan gitmek, dönerken başka bir yoldan dönmek sünnettir.
Ezraki, bunun benzerini zikrederek şöyle der: Arafat’a giderken Dabb yolu Müzdelife yolundan da*ha kısadır. Dabb yolu Me’zemeyn’in kenarından ge*çiyor. Arafat’tan geçerken yürüyenin sağ tarafında kalır. Doğrusunu Allah bilir.
Nemire’ye gelindiğinde imamın çadırı kurulur. Beraberinde çadırı olan Resulullah (s.a.)’a iktida ederek çadırını kurar. Öğle ve ikindi namazı cem’ edilerek kılınır ve zevalden sonra Arafat sahasına gi*dilir. Bu konuyu Allah’ın izni ile ilerde zikredeceğiz. Zamanımızda olduğu gibi insanların sekizinci günde Arafat sahasına girmeleri bir hata ve Resulul*lah (s.a.)’m sünnetine muhalefettir. Bu sebeple de bir çok sünneti terk etmektedirler. Bu sünnetlerin bazıları şunlardır: Mina’da namaz kılmak ve orada gecelemek, Mina’dan Nemire’ye inmek, Arafat’a gir*meden okunan hutbeyi dinlemek, namaz kılmak ve diğer sünnetler…
Güneş zail oluncaya kadar Nemire’de beklemek, Arafat vakfesi için orada yıkanmak sünnettir.
Zevalden sonra imam, halkla birlikte Mescid-i İbrahim (a.s.) diye adlandırılan mescide gider. Orada öğle namazından önce iki hutbe okur. Birinci hutbe*de vakfenin şartları, oradan Müzdelife’ye ne zaman inecekleri ve yapacakları diğer hususlarda bilgi verir. Vakfede çok dua ve tahlil okumalarını teşvik eder. Bi*rinci hutbeyi kısa okur ama, ikinci hutbe kadar kısa olmamalıdır. İmam birinci hutbeyi okuduktan sonra ihlas suresini okuyacak kadar oturur sonra ikinci hutbeyi okumak için kalkar. Bu arada müezzin ezanı okumaya başlar. İmam, müezzin ezanı bitirecek ka*dar ikinci hutbeyi kısa tutar. Bir görüşe göre ise, müezzinin kameti okumasiyle hutbeyi bitirir. Sonra minberden inerek cemaate öğle ve ikindi namazını cem’i takdim ile kıldırır. Namazın cem’i ve hükümle*ri hakkındaki açıklama kitabın başında yapıldı. Namaz bir ezan ve iki kamet ile cem’ edilir ve kıraat gizli yapılır. Bir görüşe göre namazı cem’ ile kılma hususunda mukim ile misafirin hükmü aynıdır. Çünkü namaz hac nüsuku sebebi ile cem’ edilir. En sahih görüşe göre cem, sefer ruhsatı sebebi ile yapılmaktadır. Namazı cem’ etmek uzun sefere çıkan misafire özgüdür. Yolculuk mesafesi iki merha*le kadar olmalıdır. Ancak uzun yolculuğa çıkan na*mazını kısaltarak kılabilir. Bunda ihtilaf yoktur.
İmam seferi ise namazını kısaltarak kılar ve se*lam verince: Ey Mekke ehli seferi olmayan namazını tamamlasın, bizler seferimiz, der.
Kitabın evvelinde açıklandığı gibi namaz cem’ edilerek kılmırsa revatib sünnetler diğer namazlar*da olduğu gibi kılınır. Önce öğlenin ilk sünnetleri ve farzı sonra ikindi namazı kılınır. Bundan sonra öğle*nin son sünnetleri, sonra da ikindinin sünnetleri kılınır. Her iki namazdan sonra revatib sünnetler dışında nafile sünnetler kılınmaz. Doğrusu vakfede durmaya acele edilir. İmamın görüşü böyledir. Zahir olan da böyledir. Bazıları yalnız başına namazı Ara*fat’ta veya Müzdelife’de cem’ eder veya iki namaz*dan birini imamla diğerini tek başına veya herbir na*mazı kendi vaktinde kılarsa caizdir. Fakat sünnet olan şekli, daha önce belirttiğimiz gibi namazları bir*leştirerek kılmaktır.
Arefe günü Cuma gününe denk gelirse, oradaki*ler Cuma namazını kılmazlar. Zira Cuma namazının bir şartı da mukim olmaktır. Arafatı vatan edinmiş olanlar cumayı kılarlar. Arafat’ta olanlar namazı bi*tirdikten sonra vakfe yapılan yere giderler. Arafat’ın tümü vakfedir. Arafat’ın herhangi bir yerinde vakfe yapmak caizdir. Fakat vakfenin en faziletli yeri Re-sulullah (s.a.)’m vakfe yaptığı yer olan Cebeli Rah-me’nin alt tarafı olan büyük kayalıkların yanıdır. Ce*beli Rahme, Arafat’ın ortasında bulunan dağdır. Ona hilal vezninde “İlal” denilir. Cevheri Sinan’ında onu elifin fethasıyla zikretmiştir. Fakat elifin kesresiyle bilinmektedir.

 


Arafat’ın sınırı hakkında İmam şöyle diyor: Ara*fat’ın sınırı Ürene vadisini geçip ibni Amir bos-tanlığmdan sonra gelip bostanlığa bakan dağlara ka*dar devam eder.
Ezraki İbni Abbas’tan rivayet ederek şöyle der: Ürene vadisinin iç kısmına inen Arafat dağlarına, Vasike ve vasik ile Arafat vadisinin birleştiği yere ka*dar olan kısımdır.
Arkadaşlarız Arafat’ın dört sınırı olduğunu söylemişlerdir.
1. Doğu yolundaki caddenin ortasına kadardır.
2. Arafat sahasının gerisinde bulunan dağın eteklerine kadardır.
3. Arafat köyünden sonra gelen bostanlara ka*dardır. Bu köy Arafat sahasında Kabe’ye karşı durul*duğunda solda kalan köydür.
4. Ürene vadisine kadar uzanır. İmam Hare*meyn der ki; Arafat vadisi aralıklı dağlarla çevrilidir. Bu dağların yüzü Arafat vadisina karşıdır. Şunu bil ki; Ürene vadisi, Nemire mescidi ve İbrahim (a.s.)’in mescidi diye isimlendirilen imamın hutbe okuyup namaz kıldırdığı cami Arafat’tan sayılmamaktadır. Buna Ürene mescidi de denir. Doğrusu batı ta*rafından Müzdelife, Mina ve Mekke gerisinde olan bu yerler Arafat sahası dışında sayılmaktadır. Zik*rettiğimiz bu yerler, mescidin sahasından sayılır, Arafat’tan sayılmaz. İmamın görüşü de böyledir.
Şeyh ebu Muhammed el-Cüveyni şöyle diyor: Ürene vadisi tarafından mescidin ön tarafı değil, ca*minin sonu Arafat’tan sayılır. Mescidin ön tarafında yapılan vakfe sahih olmayıp caminin sonunda yapılan vakfe sahihtir. Burası serilmiş büyük kaya*larla farklı görülmektedir. Bu görüş Cüveyni ve ona tabi olan bir topluluğun görüşüdür. İmam Rafii, çok incelemekle ve ona vakıf olmakla birlikte bu sınırın kesin olduğu söylemiştir. Olur ki o, İmam Şafii (r.a.)’den sonra Arafat sahasını ziyadeleştirmiştir. Zikredilen bu miktar, sahanın sonunda ve bu mescid ile Arafat ortasında bulunan Cebel-i rahme diye isimlendirilen dağın arasında bir mil kadardır. Bu sahanın tümünde yapılan vakfe sahihtir. Keza belir*tilen bu sınır dahilinde olan diğer yerlerde de yapılan vakfe sahihtir. Allah daha iyi bilir.
Bil ki, Arafat haremden sayılmamaktadır. Ha-rem’in sonu bu yönden me’zemeyn’in sonuna dikil*miş iki taşın yanma kadar değildir. O iki taş bilinen taşlardır. Bu ve haremin sınırı hakkındaki açıklama, Allah’ın izni ile “Mekke’de ikamet etmek ve Mekke-nin fazileti” bölümünde gelecektir.


Vakfenin vacipleri ikidir:
a. Vakfeyi zamanında yapmak. Vakfe zamanı, Arefe günü zevalden sonra başlar bayram gecesinin fecri doğuncaya kadar devam eder. Bir kimse bu vakitte, bir anlık Arafat’ta bulunursa, vakfesi sahih olur ve haccı eda etmiş sayılır. Bu vakitte vakfe yap*mayan haccı kaçırmış olur.
b. Vakfe yapan kişi, ibadet yapmaya ehil ol*malıdır. Vakfe konusunda çocuğun, uykuda olanın ve başkalarının hükmü aynıdır. Fakat baygın ve sarhoş olanın vakfesi sahih olmaz. Zira bunlar ibadete ehil değildir.
İbadet ehli olan kimse, zikredilen vakfe za*manında, bir anlık olsun Arafat sahasının bir bölümünde bulunursa vakfesi sahihtir. İster kasten durmuş olsun ister gaflet eseri olarak veya alış-veriş için veya konuşma veya oyun için veya uykuda bu*lunsun veya Arafat olduğunu bilmediği halde vakfe vaktinde Arafat’tan geçmiş olsun ve hiç durmadan süratle Arafat’ın belli sahasının bir tarafından geç*miş olsun vakfesi sahihtir. Devesi üzerinde uyuyan kimsenin devesi, Arafat sahasına gelip oradan geçer ve oradan ayrılıncaya kadar uyanmazsa veya bir kimse, kaçmış olan borçlusunu veya ürküp kaçmış hayvanını veya buna benzer başka bir şeyi aramak için Arafat sahasından geçerse, bu durumların tümünde vakfe sahihtir. Lakin daha faziletli şekli kaçırılmış olur. [39]


2. Vakfenin Sünnetleri:

Vakfenin sünnet ve adapları pek çoktur. Bir kısmı şunlardır:
1. Vakfe için Nemire’de yıkanmak
2. Zevalden sonra iki rekat namaz kılıp Arafat’a gitmek.
3. Yukarıda geçtiği gibi imamın iki hutbe oku*ması ve namazı cem’ ile kıldırması.
4. Namaz cem’ ile kılındıktan sonra vakfe yap*maya acele etmek.
5. Daha önce açıklandığı gibi vakfeyi, Resulullah (s.a.)’m yaptığı kayalıkların üstünde yapmak. Ama yukarıda belirtildiği üzere vakfeyi Arafat’ın or*tasında bulunan Cebeli Rahme’de yapmanın avam tabaKa indinde meşhur olması ve ona itina gösterme*leri ve orayı Arafat’ın başka yerine tercih etmeleri, hatta bazıları cahillikleri sebebi ile orada yapılma*yan vakfenin sahih olmadığını zannetmeleri, hatadır ve sünnete muhaliftir. İtimat edilen hiçbir kimse Arafatta bir dağa çıkmanın faziletli olduğunu zikret-memiştir. Ancak Ebu Cafer Muhammed Cerir Tabe-ri, Cebel-ı Rahme’ye çıkmanın müstehap olduğunu söylemiştir. Keza arkadaşlarımızdan Havi kitabının sahibi bu dağa -ki buna dua dağı denir- çıkmanın müstehap olduğunu, bu yerin enbiyanın (Allah’ın sa-lat ve selamı tümünün üzerine olsun) vakfe yeri ol*duğunu söylemiştir. Her ikisinin söylediklerinin aslı yoktur. Bu konuda sahih veya zayıf bir hadis de va-rid olmamıştır. Doğru olanı; alimlerin özellikle fazi*letini zikrettikleri, Resulullah (s.a.)’m vakfe yaptığı yere itina göstermektir. Bununla ilgili hadis Müslim ve diğerlerinin sahihinde vardır.
İmam’ül Haremeyn, Arafat’ın ortasında bulu*nan ve Cebeli Rahme denilen tepede eda edilecek bir nüsuk bulunmamaktadır, demiştir. Her ne kadar in*sanlar buna itimat etseler de hüküm böyledir.
Yukarıda zikrettiklerimizi anladın. Bundan son*ra binek üzerinde vakfe yapan kimse, hayvanı ile birlikte belirtilen kayalıklara gelir ve vakfeyi Resulul*lah (s.a.)’m yaptığı gibi yapar. Yaya olarak vakfe ya*pan ise, kayalıkların üzerinde veya imkan ölçüsünde kimseye eziyet vermeden kayalıkların yanında du*rur. Bu şekilde vakfe yapma imkanı yoksa ona yakm bir yere yanaşır. Vakfe yapan kişi, eziyet görmekten ve eziyet vermekten sakınır.
6. Yürüyerek vakfe yapamayan, dua yapmaktan aciz olan, kendisine uyulan veya kendisinden fetva istenen, binek üzerinde vakfe yapması sünnet olup vakfeyi yaya yapmasından faziletlidir. Kişi, yaya ola*rak vakfe yapabilir ve kendisine zor gelmiyorsa veya kendisinden fetva istenen biri değilse, ne şekilde vakfe yapması faziletli olduğu konusunda İmamın farklı birkaç kavli vardır. En sahih kavline göre, Re*sulullah (s.a.v)’a iktida ederek binek üzerinde vakfe yapması daha faziletlidir. Zira dua için daha müsait ve Arafat dua için önemli bir mevkidir. İkinci kavli*ne göre yaya olarak vakfe yapmak daha faziletlidir. Üçüncü kavline göre her iki durum aynı seviyededir. Bu hükümler erkeklerle ilgili hükümlerdir. Kadının ise, oturarak vakfe yapması daha faziletlidir. Çünkü kadının oturarak vakfe yapması, örtülü kalmasına daha müsaittir.
Maverdi’nin açıkça beyan ettiği meselelerden bir tanesi de şudur: Kadının kayalıkların yanında iz*diham içinde kalması değil, vakfe yapılacak yerin ke*nar kısmında durması müstehaptır.
7. Vakfe esnasında kıbleye yönelmek, abdestli ol*mak ve avret yerlerinin kapalı olması daha faziletli*dir. Bir kimse, abdestsiz veya cünüp iken veya bir kadın hayızlı iken veya kişinin üzerinde bir necaset olduğu halde veya avreti açık olduğu halde vakfe ya*parsa yapılan vakfe sahih olup fakat, faziletli olan yapılmamış olur. .
8. Vakfe eden oruçlu olmamalıdır. Oruçla zayıf düşsün veya düşmesin hükmü aynıdır. İftarlı olmak dua için daha müsaittir. Resulullah (s.a.)’m iftarlı olarak vakfede bulunduğu sahih hadisle sabittir. Al*lah daha iyi bilir.
9. Vakfe yapan, kalben huzurlu olmalı ve dua*dan alı koyan işlerden uzak bulunmalıdır. Abdest ih*tiyacını zevalden önce gidermeli, zahiri ve batini bütün işlerden ilişkisini kesmelidir. Huzursuz olma*ması için kafile veya başkalarının yolunda oturma*malıdır.
10. Çokça dua ve tahlilde bulunmak ve Kur’an-ı çok okumak. Mübarek yerlerde çok ibadet yapmanın hükmü böyledir. Bunda taksirat gösterilmemelidir. Haccın çoğu, özü ve matlubu budur. Hadiste “Hac Arefedir.” denilmiştir. Buna önem vermekte kusur gösteren ve zamanını ona ayırmayan bundan mah*rum kalır.
Zikir ve dualar ayakta ve oturarak çokça okun*malıdır. Dua ederken eller, kafayı geçmeyecek şekil*de havaya kaldırılmalıdır. Kişi duayı, seçili (kafiyeli) okumakla mükellef değildir. Ancak ezbere veya zor*lanmadan ve düşünmeden okuy ab iliyorsa duayı kafi*yeli okumasının bir sakıncası yoktur. Bilakis tertip ve i’rabına (okuyuş biçimine) uygun olarak, zorluk-suz ve bunların dışında kalbine ve diline gelen şey*lerle dua etmelidir. Dua ederken, alçak sesle dua et*mek müstehap olup mübalağalı şekilde sesi yükselt*mek mekruhtur.
‘ Kişi dua ederken; sükunet ve huşu içerisinde ol*malı, zayıf, muhtaç, zelil olduğunu göstermelidir. Duayı ısrarlı yapmalı ve icabet için acele etmemeli, belki duaya icabet edileceğini kuvvetle ümit etmeli*dir.
Her dua üç defa tekrar edilmelidir. Allah’ı hamd, temcid ve teşbih ederek; Peygambere salat ve selam getirerek duaya başlanmalı ve aynı lafızlarla son verilmelidir.
Dua eden abdestli olmalı, yiyecek ve içeceklerin*de, giyiminde, binek ve beraberinde bulunan diğer hususlarda haramdan uzak durmalıdır. Bunlar her dua için birer adaptır. Dua “Amin” lafzı ile bitirilme*lidir.
Teşbih, tahmid, tekbir ve tahlil çok okunmalıdır. Bunun en faziletli şekli ise, Tirmizi ve diğerlerinin rivayet ettikleri hadiste geçen lafızdır. Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Arafat gününün en fazilet*li duası, benim söylediğim ve benden evvelki pey*gamberlerin söyledikleri en hayırlı söz şudur:
Tirmizi’nin kitabında Hz. Ali (r.a.)’nin şöyle de*diği rivayet edilmiştir; Resulullah (s.a.), Arefe günü vakfede en çok şu duayı okurdu:
“Allahım! Söyleyebildiğimiz kadar ve söyleyebil*diğimizden daha çok sana hamd olsun. Allahım! Na*mazım, haccım, hayatım ve ölümüm senin içindir. Dönüşüm sanadır ve Rabbim! Mirasım sana kala*caktır. Allahım! Kabir azabından, kalbe gelen vesve*seden ve hal perişanlığından sana sığınırım. Al*lahım! Rüzgarın getireceği şeyin şerrinden sana sığınırım.”
Yüksek sesle telbiyeyi çok okumak, Resulullah (s.a.)’a çok salat ve selam okumak müstehaptır. Bu çeşitlerin her biri ile bazen dua, bazen tahlil, bazen tekbir ve bazen telbiye ve bazen de Resulullah (s.a.)’a salat ve selam okunur. Bazen de tek olarak veya toplu olarak istiğfar ve dua okunur.
Kişi kendisi, ana-babası, akrabaları, hocaları, arkadaşları, sevdikleri, dostları ve iyi gördüğü sair kimseler ve müslümanlar için dua etmelidir.
Kişi taksirat yapmaktan tamamen sakınmalıdır. Zira bu günler kendilerinden başka bir şeyle telafi edilemezler. Bütün inancı ile çok istiğfar etmesi ve bütün olumsuzluklar için tövbe etmesi müstehaptır, Zikir ve duaları ile birlikte çok ağlamalıdır. Zira bu yerler gözlerin aktığı, günahların affedildiği, istekle*rin kabul edildiği büyük bir toplanma yeridir. Bura*da Allah’ın iyi, halis ve kendisine yakın kulları bulu*nur. Burası dünyanın en büyük toplanma yeridir.
Denilmiş ki, Arefe günü cuma gününe denk ge*lirse, orada bulunan herkesin günahı af olur.
Sahihi Müslim’de sabit olan hadiste Resulullah (s.a.)’m şöyle dediği, Hz Ayşe (r.a.)’den rivayet edil*miştir: “Allah Teala’nm Arefe günüden daha çok kul*larını cehennemden azadettiği hiçbir gün yoktur. Onları meleklere göstererek; -bununla ne istiyorlar? diye meleklerine karşı onlarla övünür.”
Talha bin Ubeydullah -ki aşere-i mübeşşereden-dir- (Allah onlardan razı olsun) rivayet ettiğimiz ha*diste Resulullah (s.a.)’in şöyle dediğini naklediyor: “Şeytan Arefe gününden başka kendinden daha küçümser, daha hakir, kovulmuş ve daha kinli kim*seyi görmemiştir. Çünkü o günde rahmet iner ve büyük günaMar af olunur.”
Fudayl bin İyad (r.a.) Arafat’ta ağlayan insanlara bakarak şöyle demiştir: Bu insanlar bir adama gidip az bir para isteseler onları eli boş çevirir mi? Hayır, dediler. Bunun üzerine Allah’ın kullarını af etmesi, o adamın vereceği az paradan daha kolaydır, dedi.
Salim bin Abdullah bin Ömer bin Hattab’dan gelen rivayete göre kendisi, “Arefe günü bir kişinin dilencilik yaptığını görünce kendisine: -Ey aciz! Bu mübarek günde Allah’tan başkasından istenir mi ?” demiştir. Arafatta okunan seçme dualardan bir tane*si de şudur:
“Allahım! Bize dünyada iyilik ve ahirete iyilik ver ve bizi ateş azabından koru. Allahım! Ben kendi*me çok zulmettim ve günahları ancak sen affedersin. Kendi fazlından beni affet ve bana merhamet et. Mu*hakkak ki sen affedici ve merhamet sahibisin. Al*lahım! İki alemde de işlerimin düzeleceği bir şekilde bana mağfiret et ve iki alemde de mutlu olacağım şe*kilde bana merhamet et. Bana, ilelebet bozmaya*cağın kuvvetli bir tövbe ihsan et ve beni hiç sapma*yacağım istikamet yolunda tut. Allahım! Beni masi-yet zilletinden taat izzetine ulaştır. Beni helalinle ha*ramından, taatmla masiyetinden ve fazlınla senden başkalarından müstağni kıl, kalbimi ve kabrimi nur-landır. Beni bütün kötülüklerden koru ve benim için bütün hayırları topla. Allah’ım! Dinimi, emanetimi, bedenimi ve amellerimin sonuçlarını ve bana, tüm dostlarım ve tüm müslümanlara verdiğin nimetleri sana emanet ederim.”
Bu bölüm çok geniş bir bölümdür. Burada asıl maksadı belirttim. Allah daha iyi bilir.


11. Vakfe esnasında gölgede değil bilakis güneş*te durmak daha faziletlidir. Ancak güneşten zarar görmek, dua okuyamamak gibi bir sebeble veya iba*detle meşgul olmayan gölgede durabilir.
12. Güneş batmcaya kadar vakfede beklemek gerekir. Vakfede gece ile gündüz birleştirilmelidir. Güneş batmadan Arafat’tan ayrılan, daha fecir doğ*madan Arafat’a geri dönerse ceza olarak bir şey ver*mesi gerekmez. Şayet dönmezse bir dem (koyun ve*ya keçi) keser. Ceza olarak dem vermenin vacip veya sünnet olduğu konusunda imamın farklı iki görüşü vardır. En sahih kavline göre dem verilmesi sünnettir. İkinci kavline göre ise vaciptir. Bu hüküm, gündüz vaktinde Arafatta bulunan kimse için geçer*lidir. Gündüz vaktinde değil de gece vaktinde Ara*fat’a gelen kimsenin bir şey vermesi gerekmez, ama vakfenin faziletli vaktini kaçırmış olur.
13. Vakfede olan kimse; kavga, sövme, nefret et*me, ve kötü sözlerden tamamen sakınmalıdır. Doğ*rusu imkan ölçüsünde mubah olan kelamdan da sakınmalıdır. Zira bu gıybet ve benzeri haram konuş*malara girme ihtimalinin yanında kişinin muhtaç ol*duğu en mühim zamanını zayi eder. Yine zayıf olan veya kusur işleyen kimseyi hakir görmekten, dilenci ve benzerlerini azarlamaktan son derece sakın*malıdır. Fakir bir kimse kendisine hitap ederse, ken*disine iltifat etmelidir. Bir münkeri görürse onu iza*le etmesi vaciptir. Münkeri izale ederken normal davranmalıdır. Tevfîk Allah’tandır.
14. Kişi Arefe gününde ve zilhiccenin ilk on gününde hayırlı işleri çok işlemelidir. Sahih-i Buha-ride bulunan ve ibni Abbas (r.a.) dan rivayete göre, Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Diğer günlerde yapılan ibadet, bu günlerdeki ibadetten faziletli de*ğildir. Yani Eyyam-ı aşirde (ramazanın son on günü). Cihad da mı diye sordular. “Evet cihad da. Ancak bir kimse nefsini, ve malını tehlikeye atarak çıksın ve hiç bir şeyle dönmesin, dedi.” Eyyam-i Aşr, eyyamı Malumattır. Eyyamı Teşrik ise, eyyamı madudattır (bunların açıklaması ilerde gelecektir).
Hac:lar hata ederek Arefe gününden başka bir günde vakfe yaparlarsa, bunda bir kaç durum söz ko*nusudur: Arefe gününü tehir ederek hata etmişlerse vakfeyi onuncu günde yaparlar, bu kendileri için yeterli olup haccı tamamlamış olurlar ve bir ceza ver*meleri gerekmez. Bu hata ister vakfeden sonra olsun ister vakfe anında olsun hükmü aynıdır. Onuncu günde hata etmişlerse vakfeyi on birinci günde ya*parlar. Arefe gününü hataen öne almışlarsa sekizinci günde vakfeyi yaparlar. Hataen Arafat sahası dışında başka bir yerde vakfe yapmışlarsa, hac sahih olmaz. Hacıların tümü değil az bir kısmı zilhiccenin onuncu gününde vakfe yeri konusunda hata etmişlerse, en sahih kavle göre hacları tamamlanmış olmaz.
Bir veya birkaç kişi zilhiccenin hilalini gördüklerini söylerlerse, sözlerine itibar edilmez. Hacılar, zilhiccenin onuncu gününde vakfe yapsalar bile, hilali görenlerin zilhiccenin dokuzunda vakfe yapmaları lazımdır.


a. Yatsı ve Vakfe Vaktinin Çakışması

Hac için ihram giyen kişi, vakfe yapmak üzere Nahr gecesinde Arafat’a gider de henüz fecir doğma*dan, yatsı namazı sığacak kadar bir zaman kala Ara*fat’a yaklaşır ve yatsı namazını kılması halinde vak*fe yapma imkanı kalmaz ise, kendisi için vakfe ve yatsı namazı vakti çakışmış oluyor. Bu durumda kişi bunlardan birini eda ederse diğerini kaçıracaktır. Bu kişi ne yapmalıdır? Arkadaşlarımız bununla ilgili olarak üç farklı vecih beyan etmişlerdir: En sahih veçhe göre vakfe yapmak üzere Arafat’a çıkar. Zira vakfenin kazası ve bunun için kurban kesmenin va*cip olması açısından, kaçırılan vakfeye birçok zorluk*lar terettüb eder. Çoğu kere vakfenin kazası mümkün olmayabilir. Bu da haccm edası için büyük bir zorluk doğurur. Bu itibarla vakfe yapmak ve namazı tehir etmek gerekir. Zira mazeret ile namazı cem ederek tehir etmek caizdir. Burada namazdan daha çok vakfeye ihtiyaç duyulmaktadır.
İkinci vecih ise; haccm aksine namazı acele üze*re kaza etmek gerektiğinden bulunduğu yerde na*mazını kılar. Zira hac geciktirme üzere eda edilebilir ve namaz bundan daha kuvvetlidir.
Üçüncü vecih ise; ikisini birleştirerek namazı, korku namazı şeklinde kılmaktır. Kişi, tahrim tekbi*rini alarak namaza başlar ve acele ile vakfe yerine gi*der. Bu özür, şiddetli korku anında kılman namazın özürler indendir. Allah daha iyi bilir.

b. Taarruf (Arafat Dışında Vakfe Yapmak)

Arafat’ın dışında bir beldede vakfe yapmak; bazı beldelerde bilinen şekli ile vakfe için bir araya gel*mektir. Bu hususta alimler görüş ayrılığına düşmüşlerdir Bir topluluk taarruf yapmanın müste-hap olduğunu söylemiştir.
Rivayet edildiğine göre, Hasan Basri şöyle de*miş: Taarrufu ilk yapan ibni Abbas (r.anhüma)’dır.
Esrem şöyle der: Ahmed bin Hanbel’e (Allah ona rahmet eylesin) şehirlerde yapılan taarrufu sor*dum, dedi ki: Umarım ki bir sakıncası yoktur. Bir çokları bunu yapmışlardır. Hasan, Bekir, Sabit ve Muhammed bin Vasi’, Arefe günü mescitte taarruf yapıldığını görmüşlerdir. Bir kısım alimler de bunu kerih görmüşlerdir. Nafi, ibni Ömer’in mevlası İbra*him en-Nahai, Hakem, Hammad, Malik b. Enes ve başkaları taarufu kerih görenlerdendir.
Ebubekir Tartuşi el-Maliki Zahid, münker bidatlar konusunda bir kitap yazmıştır. Bu bidatlar-dan bir tanesi de taarruf olduğunu belirtmiş ve mübalağalı bir şekilde inkar etmiştir. Kitabında alimlerin bu konudaki sözlerini nakletmiştir. Ancak taarrufu bidat sayanlar, fahiş bidatlardan say*mamışlar fakat, başka bidatlara nisbetle daha hafif görmüşlerdir.

c. Bazı Bidatîar

Zamanımızda avamın adet haline getirdikleri bi-datlar, kötü bidatlardır. Zilhiccenin sekizinci gününde Arafat dağında meşaleler yakmak fahiş bir sapıklıktır. Birçok kötülükler onda toplanmıştır: Malı boş yere zayi etmek, ateş yakmakla Mecusilerin şiarını izhar etmek, erkek ve kadınların bir arada kalmaları ve kadınların yüzü açık olduğu halde ara*larında mum yakmaları ve Arafat’ın meşru vakti da*ha girmeden Arafat’a çıkmaları bu kötü bidatlar-dandır. Bu kötülükleri inkar etmek ve gidermek, Ve-liyü’1-Emir ve onları gidermeye gücü yeten herkese vaciptir. Allah daha iyi bilir.

Benzeri konular:

Cevapla