Paylaş
Takiyye nedir? Müslümanın takiyye yapması caiz midir?
Question
Takiyye ne demektir? Müslümanın Müslümana takiyye yapması caiz midir? Takiyyenin müdârâ fiiliyle nasıl bir anlam ilişkisi vardır?
Sözlükte sakınmak ve korunmak manasını ifade etmektedir. Kavram olarak da bazı insanlarin kötülüklerinden korunmak için, niyeti açığa vurmadan onların arzu ve istekleri istikametinde hareket etmek anlamına gelmektedir.
Takiyye Kur’ân-ı Kerîm’in, “Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah ka tında hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehli keden dolayı takiyye yapmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gel mekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah’adır” (Âl-i İmrân 3/28) âyetinde “tukâh” şeklinde geçmektedir.
Takiyyenin uygulanabilirliği konusunda mezhepler ara sında görüş birliği temin edilmiş değildir. Konuyla ilgili yaklaşımlar şöyle zikredilebilir:
(a) Mu’tezile’ye göre takiyye uygulamasına izin yoktur. Çünkü toplumda emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker (iyiliği emredip kötülüğü yasaklama) prensibini uygulamak her Müslüman üzerine farzdır. Takiyye ise bu ilkenin uygulanmasına zarar vermektedir. O sebeple takiyye câiz değildir. (Bkz. Kâdî Abdülcebbâr, el-Mu’ni fi ebvâbi’d-tevhid ve’l-adl, XX, 290 vd).
(b) Şi’a’ya göre de şayet Şiiler için kendi toplulukları dışın dan gelebilecek mutlak veya muhtemel bir tehlike söz konusu ise, o
takdirde takiyye uygulanması gereken bir zorunluluk (azimet) veya farz demektir. Aksi durumda ise câiz değildir. (Şeyh Sadûk, Risâletü’l itikâdâti’l-imamiyye, s. 127; Ignaz Goldziher, el-Akîde ve’ş-şerî’a fi’l-islâm, s. 202)
(c) Ehl-i sünnet bilginlerinin anlayışına gelince görülür ki, onlar da takiyye kavramını ikrah (zorlamak, mecbur tutmak) olayı ile iliş kili olarak ele alarak onun, ölüm tehdidi karşısında ancak kullanıla bilir bir ruhsat olduğu kanaatine varmışlardır. Nitekim onlara göre, “Kimler iman ettikten sonra Allah’ı inkâr ederlerse (Onlar için bü yük bir azap vardır). Ancak kalbi iman ile dopdolu olduğu halde inkâra zorlanan kişi bundan müstesnâdır…” (Nahl 16/106) âyetinde açıkça beyân edilmiştir ki, ölüm tehdidi halinde, kalbi iman ile dolu olmak şartıyla canını kurtarmak için, küfrü gerektiren bir söz söyle meye izin vardır. (Taberî, Câmiu’l-beyân, XIV, 113). Bu bağlamda el Hasan el-Basrî’nin de, Müslümanlar için takiyyenin kıyâmete kadar mümkün olduğu görüşünü benimsediği ifade edilmektedir. (Kurtubî, el-Câmi’, V, 88).
Ancak burada şunu da belirtmek gerekir ki, sünni ulemâ takiy yenin kime karşı yapılacağı hususunda ittifak sağlamış değildir. Bir grup müfessire göre (Âl-i İmrân 3/28) âyeti her ne kadar bağlam itibariyle takiyyenin kâfirlere karşı yapılacağını ifade ediyorsa da, Müslümanların birbirlerine karşı takiyye yapmaları da câizdir, der ken; bazıları da Müslümanın Müslümana karşı takiyye yapmasının câiz olmadığını öne sürmektedir.
Bizim şahsî kanaatimize göre takiyye insanın canını ve malını korumak üzere başvuracağı bir yoldur. Bu da kötülüklere karşı gü vence anlamına gelmektedir. Böyle olunca kötülük kimden gelirse gelsin onu işleyene karşı takiyye yapılabilir. Zira bazen dindar insan lar bile aynı inancı paylaştıkları insanların can ve mallarına kastet meyi düşünebilirler. O halde takiyyeyi câiz hale getiren öznesi de ğil, yapılacak kötülüktür. Ancak bu durumu genelleştirmek de doğru bir yaklaşım olarak görülmemelidir. Çünkü makul sınırlar aşıldığında
ve süreklilik kazanma eğilimine girildiğinde yapılacak takiyyeler, karakter bozukluğuna yol açıp, beşerî ilişkilerde istenmeyen sonuçla rin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Aynca bu anlamdaki takiyye ruh satının ülkeler arası ilişkilere menfi yönde tesir ettiği, bundan başka yerli-yersiz yapılan bu tür takiyyelerin insanlar arasında daima bir güvensizlik ve şüphe ortamı meydana getirdiği, daha da kötüsü kül tür alışverişini olumsuz yönde etkilediği göz ardı edilmemelidir. Bu özelliği sebebiyle olmalı ki takiyye ölüm korkusu sebebiyle câiz gö rülse de, Ehl-i sünnete göre mutlaka başvurulması gereken dinî bir prensip değildir.
Burada şunu da belirtelim ki, takiyye ile yakın anlam ilişkisi buunan bir kavram da “müdârâ” dır. Müdârâ bir insanın aynı ortamı paylaştığı diğer insanlarla iyi geçinmeye çalışarak, bir hakikatin üzerini kapatmadan ya da ikiyüzlü hareket etmeden durumu idare etmesi de mektir. Denildiğine göre Hz. Peygamber kendilerinden kötülük gelme ihtimali bulunan kişilerle karşılaştığında onları idare etmiş, bu müna sebetle aile içi barışın sağlanması vb. durumlarda bu yönteme başvurulmasını uygun görmüştür. (İlgili hadisler için bkz. Buhârî, Nikâh) Kaynak: 88 soru cevap kitapları
BENZER KONULAR:
Answers ( 3 )
TAKİYYE; Lügat mânâsı itibariyle bir şeyden korkmak, sakınmak, çekinmek ve saklanmak anlamındadır. Kavram ile ilgili çeşitli tanımlamalar söz konusudur; “Açık ve muhtemel tehlikeden korunmak maksadıyla inancın gizlenmesi. Zarardan muhafaza için söz ve fiil ile hakka muhalefet etmek. Birinden veyâhut bir topluluktan mensup olduğu zümrenin malını, canını, inancını korumak maksadıyla çeşitli hal ve hareketler sergilemek. İhtiyat, korku ve gizlenmek mânâsında olup, mecburiyet veya zarar tehdidi karşısında dinin gereklerinden muafiyet için kullanılan bir tabirdir.”
Dini-siyasî bir tabir olarak ise, muhalif veya düşmanlara karşı, gerçek inanış ve düşüncesini gizleyerek, bir zarar gelmesini önlemek, demektir.
İbn Manzur’un (711-1311) tanımına göre ise takıyye, “kalben istemedikleri halde korku ve tedirginlik durumunda, bu tedirginliği taşıdığı kimselerle ittifak kurma niyetinde olanların tutumudur.”
TAKİYYENİN TERİM ANLAMI VE ÇEŞİTLİ TANIMLARI
İlim adamlarının takiyye konusunda ittifakla kabul ettikleri bir terim anlamı yoktur denebilir. Çünkü Hicrî I. asırdan itibaren kitleler, içinde bulundukları siyasî ortam ve toplumsal yapıya uygun olarak bu kavramı değerlendirmişlerdir.
Can tehlikesi söz konusu olduğu zaman kişinin derûnundaki imanını, inancını gizleyebileceğine ruhsat verildiği hemen her mezhepte kabul görmüştür. Üzerinde münakaşa edilen, takiyye’nin ruhsat olmaktan öte bir azimet; dinde bir prensip olarak alınmasıdır.
Tarih boyunca hakim zümreyi oluşturan Ehl-i Sünnet, takiyye’yi, ölüm ve işkenceden kurtulmak amacıyla, zor durumda kalanın (mükreh) faydalanabileceği bir ruhsat (izin) olarak görmüştür. Dolayısıyla konuyu bir inanç meselesi olarak görmedikleri için akaid kitaplarına almamış, sadece ilgili ayetlerin tefsirinde ve fıkıh kitaplarının “Kitâbu’l-İkrâh” bölümünde ele almışlar, şartlarını ve hükümlerini açıklamakla yetinmişlerdir.
Mesela el-Cassâs (v. 370/980) “Ahkâmu’l-Kur’ân” adlı eserinde takiyyeyi, “Canından olmaktan veya sakat kalmaktan korktuğunda kişinin, öyle olmadığı halde kafirlere dost görünmesi” olarak tanımlarken şartlarını da belirgin bir şekilde ele alır.
Es-Serahsî (v. 490/1096), “takiyye, bir kimsenin ölüm veya işkenceden kurtulmak, kendini korumak amacıyla, olduğundan başka türlü görünmesi ve davranmasıdır”diye tarif etmiştir.
İbn Kesîr (v. 774/1372), “kişinin ölüm korkusundan dolayı inancını gizleyip, bu duruma sebep olan halin ortadan kalkmasını ümit ederek zalimlerle zahiren iyi geçinmesidir” diye benzer bir tarif yapmıştır.
El-Kurtubî (v. 671/1272) ise, “takiyye, kafirlerin arasında bulunan müslümanın hayatından korkması halinde, kalbindeki inancını gizleyerek, onlara karşı yumuşak davranması ve onlarla hoş geçinmesidir” şeklinde tarif etmektedir.
Son dönem araştırmacılarından bazıları takiyyenin ıstılah manasını, “açık veya muhtemel tehlikeden korunmak maksadıyla inancın saklanması ve gizlenmesi” şeklinde özetledikleri gibi, “kendilerine yardım etmemekle birlikte muhaliflerle hoş geçinmek , öldürülme, esir edilme veya eziyet çekme şartları altında, korunmak için gerçek inancı açığa vurmamaktır” şeklinde de tarif etmişlerdir.
Verdiğiniz bilgilerle ışık oldunuz. Allah razı olsun hocam.