Tasavvufta “Havf” ve “Recâ”

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

Havf ve Recâ (Korku ve Ümit) Dengesi

Havf ve Reca Korku ve Umit Dengesi

“Havf ve reca (korku ve ümit) arasında olmak” ne demektir?

Korku (havf), hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesi veya arzulanan bir şeyin elde edilememesinin insanın ruhunda oluşturduğu elem ve huzursuzluğu yansıtan psikolojik bir hâldir. Tasavvufi açıdan daha çok Allah korkusu ve ahirete yönelik endişeleri ifade etmek için kullanılır. Tasavvufun ilk dönemlerin den itibaren ilahi cezaya uğramak, cehennem korkusuyla gözyaşı dökmek, kulluğun ve zühdün alâmeti olarak görülmüştür. Bu nedenle havf, hüzün ve ağlamaya büyük önem verilmiş ve hemen bütün tanınmış zâhid ve sûfîler bu hâllerle ilgili değişik yorumlar yapmışlardır.

Buna göre Ebû Hafs el-Haddâd havfi bir meşale olarak tasavvur etmiş, kalpte bulunan hayır ve şerrin bu meşalenin yardımıyla görülüp ayırt edilebileceğini düşünmüştür. Ebû Süleyman ed-Dârânî, kalbin harap olmasını havf duygusunun yok olmasına bağlarken Hâtim el-Esam havf ile ibadet arasındaki münasebete dikkat çekmiş ve onu ibadetin süsü olarak gör müştür. Hâris el-Muhâsibi de Allah’tan korkmayı ahiretteki so rumluluğun esası olarak savunmuş, İmam Gazzâlî havf ve reca’yı ilim ve marifetle irtibatlandırmıştır.

Diğer hâl ve mertebeler de olduğu gibi sûfiler havf ve recayı da kişinin sahip olduğu dinî şuur ve anlayışına göre derecelere ayırmışlardır. Bu dereceler aynı zamanda havf ve reca duygusunun doğru bir şekilde nasıl yaşanabileceğini de göstermektedir. Havf’ın ilk aşaması Allah’ın gazabından ve cezalandırmasından korkmaktır. Böyle bir korkunun temelinde inanç yatmaktadır. Zira iman etmeyen kişinin uhrevi cezadan korkması mümkün değildir. Bu nedenle böyle bir korku, kişinin imanının sıhhatinin delaleti olarak kabul edilmiştir. “Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.” ayeti buna işaret etmektedir.

İkinci aşaması, Allah’a kulluktan uzaklaşıp nefisle baş başa kalmaktan kaynaklanan korkudur. Bu derecedeki korku ibadet hayatlarında daha şuurlu olanların hissettikleri duygudur. Çünkü ibadet ve taatlerine rağmen ilahi rızaya uygun olacak şekilde nefislerini terbiye edip güzel ahlâkla donanamadıklarını ve günahlarından bir türlü vazgeçemediklerini far kederler. Bu farkındalık ise onlarda nefisleriyle mücadele etme azmi mey dana getirir. İkinci aşamadaki korkunun alameti ise “Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir.” ayetiyle işaret edildiği üzere kalpte daima varlığını koruyan bir ürpertinin olmasıdır.

Havfin üçüncü aşaması ise ilahi huzurda olma bilincini kay betme korkusudur. Çünkü sofilere göre ihsan adı verilen bu bilinç hâli kişinin Allah ile güçlü bir bağ kurmasını sağlar. Bu bilincin yitirilmesi ise Hak’tan mahrum olma anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu aşamada bulunan kimse tam anlamıyla havf ehli olup Allah’tan başka kimseden korkmaz. Nitekim Cenâb-1 Hak böyle bir korkunun üstün oluşuna şu ayetle dikkat çekmiştir: “Onlardan korkmayın! Eğer inanıyorsanız sadece benden korkun.” Bu tür korku kalpte heybet ve muhabbet hissi mey dana getirir.
Sûfilerin havf konusunda üzerinde durdukları bir başka hu sus, bu hâlin ifrat ve tefritinden sakınmanın gerekliliğidir. Havfin zayıf olan derecesi tutkuları dizginlemeye, kötü alışkanlıkları yok etmeye ve arzuların ateşini söndürmeye yetmeyeceği gibi aşırı olanının da aklı, tabiatı ve mizacı bozarak kişiyi ümit sizliğe sevk edeceği ve karamsarlığa düşüreceği açıktır. Ayrıca mutasavvıflar aşırı korkunun akıl ve beden sağlığına zarar ve ren ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunu da belirtmişlerdir.

Çoğunlukla havf ile birlikte kullanılan reca ise kulun ilahi lütuf ve rahmetin genişliğini hissetmesi, sonunun iyi olacağı ni düşünüp sevinmesi, kalben rahatlık ve ferahlık duymasıdır. Havfın kaynağı Allah’ın gazabı, azabı ve cehennem iken recanın kaynağı ilahi rahmet, mağfiret ve cennettir. Havfın zıddı Allah’ın mekrinden ve azabından emin olmak, reca’nın zıddı ise rahmetinden ümit kesmektir. Havf ve reca hâllerini bir kuşun iki kanadına benzeten sûfiler biri olmadan diğerinin işe yaramayacağını, her iki hâlde de aşırıya kaçmaksızın orta yolun (bey ne’l-havf ve’r-reca) tutulması gerektiğini belirtmişlerdir.

Mutasavvıflara göre reca duygusunun üç türlü kaynağı vardır: İlki kulun amelleri sebebiyle Allah’ın sevabından ümitvar olmasıdır. Bu tür reca duygusu kişiyi iyi ameller işlemeye ve amellerini arttırmaya sevk eder; onda Hakk’a hizmetten zevk alma duygusunu uyandırır ve nefsinin nehyedilenlere yönel memesini sağlar. Zira sevap ümidi taşımazsa amel hususunda tembellik edebilir. İkincisi, kulun amellerine güvenmeyip sade ce ilahi rahmete bel bağlamasıdır. Zünnûn-ı Misri’nin “Allah’ım! Senin engin rahmetine kendi amellerimizden daha çok güveniyoruz.” duası buna işaret eder. Üçüncüsü ise sadece Allah’tan ümitvar olmaktır. Bu hâli yaşayanlar, onları Allah’a yönelmek ten alı koyacak şeylerden yüz çevirerek daima Hak’la ünsiyette olmanın iştiyakını taşırlar,
Havf ve reca ile ilgili tariflerde iki kavram birbirinin zıddı gibi görünse de böyle olmayıp birbirlerini tamamlayan iki mertebe olarak değerlendirilmiştir. Bununla birlikte Allah’la ün siyet hâlinde olup kalbini O’na bağlayan kimse için ise bu iki hâlin öneminin kalmadığı da ifade edilmiştir. Havf ve recanın ileri derecesine kabz ve bast, kabz ve bastın ileri derecesine de heybet ve üns adı verilmiştir.

BENZER KONULAR:

Cevapla