Paylaş
Tevhid
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
Tevhid
TEVHİD HAKKINDA GENİŞ BİLGİ
İslâm öncesi Arap tarihine âşina olanlar yakinen bilirler ki, o dönem Araplarında, Kur’ân’da da açıkça belirtildiği gibi “yüce yaratıcı” olarak Allah’a inanılmakla birlikte, esasen çoktanrılı bir yapı mevcuttu. Bu yapı da asıl önemli olan husus, Allah dışındaki ilahlara imanın, Allah’a imanı gölgede bırakarak, kutsallık alanını işgal etmiş olmasıdır. Bu şekilde kutsallığın bölünmesi ve yaygınlaşması nedeniyle, din alanında istismar ve yozlaşmanın artması kaçınılmazdı, nitekim de öyle oldu. Hicaz bölgesinde milattan önce iki binli yıllarda Hz. İbrahim tarafından temelleri atılan ‘Allah’ın dini’nin (Haniflik) yerini, Hz. Peygamber risalet görevine başladığı sırada Allah’tan ziyade putları, kabilesel gelenekleri ve bunlar üzerine inşa edilen mitolojileri kutsallaştıran ‘atalar dini’ almış bulunuyordu. Bir diğer deyişle, ‘din’ kavramının ilahi içeriğinin boşaldığı, buna karşılık iyisiyle kötüsüyle gelenek ve örflerin dinîleştiği, dolayısıyla da, ilahi olanın ya unutulduğu ya da özünden uzaklaştırıldığı karmaşık ve kaotik bir süreç yaşanmaktaydı. Bu öyle bir süreçti ki, M. Rodinson’un ifadesiyle “insanlar hangi tanrıya tapınacaklarını, hangisinden korkup hangisine sığınacakla rinı şaşırmışlardı.” Câhiliye toplumunun, Kur’ân’da, “vahiy ve hikmet- ten mahrum, dalalet içerisindeki ümmiler” olarak nitelenmesi, işte bu sebepledir.
Kur’ân’dan anladığımıza göre, bu sonucun ortaya çıkmasının temel sebebi, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Allah’la insan arasındaki sağlıklı diyaloğun kopması, buna bağlı olarak da, Allah’ın ve pek tabii olarak O’nun insan hayatı için önerdiği temel ahlaki kurallar ve değerlerin unutulmuş olmasıdır:“ Bu durumda, söz konusu sonucu ortadan kaldırmanın yegâne yolu, yeniden insanoğlunun salahı için merkezî değer olan Allah’ı hatırla mak ve yalnızca O’na dönmektir. İşte bu nedenle tevhid, risaletin Mekke döneminde vurgulanan temel konularının başında yer almıştır. Daha son ra Medine döneminde de varlığını muhafaza eden tevhid vurgusu nede niyledir ki, tarihsel süreç içerisinde Islâm, doğru bir şekilde “tevhid dini” olarak tanınmıştır.
İslâmiyet’in tevhid dini olarak tanınması, doğduğu coğrafyada yaygın olan puta tapıcılığı ortadan kaldırmayı hedef almasının yanında, bütün insanlığa hitap etme özelliğiyle, insanlar arasında gerek o çağda bulunan gerekse sonraki dönemlerde ortaya çıkacak olan çok tanrıcı inançlara cephe almak, hatta diğer semavi din mensuplarının ulûhiyyet anlayışını tashih etmek gibi önemli görevleri üstlenmesine bağlı olmalıdır. Kur’ân-1 Kerim’in düşünce örgüsünde insana değer verme unsuru çok önemli bir yer tutar. Kişinin kendisi gibi yaratılmış bir nesneyi tanrı diye tanıması, ona insan üstü özellikler vererek tapınması insanlık değerleriyle bağdaş maz. Çok tanrıcı inancın tenkit edildiği birçok âyette tapınılan şeylerin değersizliğine sık sık dikkat çekilmekte ve özellikle onların yaratma gü cünden, hatta insana ait birçok fonksiyondan yoksun olduğu vurgulan maktadır.
Kur’an’ın başlangıç bölümünü teşkil eden Fatiha süresinin her namazda birkaç defa okunmak suretiyle günde yaklaşık kırk defa tekrar edilişinin hikmetlerinden biri, her halde tapınılacak, yardımı istenip sığınılacak varlığın sadece Allah olduğunu kişinin zihnine ve gönlüne yerleş tirmekten ibarettir. Kâinatı yaratıp geliştiren, koruyup yöneten, engin ve sınırsız rahmetle nitelenen (rabbü’l-alemîn, rahman ve rahim) Allah’tan başkasına kulluk anlamında eğilmek, kendini ona bağımlı hissetmek (ibadet ve istiâne), birçok yaratıktan üstün ve şerefli kılınan insanoğluna büyük bir haksızlıktır. Kur’ân-Kerim, Hz. Lokman’ın oğluna öğüt verirken Allah’a ortak koşmayı, yani şirki “büyük bir zulüm” olarak niteler.! Başka âyetlerde de şirkin zulüm olarak nitelendiği görülmektedir. Burada söz konusu edilen zulüm, her şeyden önce insanın kendi şahsiyetini, hürriyetini, şerefini ve dolayısıyla insanlık değerini kendi davranışlarıyla yok etmesi anlamına gelir.
Kur’ân’da İslâmî bütün değerlerin ana kaynağı olan tevhid sıklıkla hatırlatılmak suretiyle inanan kişi ve toplumun hakikatle uyumlu bir iliş ki kurması hedeflenmiştir. Zira tevhidin hakikatini idrak eden bir kimse, bu suretle kendisinde oluşan özgüven sayesinde Allah’dan başka hiç bir şeyden korkmaz. Onun tek yardımcısı Allah’tır, tek sığınağı da yine O’dur. Diğer bütün hayali cennetler ümitsizlik yerleridir. Zira o gayet iyi bilir ki, “Allah’tan başka dostlar edinenin durumu örümcek evine benzer. Halbuki evlerin en çürüğü örümcek evidir.”
İslâm geleneğinin haklı olarak “tüm Kur’ân’ın özü” diye tanıttığı kısa fakat çok önemli olan İhlas suresi Allah’ı “Samed” diye adlandırmıştır. “Samed”, sel felaketinden korunmak için bir sığınak oluşturan, içinde çatlak ve delikleri olmayan, kaldırılmaz ve tahrip edilmez bir kayaya benzetile bilir. Böyle bir kayadan başka bir yere üslenmek, yani bütün varlığın te meli olan Allah’tan başka bir şeye dayanmak, Kur’ân’ın sıklıkla kullandığı ifadeyle “kaybeden olmak” demektir. Çünkü bu bir örümcek ağında yaşa mayı seçmek gibidir. Insanın amelleri eğer böyle bir kaya üzerinde bina edilmemişse, kendisi amelini ne kadar yüksek görse de, yine de hiç bir ağırlığı yoktur. Bu ameller hayatın en son dayanağı ve bütün değerlerin kaynağından yoksundur. Bu yüzden onların amelleri “etrafa saçılmış toz zerreleri gibidir. Bütün düşünce ve amellere önem kazandıran ve onları anlamlı yapan, hayata bütünlük, birlik ve değer veren sadece Allah’tır. Ha kikatin herhangi bir şekilde parçalanması, sınırlandırılması ve doğrunun bölünmesi ise “şirk”tir.
Şirkin hakim olduğu bir toplum, hakikatin parçalanmasına paralel olarak değerlerin yozlaştığı, dolayısıyla da değerler anarşisinin yaşandığı bir toplumdur. Bu sebepledir ki, Hz. Peygamber son nefesini verdiği güne kadar, putperest toplumda tevhid inancını yerleştirmek suretiyle kesin ve kalıcı bir paradigma değişikliği gerçekleştirmek için olağanüstü bir gayret ortaya koymuştur. Sonuç itibariyle Hz. Peygamber’in “Bir Allah’ı müşrik Arapların inandığı “Tanrı” ve tanrılardan farklı olarak, sürekli hayatın içinde olan, insana şah damarından daha yakın, adalet, merhamet, ilim, kerem, izzet, kudret, af ve mağfiret, sabır, barış..gibi sıfatlarla muttasıf, ebedî ve ezeli varlıktır. Bu sıfatların her biri, insanoğlunun dünya hayatını tanziminde önünü aydınlatacak değerlerin ana kaynağıdır. İnsana düşen temel vazife, kurtuluşa erenlerden olabilmek için Bir olan bu Yüce Yaratı cı’ya inanmak ve O’nun ahlakıyla ahlaklanmaktır.
İslam medeniyeti tarihi
Tevhid ilmi nedir? Tevhid ilminin kapsadığı konular nelerdir
BENZER KONULAR:
Answers ( 5 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
SÖZLÜKTE TEVHİD
Her şeyin varlık sebebi olup, tek ve bir olan Allah’ı anlatmak için sembol olan tevhid, kök itibari ile vahdet, vühud kökünden türemiş bir kelimedir. Kelimenin Arapça’daki sülasi masdarı vahhede, muzarisi de yuvahhidu’dür.” Tevhid, kelimesi birlemek, bir ve tek kabul etmek anlamlarını ifade etmektedir.” Tevhidin sıfat olarak kullanımı olan “Vahid” kelimesi Allah Teâlâ için kullanıldığında “ortağı, eşi ve benzeri olmayan” anlamını taşımaktadır.
Peygamberimizin döneminde tevhid kelimesi Allah’a şirk koşmanın zıttı olarak kullanılmaktaydı. Çünkü o dönemde, araplar, ay, güneş ve yıldız gibi cismani şeylere ek olarak, ruh, cin ve melek gibi ruhani varlıkları Allah’ın ulûhiyetine ortak koşmuşlardır. Müşrikler, ilahlığın tapındıkları putlara değil Allah’a ait olduğunu biliyor, fakat kendilerini doğrudan Allah’a ibadet etmeye lâyık görmedikleri, O’na karşı gereğince kulluk yapamadıkları için Allah’a yakınlaşıp şefaatte bulunacaklarını umarak putlara tapmayı âdet ediniyorlardı.” Allah’ı kabul etmekle birlikte, kendileri ile Allah arasında putların aracı olduğuna inanmaktaydılar. Bu yüzden sahabeler Allah’ı birlemek anlamına gelen tevhid kelimesini kullanmaya başlamışlardır. Kur’an-ı Kerim’de tevhid kelimesi kullanılmamıştır. Ancak onun yerine “Vahid”, “Ehad” kelimeleri yer almıştır. Hadis kaynaklarında ise Allah’ın birliğini ifade etmek üzere, tevhid kelimesinin yanı sıra “Ahad”, “Samed” isimleriyle “Vahid”, “Vahdehu” kelimeleri de yer almıştır
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
ISTILAHTA TEVHİD
Tevhid Allah’ın zatında ve fiillerinde tek olup, hiçbir ortağının olmamasıdır. Tevhid Allah’ı birlemektir, O’ndan başka ilah olmadığının göstergesidir. Tevhid denildiği zaman aklımıza ilk gelen şey ‘‘lâ ilâhe illallah Muhammed Rasûlullah’’ cümlesidir. Aslında bu cümle tevhidin ve imanın özünü yansıtmaktadır. Allah’tan başka ilah olmadığını ifade eden tevhid kelimesinin açılımıdır. Aynı zamanda imanın en büyük göstergesidir.
Birçok âlimin düşüncesine göre tevhid kelimesi yüce rabbimizin birliğine inanmaktır. Yüce Allah’ı akla gelecek, ulûhiyetin şanına uygun olmayan her şeyden tenzih etmektir. Tevhit ilkesi Hz. Âdem ile başlamış, Hz. İbrahim ile yeryüzüne yerleşmiş daha sonra da diğer peygamberlerle pekiştirilmiştir. Hazreti Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelen bütün peygamberlerin temel ilkesi tevhid dinini oluşturmak ve onu yeryüzünde kaim ve daim kılmaktır.
Allah’tan başka ilah olmadığını ifade eden Kelime-i Tevhid aynı zamanda Allah’tan başka dirilten ve hayat veren, Allah’tan başka yaratan, O’ndan başka ebedi mülk sahibi olan, O’na ortak koşulacak hiçbir varlığın olmadığı anlamlarını da ihtiva etmektedir. Tevhide bağlılığını söyleyen bir insan bu ifadelerin hepsini kabul ettiğini de vurgulamaktadır.
Tevhid değişik açılardan incelenmiştir. Bunlardan biri de tevhidin ilmî ve amelî olmak üzere ikiye ayrılmasıdır. İlmî tevhid, Allah’ın bir olduğunu ve kâinattaki tüm varlıkların O’nun birliğini göstermesidir. Amelî tevhid ise bu bilgilere sahip olan kişinin bunun bilincinde olarak ibadet etmesi ve ibadetlerine dikkat edip bu bilgiyi ameline yansıtmasıdır.
Fatiha süresinde geçen âyetler bize tevhidi en güzel şekilde açıklamaktadır. Allah Teâlâ Fatiha süresinin dördüncü âyetinde, din gününün yani ceza ve mükâfatın verileceği günün, mâliki olduğunu söylemektedir. Bu yüzden insanları hesaba çekme hakkı da Allah’a aittir. Kıyamet gününde Allah’ın birliği herkesçe bilinecek kimse inkârda bulunamayacaktır. O izin vermeden kimse konuşamayacak, kimse kimseye şefaat edemeyecektir.
Her gün defalarca okuduğumuz ve Ümmul kitap diye isimlendirilen Fatiha süresi âdeta dinimizin özetini ihtiva etmektedir. Surenin devamında “Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” cümlesi de tevhidin ana konusunu ihtiva etmektedir. Allah Teâlâ bu âyette yalnız kendisine ibadet edileceğini ibadet edilmeye layık olan tek varlığın kendisi olduğunu söylemiştir. Ayrıca bu âyet ictimai bir mesaj da vermektedir. Allah Teâlâ bu âyette biz dilini kullanarak islamda birlik olmanın önemini vurgulamıştır. Bu duayı okurken tek başımıza olsak dahi “Ben yalnız değilim kardeşlerimle huzurundayım, meleklerle divanındayım dedirtiyor. Bu ifadeleri kullanırken âdeta bize şeytan gibi, benliği tattırma, ben dedirtme şeklinde niyazda bulunuyoruz. Bir yandan da bu âyetle Hz. İbrahim’in niyazıyla Rabbimize yalvarmış oluyoruz. En’am süresinde Hz. İbrahim “Ben hakka ve Tevhide yönelerek yüzümü göklerin ve yerin yaratıcısına döndüm”buyurmuştur. Biz de hergün defalarca Fatiha süresinde geçen âyetleri okuyarak Hz. İbrahim’in duasına eşlik etmekteyiz
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
İMANDA VE AMELDE TEVHİD
Kuran’ı Kerim’in ana teması tevhittir. Kur’an’da ismi geçen bütün peygamberler tevhid akidesini yerleştirmek için yaşamış ve mücadele vermişlerdir. Peygamberleri göndermenin ana amacı da tevhit akidesidir. Tevhid insanın düşüncesinde başlayıp hayatına yansıyan bir yaşam biçimidir. Tevhid insanın günlük hayatında her tavrında Allah’ın belirlediği sınırlara uyarak yaşamak ve bu uğurda her türlü zorluğa katlanmaktır. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, tevhid bir yaşam biçimi ve hayat felsefesidir. Allah’ın koymuş olduğu ölçülere şüphe etmeden inanmak ve bu ölçülere uyulması için mücadele vermektir.
manda tevhid, Allah’ın tek tanrı olduğunu kabul etmek, bunu iyice idrak etmek ve Allah’ın bütün ortaklıklardan uzak olduğunu ikrar (tenzih) etmektir. O’nu zatında, sıfatlarında, fiillerinde birlemek ondan başka ilah olmayacağını kabul etmektir.46 Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de Bakara süresinin 255. Âyetinde geçen ve Âyet’ül kürsi adı ile anılan âyette tevhidi gereği gibi anlatmıştır. Âyetin başında Allah Teâlâ bize kendisinden başka bir ilah olamayacağını bildirmiş, yeryüzünde yaratılan her şeyin kendisi ile bağlantılı olduğunu belirtmiştir. Âyetin devamında Allah Teâlâ’nın sıfatları hakkında bilgi verilmektedir. “O ne uyuklar ne de uyur!” buyurmuştur. Bunun anlamı, uyuyan ya da uyuklayan bir varlığın gözetiminde aksaklık olur, bu da bir ilah için zayıflığın göstergesidir diye anlaşılmıştır. Bunu Hay ve Kayyum sıfatlarıyla pekiştirmiş ve kesinlik kazandırmıştır.
“Yerde ve gökte ne varsa ona aittir” âyetinin tefsirine baktığımızda; Allah’tan başka hiç kimse bir şey yaratmaya kadir değildir. Yaratılan her şey Allah ile bağlantılıdır yorumlarını görmekteyiz. Her şey yalnız O’na aittir söylemiyle tevhid ilkesi vurgulanırken, başkasına ait olamayacağı manasıyla da şirkin önü kesilmekte ve tamamen reddedilmektedir. Tefsirciler yerde ve gökte cümlesini bütün varlıklar şeklinde açıklamaktadır. Âyetin devamında, Allah Teâlâ, kendisinin izni olmadan hiç kimsenin kimseye şefaat edemeyeceğini açıklamış, böylece zamanın araplarının putların kendilerine şefaat edebileceği düşüncesini de reddetmiştir.
Âyette, hiç kimsenin bilgisinin kendi bilgisiyle denk olmayacağını ifade buyrulmuştur. Burada kullanılan “kürsî” kelimesi elbette ki Allah’ın sıfatlarına ters düştüğünden bu kelimeyi hükümranlık olarak çevirmek hem âyetin akışına hem de Allah’ın kudretine daha layık olacaktır. Kürsü kelimesinin tefsirinde; O’nun hükümranlığı her yeri kaplamıştır yorumlarının isabetli olduğunu görmekteyiz; zira yerleri ve gökleri içine alacak bir şey basit bir kürsüye indirgenemez. Âyetin devamında yerde gökte ve onun içinde ne varsa Allah tarafından gözetildiği ve muhafaza edildiği, bunu yapmanın ise Allah için çok kolay bir iş olduğu belirtilmiştir. Başka varlıklar için bu fiil imkânsızken, Allah Teâlâ için basit bir şey olduğu vurgulanmıştır.
Böylelikle Âyetü’l-Kürsî’den çıkarılacak sonuçları şöyle sıralayabiliriz;
Âyetü’l-Kürsî’yi açıkladıktan sonra şunu daha iyi anlıyoruz ki; tevhid Allah’ın zatında, sıfatlarında ve isimlerinde hiçbir eşinin ve benzerinin olmamasıdır. Bize düşen görev bunu tasdik edip Allah Teâlâ’ya gereği gibi ibadette bulunup, Allah’ı ibadet yönünde de birlediğimizi göstermektir.
Allah’ın zatında bir olması Allah Teâlâ’nın cüz’ünün bulunmamasıdır. Şöyle ki bir şeyin parçalara bölünebilmesi sonradan yaratılmışlara has bir durum olup, Allah için böyle bir durum söz konusu değildir. Yüce Allah’ın sıfatlarında bir olması tam olarak onun eşinin ve benzerinin bulunmaması anlamındadır. Sonradan yaratılmış hiçbir varlık mahiyet ve keyfiyet bakımından sıfat olarak Allah’a benzememektedir. İşte bu inanca sahip olmak Allah’ı sıfatlarında birlemek anlamına gelmektedir
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
ALLAH’IN FİİLLERİNDE TEVHİD
Allah’ın fiillerinde bir olmasının şu anlamı içerdiğini söyleyebiliriz: Allah her şeyi kudretiyle ve sonsuz iradesiyle yaratmış ve yarattığı varlıkların rızıklandırmış, yaşatmış ve vakti gelince de öldürmüştür. Her şeyi var eden eser veren hayat veren ve öldüren de yüce Allah’tır. Yüce Allah dilediği her şeyi tek başına yapmaya muktedirdir. İşlerinde hiçbir ortağa veya yardımcıya ihtiyacı yoktur. Allah Vacibu’l Vücud’tur; Onun varlığı başka bir sebepten değil, bizzat kendisindendir. İslam alimleri bu fıtri ve akli bir gereklilik kabul ederek, O’nun varlığının gerekli oluşunu vacip kelimesi ile ifade etmişlerdir. O’nun yokluğu düşünülemez.
Allah Teâlâ En’am süresinde bunu şöyle açıklamıştır.
“Bu benim yolumdur. Bana inananlar bu yolu takip etsin. Başka yollara sapmayın, eğer başka yollara uyarsanız o zaman benim yolumdan sapmış olursunuz. Allah size bunları sakınasınız diye buyurmaktadır.( En’am6/153.)
Yüce Allah bizim birlememizle değil kendisi gerçekte bir olduğu için birdir. O zâtında ve hükümlerinde birdir. Bizim onu birlememiz inancımız için gereklidir. Allah’ın buna ihtiyacı yoktur. Bilakis buna ihtiyaç duyan biziz. İnancımızın değer ve anlam kazanabilmesi için bizim Allah’ı her yönden birlememiz şarttır.
İhlas süresine baktığımızda; bu sürede ana temanın birleme olduğunu görmekteyiz. Sürenin ilk âyetinde Allah’ın bir ve tek olduğundan, ikinci âyette ise Allah’ın Samed sıfatından bahsedilmektedir. Samed kelimesinin anlamına baktığımızda; her şey Allah’a muhtaç o ise hiç kimseye muhtaç değildir anlamını içerdiğini görüyoruz. Bu anlam da bizi Allah’ın birliğine götürmektedir. Âyetin devamında Allah Teâlâ doğmadığından, doğurmadığından ve kendisinin hiçbir eşinin, denginin ve benzerinin olmadığından da söz edilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın özelliklerinden ve sıfatlarından bahseden nadide sürelerden biri olan İhlas süresi, Allah’ın bir ve tek olduğunu gözler önüne sermektedir. Aynı zamanda Allah’ın tek yaratıcı tek ilah hükümlerine dikkat çeken âyetler Allah’ın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde de tek olduğunu vurgulamaktadır. Kelâm âlimlerinin de ifade ettiği üzere, hiçbir varlığın mahiyeti ve keyfiyeti Allah’ın sıfatlarına benzememektedir. Örnek verecek olursak Allah’ın ilmi ezelidir mesela bizim de ilmimiz vardır ama hiçbir varlığın ilmi Allah’ın ilmi gibi ezelî ve ebedî değildir. Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmış bir ilimdir. Başka varlıkların ilmiyle karşılaştırılması mümkün değildir.
Allah Teâlâ’nın fiillerinde birliğini anlamanın en güzel yollarından biri de yaratılmışlar hakkında tefekkür etmektir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim bize insanlar ve Kâinat üzerinde tefekkür etmeyi örnek olarak sunmaktadır.
“Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini varetmiştir; sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir; sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde, yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır; işte bu Rabbiniz olan Allah’tır. Hükümranlık O’nundur, O’ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl olur da O’nu bırakıp başkasına yönelirsiniz?”( Zümer39/6.)
İnsan Allah’ın yaratma fiili hakkında tefekkür ettiğinde kendisinin bu fiili asla yapamayacağını, yaratma fiilinin sadece Allah’a has olduğunu bilir ve Allah’ın büyüklüğünü daha iyi idrak eder. Yaratma fiilini başka hiçbir varlıkta bulamayan insan yaratılmışların tek başına varolmasının imkânsızlığına kanaat getirir. Bu yüzden Rabbimiz diğer canlıların ve insanların yaratılışını tek ilah olmasına delil olarak sunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de geçen ve tefekküre örnek teşkil edecek başka bir âyette ise kâinatın yaratılışından söz edilmektedir. “O ki, birbiri ile ahenkli yedi göğü yaratmıştır”(Mülk 3)
Burada özellikle gökyüzünden bahsedilmesi geçmiş kavimlerin gökyüzündeki varlıklara yükledikleri anlamlardan dolayıdır. Geçmişte bu cisimlere tapılmıştır ve gökyüzü cahiliye devri için büyük bir öneme sahiptir.
Allah Teâlâ bu ve buna benzer âyetlerde gökyüzünün kendisi tarafından yaratıldığını hatırlatmıştır. İnsanın yeryüzünde yaşaması için gerekli olan tüm şartlar Allah tarafından insanlar için var edilmiş ve Kur’an’da gökyüzünün yaratılışı hakkında bilgi verilmiştir. Bu ve benzer âyetlerde amaç, kozmolojik veya bilimsel ilkeleri belirtmek olmayıp muhatapların her an gördüğü varlık ve olaylara yönelik algılarını yönlendirerek bakış açılarını değiştirmektir.
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
ALLAH’IN ZÂTINDA TEVHİD
Allah’ın zâtı Allah’ın kendisi demektir. Allah’ın zatında tevhid Allah’ın tek ilah olduğuna iman etmektir. Her insan kendisine inanacağı, tevekkül edeceği, bir yaratıcıya ihtiyaç duyar. Fıtrat olarak Allah Teâlâ bizi o şekilde yaratmıştır. Bunun tecellisini de bugün yeryüzünde görmekteyiz. Yeryüzünde yaşayan toplumlara baktığımızda hiçbir toplumun tamamen dinsiz olduğunu göremeyiz. Mecusi, Hristiyan, Zerdüşt, Sabiî ya da Müslüman tüm toplumların kendilerine bir din seçtiklerine şahit oluyoruz. Bu da insanların yaratıcıya duydukları ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.
Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona;”Benden başka ilah yoktur o halde bana kulluk edin” diye vahiy etmiş olmayalım. (Enbiya 25)
Yukarıda zikrettiğimiz âyet-i kerimeden de anlaşıldığı üzere Allah Teâlâ’nın peygamberleri göndermesinin temel amacı tevhid inancını oluşturmaktır. İnsanların sadece yüce Allah’a inanıp sapkınlıklardan uzak durmalarını sağlamaktır.
Yüce Allah insanı yaratılmışların pek çoğundan üstün kılmış ona büyük nimetler sunmuştur. Bu nimetlerden biri de elbette ki akıldır. Yeryüzünde gözlem yapabilme, iyiyi kötüden ayırabilme yeteneğine sahip olan herkes Allah’ın yeryüzünde yaratmış olduğu düzeni, birlik ve beraberliği ve ahengi görür. Bütün bu âlemi çokluk ve çeşitliliğine rağmen düzen içinde devam ettiren kâinatın birliğini düzenleyen, büyük mucizeler yaratarak devamını sağlayan hamde ve senaya layık olan elbette ki Allah’tır. O’ndan başka hiçbir varlık övgü ve senaya layık değildir