Tüm Peygamberler islam peygamberidir

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

Bütün Peygamberlerin dini islam’dır

Tum Peygamberler islam peygamberidir

ALLAH’IN BÜTÜN ELÇİLERİ İSLÂM’I GETİRMİŞTİR

Allah katında din kesinlikle İslâm’dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki hak tanımazlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur. Eğer seninle tartışmaya girerlerse, de ki: ‘Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah’a teslim ettim.’ Ehl-i kitap’a ve kendine kitap verilmeyen Müşriklere: ‘Siz de Allah’a teslim oldunuz mu?’ de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok, eğer yüz çevirdilerse, sana düşen yalnızca bildirmektir. Allah kullarını çok iyi görmektedir.” Ali-İmran-19

Mekke döneminde Kur’ân, asıl dinin, kişinin gönülden gelen bir inanç ve bağlılıkla kendisini Allah’a teslim etmesi olduğunu, dine çağrının da bütün peygamberler tarafından aynı kararlılıkla dile getirildiğini ortaya koymuştu. Hicretten sonra ise Medine’de Müslümanların Ehl-i kitap toplulukları ile daha fazla ilişkisi olmuştu. Yahudiler ve Hıristiyanlar aslında Mekke’de inen âyetlerden, Kur’ân’ın getirdiği dinin Allah’ın bütün peygamberlere vahyettiği hak din olduğunu biliyorlardı. Ancak Medine’de bu gerçek daha belirgin bir şekilde onlara anlatılınca, “sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü bu gerçeği reddettiler. Zaten Yahudiler ve Hıristiyanlar, daha önceden birbirlerine karşı derin bir tutuculuk içindeydiler. Kur’ân, bütün bu tartışmaların ötesinde, onlara tekrar tekrar doğru dinin Allah’a teslim olmak olduğunu anlattı: “Bilakis kim güzel niyet ve davranış sahibi olarak kendini Allah’a teslim ederse Rabbinin katında onun mükafatı vardır. Öylelerine korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de..

Kur’ân, Medine’de Yahudilere ataları İbrâhim’i ve onun doğru dinini hatırlattı. Son ve mükemmel din olan İslâm’ı kabul etmeye onları davet ederken Hz. İbrâhim ve Hz. İsmail’in Kâbe’nin temellerini yükseltirken ettikleri şu duayı anımsattı: *… Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur, şüphesiz sen işitensin, bilensin. Ey Rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan eyle, soyumuzdan da sana teslim olacak bir ümmet çıkar. Bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et. Şüphesiz tövbeleri kabul eden, merhameti bol olan yalnız sensin. Soyumuz içinden, onlara senin âyetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti öğretecek, onları arındıracak bir elçi çıkar Rabbimiz! Çünkü yalnız sensin kudret ve hikmet sahibi. ”

Yahudilerin yapması gereken, Hz. İbrâhim’in ve oğullarının dini olan İslâm’ı kabul etmeleriydi. Bu nedenle Kur’ân, Yahudi din bilginlerini, Kur’ân’ın getirdiği hükümleri eksiksiz bir bütün olarak kabul edip Allah’a teslim olmaya çağırdı. Ama onlar bu çağrıya şiddetle karşı çıktılar. Oysa ataları Hz. İbrahim ve onun peygamber oğulları ilâhî buyruklara teslimiyetin simgesi idiler: “Kendine cahilce kötülük edenden başka kim İbrâhim’in halkına getirdiği dini reddeder? Oysa biz, gerçekten onu dünyada seçkin kıldık; şüphesiz ki o, âhirette de iyiler arasında yer alacaktır. Çünkü Rabbi ona, ‘Bana teslim ol.’ buyurmuş; o da, ‘Ålemlerin Rabbine teslim oldum.”
demişti. İbrâhim de bu dini oğullarına vasiyet etti, Ya’küb da; ‘Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti, öyleyse yalnız O’na teslim olmuş Müminler olarak can verin!” (dediler)

Yahudiler ve Hıristiyanlar, birbirlerine karşı yönelttikleri ithamları Müminlere karşı da yöneltiyorlardı. Ancak Kur’ân onlara, Allah’ın gerçek dinine mensup olanların, Hz. Muhammed’e (sas) inananlar olduğunu şöyle ilan etmişti: “Onlar, Yahudi veya Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız.’ dediler. Sen de şöyle de: ‘Hayır! Biz, Hanif olan İbrahim’in dinine uyarız. O, Müşriklerden değildi.’ ‘Biz Allah’a ve bize indirilene, keza İbrahim, İsmail, İshak, Ya’küb ve torunlarına indirilenlere; yine Músâ ve İsa’ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rableri tarafından gönderilenlere inandık. Onlar arasında ayırım yapmayız; biz O’na teslim olmuşuzdur.’ deyin.”*” Kur’ân devamla onları, aralarındaki kısır tartışmaları bırakıp Allah’ın dinine, O’nun peygamberlerinin tebliğ ettiği doğru dine katılmaya şöyle çağırmıştı: “De ki: ‘Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde O’nun hakkında bizimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O’na gonülden bağlanmışızdır. Yoksa siz İbrâhim, İsmail, İshak, Ya’küb ve torunların Yahudi yahut Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?” De ki: ‘Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah katından gelmiş olup kendinde bulunan bir tanıklığı (bilgiyi insanlardan) gizleyen daha zalim kim vardır? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.

Necran’dan başlarında dini liderleri bulunan Hıristiyan bir heyet, Medine’ye Hz. Peygamber (sas) ve Müminler ile görüşmeye gelmişti. Kur’ân, onlara da Allah’ın gerçek dininin O’na kayıtsız şartsız teslimiyeti ifade eden İslâm olduğunu hatırlattı. Ne var ki, onlar katı bir tutuculukla Resûl-i Ekrem ile tartışmaya girdiler. Nazil olan Kur’ân âyetleri ise, değişmez hakikatin ve asıl olanın başından beri İslâm olduğunu, Allah Teâlâ’nın bunun dışında hiçbir dini kabul etmeyeceğini bildirdi: “Allah katında din kesinlikle İslâm’dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki hak tanımazlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur. Eğer seninle tartışmaya girerlerse, de ki: ‘Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah’a teslim ettim.’ Ehl-i kitap’a ve kitabı olmayan Müşriklere, ‘Siz de Allah’a teslim oldunuz mu?’ de! Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse, sana düşen yalnızca bildirmektir. Allah kullarını çok iyi görmektedir. Ayetlerden anlaşıldığına göre, Yahudi ve
Hıristiyanların ellerinde bulunan Tevrat ve İncil’de Hz. Muhammed’in Cenâb-ı Hak tarafından gönderilecek son elçi olduğu yazılı idi. Onlar bunu kitaplarından çok iyi biliyorlardı. Buna rağmen gerçeği kabule yanaşmayarak Hz. Peygamber (sas) ile tartışmaya girdiler. Ayrıca âyetlerde geçen “teslim olmak” iradesi ve eylemi, kulluğu sadece Yüce Allah’a yapmayı ifade etmektedir. Çünkü İslâm’ın emri budur.”

Kur’ân Müminlere örnek olarak Hz. İsa’nın annesinin, büyük annesinin ve Hz. Zekeriyya’nın Allah’a olan bağlılıklarını anlatmıştır. Yine Hz. İsa’nın ve onun ashâbı havârilerin, Allah’a kendilerini teslim etmiş Müslümanlar olduğunu belirtmiştir: “İsa onlardaki inkârcılığı sezince, ‘Allah’a giden yolda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?” diye sordu. Havâriler cevap verdiler: ‘Biz Allah için yardımcılarız; Allah’a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanlarız. Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve peygambere tábi olduk; artık bizi şahitlerle beraber yaz.” Aradan asırlar geçtikten sonra onların manevî temsilcileri olduğunu iddia eden Necran Hıristiyan heyeti de, Allah’a teslimiyete yani “Müslüman olmaya şöyle çağrılmıştır: “De ki: ‘Ey Ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin: Yalnız Allah’a tapalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da içimizden bazıları diğer bazılarını rab edinmesin.’ Eğer yine yüz çevirirlerse, ‘Şahit olun ki biz  Müslümanlarız.” deyin. ” “Allah’tan başka ilâh yoktur.” ilkesi de bu ortak özün sözle ifadesidir.

Zeyd b. Sâbit’ten gelen bir rivayete göre, Necran’dan gelen kalabalık Hıristiyan heyeti ve Medine’de bulunan Yahudi din adamları Hz. Peygamber’in huzurunda bir araya geldiler. Yahudiler de Hıristiyanlar da Hz. İbrahim’in kendilerinden biri olduğunu iddia ettiler. Kur’ân ise onlara, Tevrat’ın da İncil’in de Hz. İbrâhim’den sonra geldiğini hatırlattı. Dolayısıyla Hz. İbrahim’in Yahudi veya Hıristiyan olması mümkün değildi. O, bütün varlığıyla Rabbine teslim olmuş bir insan, gerçek bir Müslümandı. Ehl-i kitap’ın sahip olduğu taassup ve yaşadığı tutarsızlık âyetlerde şöyle anlatılır: “Ey Ehl-i kitap! İbrâhim hakkında niçin tartışırsınız? Oysa Tevrat da İncil de kesinlikle ondan sonra indirildi. Hiç düşünmüyor musunuz? İşte siz böylesiniz. Hadi hakkında bilginiz olan konuda tartıştınız, fakat hiç bilgi sahibi olmadığınız bir konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa Allah bilir, siz bilmezsiniz. İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan idi; bilakis o, tek Allah’a inanıp boyun eğmiş birisiydi, Müşriklerden de değildi. Doğrusu insanların İbrahim’e en yakın olanı, ona tabi olanlar, şu Peygamber (Hz. Muhammed) ve iman edenlerdir. Allah da Müminlerin dostudur.

Kur’ân, Ehl-i kitap’a, Allah’ın dininden başka bir din arayışına girmemeleri gerektiğini tekrar tekrar belirtmiştir. Çünkü zaten göklerdeki ve yerdeki bütün varlıklar isteyerek veya istemeyerek Allah’a teslim olmuştur. Dolayısıyla onların da yapması gereken âlemlerin Rabbine teslim olmaktır. Konu, Kur’ân’ın diliyle şöyle ifade edilir: “Onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar! Oysa göklerde olanlar da yerde olanlar da isteyerek veya istemeyerek hep O’na boyun eğmişlerdir ve O’na döndürüleceklerdir. Şu hâlde onlar, başka bir din aramamalı ve artık Müslüman olmalıdırlar. Çünkü, “Kim İslâm’dan başka bir din arama çabası içine girerse, bilsin ki bu kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o âhirette ziyan edenlerden olacaktır. Bu âyetin öncesinde de İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerin hak dinde buluştukları anlatılmış, onların bu zincirin son halkası olan İslâm’ı benimsemeleri istenmiştir. “De ki: ‘Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, Hanif olan İbrâhim’in dinine uyunuz. O, Müşriklerden değildi. Yahudiler, kendi inandıkları peygamberler dışında başka bir elçi gönderilmediğini iddia ediyor, Hz. Muhammed’i tanımıyorlardı. Kur’ân onların bu tutumunu Allah’a iftira olarak görmüştür. Çünkü bu Peygamber de Hz. İbrahim’e gönderilen vahiyle aynı özde birleşen Kur’ân’ı getirmiştir.

Diğer taraftan, Müminler de ilâhî buyruklara teslim olmak, onları yerine getirmek için gayret ve titizlik göstermelidirler. Çünkü ancak bu şekilde gerçekten Allah’a iman etmiş olurlar. Bu uyarı bir âyette şöyle dile getirilir: “Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın verdiğin hükmü kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar. Bir mümin için böyle teslimiyetten daha güzel bir şey olamayacağı da âyette şu şekilde ifade buyrulur: “İşini güzel yaparak kendini Allah’a veren ve İbrahim’in, Allah’ı bir tanıyan dinine tâbi olan kimseden kimin dini daha güzel olabilir! Ve Allah İbrâhim’i dost edinmiştir. Mesela, Allah’ın her ümmet için koyduğu kurban kesmeyi ve kurbanı Allah’ın adına kesmeyi de Müminler teslimiyetle kabul etmelidirler. Yine, zor gelse de, Allah’tan gelen cihad emrini de gerektiği şekilde yerine getirmelidirler: “Allah yolunda, gerektiği gibi cihad edin. Sizi O seçti ve size din konusunda hiçbir güçlük yüklemedi; ceddiniz İbrâhim’in dininde olduğu gibi. O size hem daha önce hem de bu Kur’ân’da ‘Müslümanlar adını verdi ki peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız. Haydi namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı bağlanın. Sizin mevlânız O’dur. O ne güzel mevlâdır ve ne iyi yardımcıdır.”

İslam nedir? Bütün Peygamberler Müslüman Mıdır

İslâm’ın temel esaslarını “Cibrîl hadisi” özlü bir şekilde anlatır: Hz. Ömer’in naklettiğine göre, bir gün Cebrail, Hz. Peygamber’in huzuruna bembeyaz elbiseli, simsiyah saçlı, yabancı bir adam kılığında çıkagelmiştir. Allah’ın Elçisi’nin yanına oturmuş ve ona: “Ey Muhammed, İslâm nedir?” diye sormuştur. Resûlullah (sas): “İslâm, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman bir de güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâbe’yi ziyaret (hac) etmendir.” diye cevap vermiştir.

Müminlerin teslimiyetlerinin sınandığı diğer bir olay Hendek Savaşı’ydı. Savaş aynı zamanda can korkusu demekti. Her insan gibi ashâb-ı kirâm da ölüm korkusunu yüreklerinde hissettiler. Ancak onları diğer insanlardan ayıran en önemli üstünlükleri, Allah Teâlâya olan sarsılmaz iman ve güvenleriydi. Bu şartlarda onlar, birbirlerine iyice kenetlendiler. Allah ve Resûlü’nün verdiği zafer sözü gönüllerini kapladı. Onların doğru söylediklerine olan sarsılmaz güvenleri kalplerini doldurdu. Düşman kuvvetlerini karşılarında gördüklerinde iman ve azimleri daha da perçinlendi. İşte Kur’ân onların bu sırada dillerinden dökülenleri şöyle aktarır: “Bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vadettiği durumdur, Allah ve Resûlü hep doğru söyler.” dediler; bu onların ancak imanlarını ve teslimiyet duygularını arttırdı. İman ve teslimiyetin zirveye ulaştığı benzer durumlar Uhud Savaşı sürecinde de yaşanmıştı. Korkutmalar, tehditler imanda derinleşmiş bu insanları yıldırmadı, aksine onlardaki adanmışlık duygusunun coşmasına sebep oldu. Âyet bu tabloyu onların dilinden bizlere şöyle anlatır: “Birtakım insanlar onlara, İnsanlar size karşı asker toplamışlar, onlardan korkun.” dediler de bu, onların imanlarını arttırdı ve ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!’ diye cevap verdiler.

İslâm kelimesi Kur’ân’da Müslümanların egemenliğine katılmak ve ona boyun eğmek anlamında da kullanılır. İslam’ın bu anlamda kullanımına, henüz kalplerine iman yerleşmediği hâlde İslâm topluluğuna katılmış bedevi Araplardan bahsedilirken rastlarız: “Bedeviler, İman ettik.’ dediler. Şunu söyle: Henüz iman gönüllerinize yerleşmediğine göre, sadece İslâm’a girdik deyin. Bununla beraber Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederseniz yaptığınız hiçbir şeyi boşa çıkarmaz; Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir. Hatta konuyla ilgili şöyle bir olay anlatılır: Bir keresinde, imanı henüz tam olarak sindirememiş bazı insanlar Allah Resûlü’ne gelirler. İslâm’a girmelerini onun yüzüne vurarak bu durumdan bir pay çıkarmaya çalışırcasına başına kakarlar. Esedoğulları kabilesinden olan bu kimseler: “Ey Allah’ın Resûlü! Biz seninle savaşmadan Müslüman olduk. Oysa filanca oğulları seninle savaştılar.” derler. Bunun üzerine şu âyet inmiştir. “İslâm’ı kabul etmelerini sana bir iyilik yapmış gibi gösteriyorlar. Onlara şöyle de: ‘İslâm’a girmenizi bana yapılmış bir iyilik saymayın! Eğer dürüst olacaksanız (kabul etmelisiniz ki) asıl Allah size iman yolunu açarak lütufta bulunmuştur. Böylece onların iç dünyalarını bilen Yüce Allah, İslâm’ı kabul etmelerinin kendilerine ilâhî bir iyilik olduğunu, fakat henüz imanı yeterince özümseyip içselleştiremediklerini bildirmiştir.

Müminler, Mekke’deki ve Medine’deki zorlu yıllardan sonra nihayet Hicaz bölgesinde üstünlük sağlamışlardı. Özellikle Mekke’nin fethine doğru, bu durum dost-düşman herkes tarafından iyice anlaşılmıştı. Ancak Müşrikler boş durmuyor, bu aşamada bile Allah’ın nûrunu söndürmeye ve insanları O’nun dininden döndürmeye çalışıyorlardı. Oysa bütün çabalar, kara propagandalar, tehditler, saldırılar boşuna idi. Çünkü Yüce Allah irade buyurmuştu, nûrunu tamamlayacaktı: “Müşrikler istemese de, bütün dinlerin üzerindeki yerini alsın diye Resûlü’nü, doğru yol rehberi ve hak din ile gönderen O’dur. ”

Müşrikler her ne kadar İslâm’ın yayılmasından rahatsız olsalar da, sonunda bu durumu kabullenmekten başka çareleri kalmamıştı. Çünkü Allah Teâlâ’nın dini, bütün batıl dinlere galip gelecekti: “Bütün dinlerin üzerindeki yerini alsın diye Resůlü’nü doğru yol rehberi ve hak din ile gönderen O’dur. Buna tanık olarak da Allah yeter. Bu durumda onların şirke bulaşmış bütün inançları, kabulleri ve hükümleri geçerliliğini yitirmişti: “… Bugün, Kafirler dininizi yok etmekten ümitlerini kesmişlerdir… Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslâmiyet’i seçtim…

Kur’ân’ın odak konularından biri olan “İslâm”, insanın hiçbir koşul ileri sürmeden, kibrinden arınmış, alçak gönüllü ve samimi bir şekilde, bütün benliğiyle Yüce Allah’a teslim olmasıdır. Bu, Allah Teâlâ’nın, inanıp iyi işler yapması için yarattığı insanın en temel iman göstergesidir. Rabbimiz katında bütün zamanlar için geçerli olan ve uyulması gereken tek din, O’na teslimiyeti ifade eden İslâm’dır. İslâm, Yüce Allah’ın insana bir armağanı, ona sunduğu eşsiz bir nimettir. İslâm, insanın temiz yaratılışına uyan, onu huzura ve kemale ulaştıran yegâne dindir. İslam’ı kendine din seçmiş bir Müslim/Müslüman, hayatını dininin gösterdiği istikamette sürdürürse, hem bu dünyada hem de âhirette mutlu olacaktır. Allah’ın buyruklarına teslim olmakla insan, aslında görünür görünmez bütün başka varlıklara kul olmaktan kurtulur ve gerçek özgürlüğe erişir. Bu sayede kendisini keşfeder, yeteneklerini kullanır, faydalı işler yapar ve Yüce Allah’ın engin rahmetine sığınma güvencesini kazanır. Bütün varlık âleminin sahibine inanıp bağlanmanın huzurunu ve manevî gücünü hisseder; iç dünyasında bu duyguları canlı tutma imkânını elde eder. Allah Teâlâ’ya bağlanmakla insan, bir taraftan hayatın zorluklarına karşı metanetli ve donanımlı hâle gelir. Diğer taraftan da hayırlara koşturan, ibadet ve sâlih amellerle kendini geliştiren ve ahlâkını yücelten iyi bir kul olma fırsatını yakalamış olur.

Kaynak: Hayat Rehberi Kuran

Dini siteler listesi

BENZER KONULAR:

Answer ( 1 )

    1
    2024-10-08T01:00:52+03:00

    Please briefly explain why you feel this answer should be reported.

    Bildir
    İptal

    Bütün Peygamberlerin Dini İslam’dır: Kur’an ve Sünnet Çerçevesinde

    İslam, insanlık tarihi boyunca Allah tarafından gönderilen tüm peygamberlerin tebliğ ettiği hak dinin adıdır. Yüce Allah, her kavme, her dönemde bir peygamber göndermiş ve onları tek bir mesajla görevlendirmiştir: Tevhid, yani yalnızca Allah’a ibadet etmek. Bu makalede, Kur’an ve Sünnet ışığında bütün peygamberlerin dini olan İslam’ın temel ilkeleri ve peygamberlerin bu misyonu nasıl yerine getirdikleri ele alınacaktır.

    1. Peygamberlerin Ortak Görevi: Tevhid

    Kur’an-ı Kerim, peygamberlerin gönderiliş gayesini açık bir şekilde ortaya koyar. Allah, insanları tevhid inancına davet etmek, onları şirkten ve kötülüklerden uzaklaştırmak için peygamberler göndermiştir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

    “Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona, ‘Benden başka ilah yoktur; bana kulluk edin!’ diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya, 21:25)

    Bu ayetten de anlaşılacağı üzere, bütün peygamberlerin ortak mesajı, insanları yalnızca Allah’a ibadet etmeye çağırmaktır. Bu mesaj İslam’ın temelini oluşturur.

    2. İslam, Bütün Peygamberlerin Getirdiği Din

    İslam, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile başlamamış, insanlığın ilk peygamberi olan Hz. Âdem’den itibaren tebliğ edilen dindir. Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve diğer peygamberlerin de İslam’ı tebliğ ettiklerini vurgular. İslam, teslimiyet anlamına gelir ve bütün peygamberler, Allah’a teslim olmayı öğretmişlerdir.

    Hz. İbrahim hakkında Kur’an’da şu şekilde buyrulmuştur:

    “İbrahim ne Yahudi idi ne de Hristiyan; fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman idi.” (Âl-i İmran, 3:67)

    Bu ayet, Hz. İbrahim’in Yahudilik veya Hristiyanlık gibi daha sonra ortaya çıkan dinlerle ilişkilendirilemeyeceğini, onun gerçek bir Müslüman olduğunu belirtir. Aynı şekilde, diğer peygamberler de İslam’ın mesajını tebliğ eden kişilerdir.

    3. Kur’an’da Peygamberlerin İslam’a Daveti

    Kur’an, çeşitli peygamberlerin kendi toplumlarını İslam’a, yani Allah’a teslim olmaya nasıl davet ettiklerini ayrıntılı olarak anlatır. Örneğin, Hz. Nuh kavmine şöyle seslenir:

    “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.” (Hud, 11:50)

    Bu ifade, peygamberlerin getirdiği mesajın ne kadar evrensel ve değişmez olduğunu gösterir. Peygamberler, farklı zamanlarda ve farklı coğrafyalarda yaşamış olsalar da tebliğ ettikleri din İslam’dır.

    4. Hz. Musa ve Hz. İsa’nın İslam’a Tebliği

    Hz. Musa ve Hz. İsa da, Allah’ın birliğine inanmayı ve yalnızca O’na ibadet etmeyi öğreten peygamberlerdir. Kur’an’da Hz. Musa’nın kavmine İslam’ı tebliğ ettiği şu şekilde aktarılır:

    “Musa dedi ki: ‘Ey kavmim! Eğer siz gerçekten Allah’a iman etmiş ve O’na teslim olmuşsanız, O’na güvenin.’” (Yunus, 10:84)

    Bu ayet, Hz. Musa’nın kavmine yalnızca Allah’a güvenip teslim olmaları gerektiğini öğütlediğini gösterir. Aynı şekilde Hz. İsa da, Allah’a teslim olmayı ve O’nun emirlerine uymayı tebliğ etmiştir. Kur’an’da Hz. İsa’nın havarilerine söylediği şu ifadeler yer alır:

    “Havariler dediler ki: ‘Biz Allah’ın yardımcılarıyız; Allah’a iman ettik. Şahit ol ki biz Müslümanlarız.’” (Âl-i İmran, 3:52)

    Bu ifadeler, Hz. İsa ve onun sadık takipçilerinin de Allah’a teslim olmuş Müslümanlar olduklarını ortaya koyar.

    5. Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Son Peygamberlik

    Hz. Muhammed (s.a.v.), bütün peygamberlerin sonuncusudur ve onun getirdiği din, önceki peygamberlerin tebliğ ettiği İslam’ın son ve mükemmel şeklidir. Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Muhammed’in son peygamber olduğu ve onun dininin evrensel olduğu şu şekilde belirtilir:

    “Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim.” (Maide, 5:3)

    Bu ayet, İslam’ın Hz. Muhammed (s.a.v.) ile tamamlandığını ve evrensel bir din olarak insanlığa tebliğ edildiğini vurgular.

    6. Bütün Peygamberler Arasında Birlik

    İslam, bütün peygamberler arasında bir ayrım yapmamak gerektiğini öğretir. Kur’an’da bu konuda şöyle buyrulmuştur:

    “Biz Allah’a ve bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa’ya, İsa’ya ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilene iman ettik. Onların hiçbiri arasında ayrım yapmayız ve biz Allah’a teslim olmuşuzdur.” (Bakara, 2:136)

    Bu ayet, Müslümanların bütün peygamberleri tanıması ve hepsinin Allah’ın elçileri olarak kabul edilmesi gerektiğini ifade eder.

    Sonuç

    İslam, Hz. Âdem’den itibaren tüm peygamberler tarafından tebliğ edilen hak dinin adıdır. Bütün peygamberler, Allah’ın birliğini anlatmış ve insanları yalnızca O’na ibadet etmeye davet etmişlerdir. Kur’an ve Sünnet, peygamberlerin getirdiği dinin özünün değişmediğini ve hepsinin İslam’ı tebliğ ettiğini açıkça ortaya koyar. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) ile bu din kemale ermiş ve kıyamete kadar geçerli olacak evrensel bir sistem haline gelmiştir. Peygamberler arasında bir fark gözetmeksizin, onların hepsine inanmak ve mesajlarına uymak, Müslümanların en temel iman esaslarından biridir.

    En iyi cevap

Cevapla