Paylaş
Vahyi Peygamberlere Cebrail (as) getirmiştir
Question
Vahiy Meleği Cebrail
(Peygamberlere Vahyi Getiren Melek)
“Battığı sırada yıldıza andolsun ki bu arkadaşınız ne sapıtmış ne de eğri yola gitmiştir. Kişisel arzularına göre de konuşmamaktadır. O (size okuduğu), kendisine indirilmiş vahiyden başka bir şey değildir. Onu, çok güçlü, üstün niteliklerle donatılmış biri (Cebrail) öğretti. O, ufkun en yüce noktasındayken asıl şekliyle göründü. Sonra yaklaştıkça yaklaştı. Öyle ki, iki yay kadar hatta daha yakın oldu.”
وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَى (1) مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى (۲) وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَى (٢) إِنْ Y هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى (٤) عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَى (٥) ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَى (1) وَهُوَ بِالْأُفُقِ الْأَعْلَى (۷) ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَى (۸) فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى (1)
(Necm Suresi)
Hadis rivayetlerine göre, Hz. Muhammed’in peygamberlik görevine hazırlanması, sadık rüyalar ile yani uykuda görüldüğü gibi çıkan rüyalarla başlamıştır. Hz. Aişe’den gelen uzun bir hadisin başında o şöyle demektedir: “Allah Resülü’nün ilk vahiy almaya başlaması, uykuda rüyâ-ı sâliha (sâdıka) görmekle başlamıştır. Öyle ki, onun istisnasız bütün rüyaları gün gibi gerçek çıkardı.” Sonunda da Kur’ân vahyi, 610 yılı Ramazan ayının Kadir gecesinde Alak sûresinin ilk beş âyeti ile inmeye başlamıştır.
Vahyi getiren Cebrail hem güçlü (şedidü’l-kuva) ve üstün niteliklerle donatılmış (zů mirra) hem de güvenilir (emîn) bir melek olarak nitelenmiştir. Hz. Peygamber, Müddessir süresinin gelişi öncesinde gördüğü bu meleği, “Yer ile gök arasını tutmuş bir kürsi üzerine kurulmuş” olarak betimler. Hz. Peygamber’in Cebrail’i görüp görmediği sorulduğunda Hz. Aişe şu açıklamayı yapmıştır: “Bu konuyu Resûlullah’a soran ilk kişiyim. O dedi ki: ‘O gördüğüm, Cebrail’den başkası değildir; ben onu gerçek sureti ve yaratılışı üzere iki sefer gördüm: Birincisi, gökten inerken, yaratılışındaki azamet göklerle yer arasını tutmuş bir hâldeydi; diğeri de vahye bir süre ara verildikten sonra.
Cebrail, vahyi, Hz. Peygamber’in kalbine bırakırdı: “Onu, senin kalbine uyarıcılardan olasın diye açık bir Arapça ile Rûhu’l-emîn indirmiştir. Bazı âyetlerde Resûlullah’ın Cebrail’den vahiy aldığı esnadaki durumunu betimleyen ifadeler bulunur. Meselâ Cebrail en yukarıdaki ufukta gözükmüştür. Bir âyette Cebrail’in konumu şöyle ifade buyurulur: “Onu, çok güçlü, üstün niteliklerle donatılmış biri öğretti. O, ufkun en yüce noktasındayken asıl şekliyle göründü. Devamında da “Böylece Allah, kuluna vahyini iletti. buyurulmuştur. Taberîye (ö. 310/923) göre bu âyet hakkında doğruya en yakın görüş, ‘Rabbinin vahyetmesini emrettiği şeyi, kulu Muhammed’e melek Cebrail vahyetti.’ şeklindedir.
Peygamberimiz vahiy esnasında yaşadıklarını şöyle anlatmıştır: “Bana her vahiy gelişinde, canımın alınıp çıkarılacağını sanırdım.” Hz. Aişe de bu durumu şöyle tasvir etmiştir: “Çok soğuk günde ona vahiy gelirken gördüm; yüzü gözü ter içinde kalır, böyle bir durumdayken vahiy hâli sona ererdi. Vahyin inişi sırasında Hz. Peygamber’in yüzünde değişiklikler gözlenir; bazen hırıldamaya benzer sesler çıkarır, yoğunlaşarak çevresiyle irtibatını keserdi. Orada bulunanlar bazen Hz. Peygamber’in yüzü çevresinde, arı uğultusuna benzer bir ses işitir, ama bunun sebebini anlayamazlardı. Peygamberimiz, kendisine vahyedileni duyar ve anlar, hiçbir kuşku hissetmeksizin bunun Yüce Allah’ın vahyi olduğunu bilir, vahiy sona erince de vahyedilen bilginin hafızasına yerleşmiş, kalbine işlenmiş olduğunu görürdü.58 Sahâbeden Håris b. Hişâm bir gün Allah Resûlü’ne “Ya Resûlallah, sana vahiy nasıl geliyor?” diye sormuş, o da şöyle cevap vermişti: “Bazen uğultu gibi geliyor ki, bana en ağır geleni de budur. Uğultu kesildiğinde (vahyin bana) söylediklerini tam olarak ezberlemiş oluyorum. Bazen de melek bana insan şeklinde görünüyor, benimle konuşuyor ve ben de onun dediklerini tam olarak ezberlemiş oluyorum.
Vahyin gerçekleştiği anda Allah Resûlü’nün yapabildiği tek şey, kendisine indirilen vahyi tekrar etmek olurdu. Tıpkı hocasından bir metin alan öğrenci gibi, Cebrail’den vahyi alır, büyük bir saygı ve itina ile ezberlerdi. Bu durumu en açık şekilde gösteren âyetlerden birisi Peygamberimizin gelen vahyi ezberleyememe korkusu yaşadığını ve kendisini yorup acele ettiğini belirten âyettir. Ancak o böyle yapmamalıydı. Çünkü vahiy Yüce Allah’ın bilgisi ve kontrolü altındaydı. Onun endişelenmesine gerek yoktu: “Sana vahyi tamamlanmadan Kur’ân’ı okumada aceleci davranma ve ‘Rabbim! İlmimi arttır.’ de. Cenâb-ı Hak sadece vahyi indirmekle yetinmeyecek, ilâhî kelâmın kıyamete kadar korunmasını da sağlayacaktı: “Kesin olarak bilesiniz ki bu Kitap’ı kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.
Hz. Peygamber (sas) aldığı vahyi muhataplarına eksiksiz olarak aktarmıştır: “O, gayba ait bilgileri sizden esirgemez! Kur’ân, vahiy gibi yüce bir emaneti üstlenen Peygamberimizin ona asla herhangi bir müdahalede bulunamayacağını net bir şekilde ifade eder: “Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık. Hiçbiriniz buna mâni olamazdınız. Resûl-i Ekrem’in, peygamberliğini yadırgayanlara vermesi emredilen cevap da bunu gösterir: “De ki, ‘Ben peygamberler arasında benzeri olmayan biri değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemem, ancak bana vahyedilene uyarım. Ben yalnızca açık bir uyarıcıyım.
Cebrail (as), vahyi Hz. Peygamber’e iletmekle kalmamış, aynı zamanda ona öğretmiştir. Her sene Kur’ân’ın o güne kadar inen âyetlerini bir bütün hâlinde Peygamberimizle karşılıklı (mukâbele, ‘arza) okumuştur. İbn Abbas’ın (ö. 68/687) betimlediği gibi “Allah Resûlü (sas) Ramazan ayında Cebrail ile karşılaştığı zaman cömertliğin zirvesinde olurdu. Yine o, Ramazan ayının her gecesi Cebrail ile karşılaşır ve ona Kur’ân’ı okurdu.” Böylece Cebrail, Kur’ân vahyinin Peygamberimizin zihninde iyice pekişmesinde ve onun korunmasında da rol almış oluyordu.
İnsanoğluna verilen en büyük nimetlerden biri olan vahiy, Yüce Allah’ın insanların içinden seçtiği şerefli bir elçiye, meleği Cebrail aracılığı ile Allah’ın varlığını, birliğini, âhireti ve âhiret hayatındaki mükafatları elde etmek için bu dünyada yapılacakları, emir ve yasakları, hikmetleri bildirmesidir. Vahiy ilâhî bilgi, yanılmaz rehber, sarsılmaz hakikattir. Kur’ân’ın tarifiyle vahiy, Allah’ın ilâhî nurunu, ışığını, aydınlığını kullarına bir ikram olarak takdim etmesidir. Tarih boyu pek çok peygamber bu aydınlığın bireylere ve toplumlara ulaşması, iyiliğin artmasına ve kötülüğün ortadan kalkmasına vesile olması için çaba sarf etmiştir. Bu ilâhî davet sürecinin son diliminde ise Kur’ân vahyi gelmiştir. Kur’an, kendisinden önce gelen vahiyleri onaylamış, son ve mükemmel dini insanlığa sunmuştur. Kur’ân ile somutlaşan ilâhî vahiy, Allah’ın nihaî ve sonsuz çağrısıdır; o, kıyamete kadar, ebedi rehber görevini sürdürecektir.
Kaynak: Hayat Rehberi Kuran
BENZER KONULAR:
Answer ( 1 )