Paylaş
Yahudiler ve Tevrat
Question
Tevrat ve Yahudiler
TEVRAT, HİDAYET ve RAHΜΕΤ OLSUN DİYE İNDİRİLMİŞTİR
“Kendilerini Allah’a vermiş olan peygamberlerin ve -Allah’ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidlerin, bilginlerin Yahudiler arasında kendisiyle hükmettikleri, içinde hidayet ve aydınlık bulunan Tevrat’ı elbette biz indirdik. Hepsi onun (hak olduğunun) şahitleri idi. O hâlde insanlardan korkmayın, benden korkun da âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar Kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide 5/44)
إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَيَةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُوا لِلَّذِينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللَّهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَاءً فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِآيَاتِي ثَمَناً قَلِيلًا وَمَنْ لَمْ يَحْكُمُ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ ((٤٤)
Hz. Musa İsrailoğullarına gönderilmiş bir peygamber, Tevrat da onlara yol göstermek üzere vahyedilmiş kitaptır. Bu konu Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli yönleriyle anlatılmıştır. Hz. Musa’ya ilahi vahiy, Medyen’den Mısır’a dönerken gelmiştir. Bu vahiyle Yüce Allah, Hz. Müsa’ya öncelikle kendisinden başka ilah olmadığını bildir miştir. Bu vahiyde, Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet hükümleri vardır. Hz. Hârün, yoldan çıkmış Firavun’a doğruyu anlatmak için kardeşi Hz. Musa’ya yardımcı ve destekçi olarak görevlendirilmiştir. Böylece Hz. Musa’nın peygamberlik görevi başlamıştır. Bu aynı zamanda büyük bir mücadelenin de başlangıcı olmuştur. Firavun’un baskı ve zulmü altında inleyen İsrâiloğulları, onun mücadelesi sayesinde Mısır’dan çıkıp özgürlüğe kavuşacaktır.
Hz. Musa’ya levhalara yazılı olarak vahiy verilmiş ve bu levhalardaki hükümlere sımsıkı sarılması emredilmişti. Ancak İsrailoğulları, Allah’ın gönderdiği hakikati ve apaçık mesajı kabul etmek istemediler. Fedakârlığına ve cesaretine bizzat şahit oldukları peygamberleri Hz. Musâ, Allah’tan vahiy almak üzere Sina’da dağa (Tür’a) gittiğinde, yanlarında kalan Hz. Hârûn’un uyarılarını dinlemeyen İsrailoğulları tevhid yolundan ayrılıp bir buzağıyı tanrı edinmişlerdi: “Musa kızgın ve üzgün olarak kavmine dönünce, ‘Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?’ dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. Hârûn, ‘Ey anam oğlu! Senin bu kavmin beni cidden zayıf gördüler; neredeyse beni öldüreceklerdi! Sen de şimdi düşmanları bana güldürme ve beni zalim kavimle bir tutma!’ dedi. Hz. Musa kızgınlığı geçince, hidayet ve rahmet yüklü emirler taşıyan levhaları aldı. Kardeşi Hz. Hârûn ve yaptıkları hatadan dönenler için Rabbinden af diledi.”
Hz. Musa ve Hz. Hârûn’un yanı sıra, Hz. İsa’ya kadar İsrailoğullarına gönderilmiş olan diğer peygamberler de Tevrat’ın hükümleri ile amel etmişlerdi. Onların din bilginleri ve dindarları da Tevrat’a göre hüküm verirlerdi. Çünkü Allah Teâlâ bu kimselere Tevrat’ın korunması görevini vermişti.” Ne var ki, Kur’ân’ın anlattığına göre, zaman içerisinde İsrâiloğulları, kitaplarında belirtilen hükümlerde ihtilafa düşmüşlerdi. Menfaatleriyle uyuşmayan birtakım hükümlerle oynayarak Tevrat’ı tahrif etmeye başlamışlardı. Daha sonra peygamber olarak görevlendirilen Hz. İsâ, Tevrat’ı tasdik etmiş ve İsrailoğullarına onun hükümlerini uygulamalarını emretmişti. Ancak Hz. İså, Allah’ın emriyle Tevrat’taki bazı dini hükümlerin uygulamasını kaldırmıştı.
İlâhî kitaplar, Yüce Rabbimizin kelâmıyla insanlığa seslenen birer hakikat manzumesidir. Bu zincirin son halkası olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisini önceki kitapların devamı olarak tanıtır. Onların tahrif edilmemiş gerçekliğini ve tevhide davet eden ilkelerini onaylar (musaddık) ve aynı zamanda onlar üzerinde belirleyici (müheymin) bir konumdadır. Kur’ân’dan önce Hz. Musa’nın kitabı, bir rehber ve rahmet olarak gelmişti. Kur’ân da aynı şekilde, “… önceki kitapları onaylayan, haksızları uyarmak için ve iyi yolda olanlara müjde olarak Arap diliyle gelmiş bir kitaptır.” Nitekim Kur’ân, getirdiği bilgilerin doğruluğunu Tevrat ile temellendirir. Diğer taraftan, zaman zaman Kur’ân’ın âyetlerinde Tevrat’ta zikredilenler aktarılır ve bu bilgiler tasdik edilir. Örneğin Maide sûresi 45. âyet “Tevrat’ta yazdık ki…” ifadesiyle başlar. Kur’ân’da onaylanan bilgiler arasında şunları örnek vermek mümkündür: Allah’ın yanı sıra başka rab edinmek yasaktır. Yalnız Allah’a kul olmak esastır. Bir insanı haksız yere öldüren, bütün insanları öldürmüş gibidir. Bir insanın yaşamasına vesile olan da âdeta bütün insanlara hayat vermiştir. Yüce Allah kendi uğrunda savaşıp şehit düşen kulların canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. Cana can, göze göze, buruna burun, dişe diş başta olmak üzere diğer yaralama durumlarında da kısas uygulanacaktır. Ayrıca Kur’ân’da “on emir” olarak bilinen Tevrat hükümlerine de işaret edilmiştir. Cumartesi yasağına ve diğer bazı Tevrat içeriklerine değinilmiştir. Bu örneklerin, bozulmamış Tevrat’ta yer aldığı konusunda Kur’ân’ın tanıklığı vardır. Nitekim söz konusu bilgilerin büyük kısmının günümüzdeki Tevrat’ta da benzer ifadelerle geçtiği görülmektedir. Bu benzeşmenin yanı sıra şunu da belirtmek gerekir ki Kur’ân, Ehl-i kitap’ın ihtilaf ettiği bazı konuların doğru cevaplarını ve çözümlerini sunmuştur.
Mekke’de Müşriklerle, Medine’de ise Tevrat’a inandığını iddia eden Yahudi toplumuyla ilişkiler bağlamında Hz. Musa’ya dair birçok âyet inmiştir. Meselâ Sevgili Peygamberimiz Allah’tan gelen vahyi insanlara iletmeye başlayınca Mekke’de bir tartışma ve mücadele ortamı doğmuştur. Müşrikler, Müminlere karşı cephe almış, onlara maddi ve manevi anlamda eziyet etmeye başlamışlardır. Bu durum karşısında Yüce Allah, Hz. Peygamber’e destek vermek ve onu teselli etmek için önceki peygamberlerin başlarından geçenleri anlatmıştır. Bu çerçevede, Hz. Mûsa’nın Firavun ve adamları tarafından reddedilmesi, İsrâiloğullarının onca ilâhî yardıma ve iyiliğe rağmen peygamberlerine zorluk çıkarmaları örnek olarak Kur’ân’da zikredilmiştir. Hatta Firavun, Hâmân ve Kārûn’un, Hz. Mûsa’nın tebliğine karşı çıkışları birkaç defa anlatılmıştır. Çünkü Mekke’de de tablo farklı değildir. Burada aynı zamanda Müşriklere de bir uyarı vardır. Zira vaktiyle, Hz. Mûsa’ya ve ona inananlara zulmü revâ gören Firavun, sonunda ordusuyla beraber helâk olmuştur. Aynı şekilde Mekke’de Allah’ın Son Elçisine ve iman eden bir avuç insana baskı ve şiddet uygulamaya devam ederlerse, şirkin elebaşlarını da ağır bir hüsran ve mağlubiyet beklemektedir.
YAHUDİLER, ALLAH’IN VAHYİNE İÇTENLİKLE BAĞLANMADILAR
افَتَطْمَعُونَ أَنْ يُؤْمِنُوا لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَرِيقٌ مِنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلَامَ اللَّهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِنْ بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ((٧٥)
“Şimdi (ey Müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan bir zümre, Allah’ın kelâmını işitirler; sonra o kelâmı iyice anlamış olmalarına rağmen yine de bile bile onu tahrif ederlerdi.”
(Bakara 2/75)
Medine döneminde Tevrat’tan söz eden âyetler çoğunlukla Yahudilerin kendi kitaplarına yönelik samimiyetsizliklerini konu edinmiştir. Bu bağlamda Kur’ân, Yahudilerin dini hükümlere karşı olan sorumsuz ve lakayt tutumlarını ağır bir şekilde eleştirmiştir. Ayetlerden anlaşıldığına göre, Yahudi din bilginleri, Allah’ın dinine ve kitabına karşı içtenliklerini, saygılarını, bağlılıklarını yitirmişlerdi. Bundan böyle Allah’ın indirdiği, kendi kitaplarını da onaylayan Kur’ân’a iman etmeye çağrılıyor lardı. Ama onlar bu kutlu çağrıyı reddetmişlerdi: “Yahudilere, Allah’ın indirdiğine iman edin, denilince, “Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız.’ derler ve ondan başkasını inkar ederler. Halbuki o Kur’ân, kendi ellerinde bulunan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır… Diğer yandan Medineli Yahudiler, Tevrat’ın hükümlerini uygulamaya davet edildikleri zaman da bundan uzak duruyorlardı. Çünkü onlar inançlarında ihlaslı ve davranışlarında dürüst değillerdi. Kur’ân, Yahudilerin samimiyetsiz tutumlarını şu âyette çarpıcı olarak gözler önüne sermiştir: “Kendinize gönderilmiş olan Kitâb’a inanıyor idiyseniz neden Allah’ın elçilerini, peygamberleri öldürdünüz? Açıkça görüldüğü üzere, çıkarları, Tevrat’ta bulunan hükümlerin önüne geçmişti. Söz gelimi Tevrat’taki recim hükmünden kaçmak için, peygamberliğini kabul etmedikleri Hz. Muhammed’in (sas) kararına başvurabilmiş ama Hz. Peygamber Tevrat’taki recim hükmünü verdiğinde bunu da uygulamak istememişlerdi. Kur’ân, onların bu samimiyetsiz tutumlarını yüzlerine vurmuştur: “İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu hâlde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir. ”
Tevrat’ta bulunan yükümlülükleri yerine getirmeyen Asr-ı Saadet dönemi Medine Yahudileri, sırtında cilt cilt kitaplar taşıyan eşeklere benzetilmiştir. Eşek, ne kadar yorulsa da sırtındaki kitaptan yararlanamaz. Yahudiler de o dönem ellerinde bulunan Tevrat’ta Hz. Muhammed’in peygamberliğine ilişkin açıklamalar olduğunu biliyorlardı. Bu bilginin ağırlığını taşıyor ama ondan faydalanamıyorlardı. Son vahyi inkâr ettiler, Son Peygamber’e sırt çevirdiler hatta ona karşı kindar bir mücadeleye giriştiler. Böylece sırtında değerli ve hacimli kitaplar (esfâr) taşıyan, ancak o kitaplardan yararlanamayan zavallı eşeklere benzetildiler.
Kur’ân’da Tevrat’tan bahsedilirken ele alınan önemli konulardan biri de onu oluşturan ilâhî vahyi çarpıtma ve değiştirme çabalarıdır. İsrailoğulları, Tevrat’ın hükümlerini zorlayarak gerçek anlamından saptırmaya ve Tevrat’ın orijinal metnini bozmaya kadar işi vardırmışlardı. Genel olarak bu durum tahrif kelimesi ile ifade edilmiştir. Bakara suresinde, Yahudilerden bir grubun Allah’ın kelâmını işitip anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ettiklerinden bahsedilir. Bu bahsedilen grubun, Hz. Musa’nın vefatından sonra yaşamış olan Yahudi bilginleri olduğu anlaşılmaktadır. Onlar, çıkarlarının gereği Tevrat’taki helâlleri harama, haramları helâle, hakkı batıla, bâtılı hakka çevirerek hem kendilerini hem de toplumlarını kandırmışlardır. Yahudilerin bilhassa Resûl-i Ekrem’in peygamberliğinden veya recim gibi bazı hukuki konulardan bahseden Tevrat âyetlerini değiştirdikleri belirtilir.
Kur’ân’da, ilâhî mesajın çarpıtılması konusu ele alınırken tahrifin yanı sıra dört kelime daha kullanılır. Bunlardan biri tebdildir. Tebdil, Yahudilerin kendilerine gelen emri veya Tevrat sözlerini değiştirip yerine bilinçli olarak başka emir veya sözler koymaları anlamına gelir. Kur’ân’da anlatıldığına göre, Yahudi din adamları kendi uydurdukları sözleri Tevrat ifadelerine katmışlardır. Tahrif hakkındaki bir diğer Kur’ânî kelime, “eğip bükmek” anlamına gelen leyydir. Yahudi din adamları Tevrat’ı okurken ibareleri kasten yanlış telaffuz ediyor, olmayan sözleri varmış gibi söyleyerek kitabın anlamını çarpıtıyor, Allah’ın kelâmı yerine kendi sözlerini koyuyorlardı.” Kur’ân’da tahrifi anlatan diğer bir kelime de “gizlemek” anlamındaki ketmdir. Yahudiler, özellikle de halka Tevrat’ı okuyan din adamları, kutsal kitaplarındaki bazı konuları toplumdan gizlemişlerdir. Hakikati örtbas etme anlamına gelen bu durum, tarih boyunca olduğu gibi, Hz. Peygamber (sas) zamanında da yaşanmıştır. Gizlenen gerçeklerden en önde geleni, Peygamberimizden ve ashâbından söz eden Tevrat ifadeleridir. Kur’ân’a göre, Peygamberimiz ve yakın dostları olan ashâb-ı kirâm, Tevrat’ta şöyle anlatılmaktadır: “O, Allah’ın elçisi Muhammed’dir. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler. Onları, Allah’ın lütuf ve rızasına talip olarak hep rükūda ve secdede görürsün. Secdenin tesiriyle yüzlerine simaları oturmuştur; Tevrat’ta onlar için yapılan benzetme budur…” Ancak günümüzdeki Tevrat metinlerinde ne açıkça ne de benzetme yoluyla Hz. Peygamber’in özelliklerine değinen bir ifade vardır. Tahrif konusuyla ilgili son kelime ise telbîstir. “Karıştırmak” anlamına gelen telbîs, Tevrat’ın aslında olmayan bilgilerin sonradan Yahudiler tarafından metne dâhil edilmesini ve ondaki bazı hükümlerin de çıkarılmasını ifade eder.
Medine’de Yahudiler, çeşitli hilelere başvurarak Hz. Muhammed’in (sas) peygamberliği konusunda zihinleri karıştırmak ve kuşku oluşturmak için çok çalıştılar. Bilgilerini, itibarlarını, zenginliklerini ve askeri güçlerini Peygamberimizin aleyhine seferber ettiler. Allah Resûlü’nü, Hz. İbrâhim ve ardından gönderilen peygamberlerin yoluna uymamakla suçladılar. Ancak Kur’ân, onların gizledikleri ya da çarpıttıkları her türlü gerçeği açıklayarak oyunlarını boşa çıkardı.” Kur’ân’ın meydan okuması gayet açıktı: “Eğer doğru söylüyorsanız, Tevrat’ı getirip okuyun!”
Tevrat’ın müjdelediği bir başka gerçek de Rahmet Peygamberi Hz. Muharnmed’in (sas) tanımlayıcı özellikleriydi. Aslında Yahudilerin, Tevrat’taki bu özellikleri dikkate alarak Peygamberimizi tanımaları ve ona iman etmeleri gerekirdi. Çünkü onlar, Tevrat’ta ve İncil’de ileride gelecek olan ümmî bir peygamberden bahsedildiğine uzun yıllar tanıklık etmişlerdi. Ancak içlerinden Abdullah b. Selâm gibi çok az kişi bu gerçeği kabul edip Ümmî Peygamber’e inandığı hâlde, Yahudi âlimlerin pek çoğu, Yahudilerin, Hıristiyanların hatta bütün insanların kaderini yakından ilgilendiren bu önemli haberi gizlemişlerdi. Kur’ân-ı Kerîm bu duruma şöyle işaret eder: “Onlar, ellerindeki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları o Elçi’ye, o Ümmi Peygamber’e uyarlar. Peygamber onlara iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklar; yine onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını kaldırır, üzerlerindeki zincirleri çözer. O Peygamber’e inanan, onu koruyup destekleyen, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûra uyanlar, işte bunlardır kurtuluşa erenler. ”
Müfessir tâbiî Katâde’nin (ö. 117/735) naklettiğine göre, Hz. Mûsa’nın aldığı kutsal levhalarda da güzel davranışları emredip kötü davranışları yasaklayan, kıyamette en önce diriltilecek olan ve insanlığın en hayırlısı vasfına sahip bir ümmetten bahsedilir. Bunu gören Hz. Mûså, bu bahsedilen ümmetin kendi ümmeti olmasını Yüce Allah’tan diler. Ancak Allah Teâlâ, bunun “Ahmed ümmeti” olduğunu bildirir. Bunun üzerine Musa (as) kendisini de o ümmete dâhil etmesini Cenâb-ı Hak’tan niyaz eder.
Aslında Medineli Yahudiler, Tevrat’ta bildirilen Son Elçi’nin gönderilmesini dört gözle bekliyorlardı. Zira müşrik Araplara karşı, bu son peygamber ve kitapla üstünlük kurmanın hayali peşindeydiler. “Allah’ım! Tevrat’ta özelliklerini okuduğumuz peygamberi gönder artık! Gönder de o, şu müşrik Araplara acı çektirsin ve onları kahretsin!” diye yakarıp duruyorlardı. Ancak Hz. Muhammed (sas) peygamber olarak gönderildiğinde, kendilerinden birisi olmadığı için kıskançlık ve öfke ile onu inkâr ettiler. Bu bağlamda, bugünkü Eski Ahid’de, son peygamberden bahseden şu ibarelerin yer alması dikkat çekicidir: “Tanrınız Rab size aranızdan, kendi kardeşlerinizden benim gibi bir peygamber çıkaracak. Onu dinleyin.” “Onlara kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım, sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz, kendisine buyurduklarımın tamamını onlara bildirecek.” Dolayısıyla Yahudilerin Peygamberimizi inkâr etmeleri, aynı zamanda ondan haber vermesi sebebiyle kendi kitaplarını da inkâr etmeleri anlamına gelmektedir.
Yüce Allah, İsrailoğullarına, tarihleri boyunca peygamberleri aracılığıyla ilâhî öğretiler, öğütler, emirler, yasaklar ve haberler bildirmiştir. Onları Allah yoluna davet eden peygamberlerden biri olan Hz. Musa’ya indirilen kitabın adı Tevrat’tır. Bu mukaddes kitapta hem inanç konuları hem ahlâkî öğütler hem de günlük hayatta uygulanacak hükümler yer alır. İsrâiloğullarının bir kısmı kutsal kitaplarına gerektiği gibi iman ederek onun hükümlerini hayatlarında uygulamış, bir kısmı da bu değerli mesajlara karşı kayıtsız kalmışlardır. Hz. Musa’dan sonra Hz. Yahyâ ve Hz. İsâ gibi İsrailoğullarına gönderilen peygamberler de Tevrat’taki hükümlerle amel etmişlerdir. Hz. Musa’nın sağlığında kendilerini imana ve kulluğa çağırdığı İsrailoğullarından birçoğu nankörlük ederken, onun vefatından sonra da özellikle din adamları eliyle Tevrat’ın bir kısmı tahrif edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm, Tevrat’ın ilâhî vahyin mahsulü olduğunu tasdik eder ve onunla ilgili hüküm vermede hakemlik rolü oynar. Kur’ân, Yahudilerin kutsal kitaplarına karşı sergiledikleri ikiyüzlü ve samimiyetsiz tutumu, az bir dünya menfaati karşılığında Allah’ın âyetlerini satmaya yeltenmelerini, Tevrat’ın hükümlerini uygulamamak için tahrif, gizleme, çarpıtma gibi birçok hileli yola başvurmalarını bizlere anlatır. Onlar, vahiyle olumsuz ve tutarsız bir ilişki geliştirmeleri nedeniyle tarihleri boyunca pek çok defa musibete uğramışlardır. Karşılaştıkları işgal ve katliamların, Hz. Peygamber döneminde ise Medine’den çıkarılmalarının sebebi olarak bu inkârcılıkları gösterilmiştir. Oysa Kur’an’ın ifadesiyle, “Şayet onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından onlara indirileni doğru dürüst uygulamış olsalardı göğün ve yerin türlü türlü nimetlerinden yararlanırlardı. İçlerinde aşırılığa kaçmayan bir zümre var; çoklarının yaptıkları işler ise pek kötüdür. ” Kur’ân’da yer alan bütün bu anlatımların amacı, ahir zaman ümmeti olan Müslümanların bundan ibret almalarını ve vahiy karşısında aynı hataları işlememelerini sağlamaktır.
Hayat Rehberi Kuran Diyanet
BENZER KONULAR:
Answers ( 2 )
Makalede Yahudiler ve Tevrat hakkında İslam perspektifinden geniş bir bakış sunulmuş. İşte metnin özeti:
Bu özet, metinde belirtilen ana noktaları ve Kur’an’ın Yahudiler ve Tevrat hakkındaki görüşlerini yansıtmaktadır.
Allah bizleri sapanlardan eylemesin.