Paylaş
Yahudilerin geleceği hakkında isra suresi 47. ayet
Question
Yahudiler kötülük yapması
İsra Suresi, 4-7 ayetlerinde, İsrail Oğullarının/ Yahudilerin, iki defa kargaşa çıkaracakları ve cezalandırılacakları haber veriliyor.
Bana yardım edermisiniz? Ben bu yazıyo okuyordum:
İlgili ayetlerin meali şöyledir:
“Biz kitapta İsrail oğullarına şu hükmü de bildirdik: ‘Siz ülkede iki defa fesat çıkaracak ve açık zorbalıklar yapacaksınız. Onlardan birincisinin vâdesi geldiğinde, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ederiz. Onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırırlar. Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdür.” (İsra Suresi, 17/4-5).
Bir çok tefsirci, ayetin bu ihbarını İslam öncesi devirlerde Yahudilerin yaptıkları fesat ve uğradıkları hezimete hamlederek ona göre mana vermişlerdir. Kuşkusuz, Kur’an’ın ifadelerinde geçmişe yapılan işaretlerin, geleceğe ait işaretleri de barındırmasına engel değildir.
Ayette geleceğe yönelik işaretleri barındırdığını gösteren ipuçları vardır. Mesela; 5. âyette geçmekte olan “İzâ” Arapça’da zarf edatı olarak kullanılan bir kelimedir ve olayın gelecekte gerçekleşeceğine delâlet eder. Nitekim, Nasr Suresindeki İza’da aynı anlamda kullanılmıştır. Aynı şekilde 4. âyette yer almakta olan “le tufsidunne” “ve-le ta’lunne” fiilleri gelecek zamana ait kiplerdir. Bu fiillerin başında bulunan “le” de, Arap gramerinde, başında bulunduğu gelecek zaman kipini pekiştirmek için kullanılır.
Öyleyse, ayette yer alan ve geleceğe ait olan bu kelimelerin varlığı, Yahudilerin çıkaracakları fesadın daha gelmemiş olup, âyetlerin nüzulünden sonra gelecek bir zaman diliminde gerçekleşeceğini düşünmek ve özellikle Kur’an’ın verdiği bu gibi haberleri, “tarihin tekerrür prensibi” çerçevesinde değerlendirmek isabetli bir yaklaşımdır.
Bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki Yahudiler, İslâm’ın Mekke döneminden sonra fitne ve fesat çıkaracaklar, ancak vakti geldiğinde, Cenab-ı Hakk’ın “kullarım” dediği Müslümanlarla bu ateş söndürülecek ve Yahudiler bozguna uğratılarak, bütün diyarları İslâm’ın kontrolüne girecektir… Nitekim aynen böyle olmuş, Mekke Dönemi, Medine Hicreti ve sonra gelişen olaylarla Yahudiler, çıkardıkları her türlü hile ve entrikaya rağmen ilk Müslümanlar tarafından mağlûp edilmişler ve Medine, Hayber, Teyma gibi bölgelerdeki Yahudi gücü yok edilerek buralardan kovulmuşlardır. Yâni, İsra 17/5. âyetindeki vaat gerçekleşmiş ve Yahudiler, ikinci fesatlarına kadar bu bölgelerde aktif olarak barınma şanslarını kaybetmişlerdir.
İkinci fesat ve hezimetlerini anlatan ayetlerin meali de şöyledir:
“Bunun ardından sizleri onlara galip getireceğiz, mallar ve çocuklarla size yardım edecek ve savaşçılarınızın sayısını arttıracağız.. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, onu da kendi aleyhinize işlemiş olursunuz. Derken, sonraki taşkınlığınızın vakti geldiğinde, kederinizden suratlarınız asılsın, daha önce girdikleri gibi yine Mescide girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler diye başınıza düşmanlarınızı musallat edeceğiz”(İsra Suresi, 17/6-7).
– Bu âyette Cenab-ı Hak, Yahudilerin bu defa aynı bölgelerde bir gün tekrar hâkimiyet şeklinin bir “devlet” tarzında olacağını da haber vermektedir. Zira âyetin metninde geçen “kerre” kelimesi, Arapça’da “zafer”, “galibiyet”, “devlet” ve “hakimiyet” mânâlarında kullanılır. Nitekim, İslâm’ın ilk devirlerinden sonra (1. Fesat’dan sonra) 1948’lere kadar önemli bir Yahudi meselesiyle uğraşmayan Müslümanlar, 1948 yılında Yahudilerin bir İsrail Devleti kurmasıyla ikinci Yahudi fesadıyla karşılaşmışlar ve Yahudiler, hâkimiyeti tesis ederek, bu bölgeyi elde etmişlerdir.
– Şayet birinci fesat zamanını -tefsirlerde geçtiği üzere- eskiden olmuş kabul etsek bile bu ikinci fesadı şimdiki duruma tatbik etmek çok münasip görülmektedir. Buna göre, her iki olay da Filistin’de gerçekleşmiş oluyor. İlk fesat v e bozgunculuk sonucunda maruz kaldıkları felaket, M. Ö. 598’de Babil kralı Buhtu’n-Nasr’ın Kudüs’ü ve Beytü’l-Makdis’i yerle bir etmesiyle gerçekleşmiştir. Buhtu’n-Nasr, İsrailoğullarını Filistin’den çıkarıp çeşitli ülkelere sürmüştür.
– İkinci hezimetleri ise, inşallah yakındır. Çünkü, ayette gelecek felaketten önce yapacakları bozgunculuğun bütün unsurları ifade edildiği gibi gerçekleşmiştir: Şöyle ki; Siyonistler, Batının süper güçlerinin desteği ile sun’î bir devleti 1948’de Filistin topraklarını işgal ederek o topraklar üzerinde kurdu. Üç milyon kadar Filistinli Müslüman’ı yurtlarından kovup, 60 yıldan beri İslam dünyasını kana ve ateşe verdi. Bu açıdan bakıldığında bu ayet, mazlum Müslümanların haklarını alıp vatanlarına kavuşacaklarına bir işaret sayılabilir.
Yahudilerin bir gün galip gelerek, yeniden devlet kuracaklarını bizlere bildirildiği İsra 6. âyetten sonra gelen İsra 7. ayette de, bu devlet zulmünün bir gün biteceği ve Müslümanların ilk defa olduğu gibi tekrar Mescid-i Aksa’ya girerek Yahudileri cezalandıracağı ve onların yüz hatlarının çok kötü bir hale geleceği bizlere müjdelenmektedir. Dikkat edilirse, Müslümanların tekrar Mescid-i Aksa’ya gireceği ifadesinde; Mescid’in Yahudilerin işgalinde olacağı da anlatılmak istenmiştir. Nitekim Mescid-i Aksa, 1967 yılında Yahudilerin eline geçmiştir.
Âhirzaman peygamberi Hz. Muhammed (a.s.m) buyuruyor:
“Müslümanlar, Yahudilerle harp etmedikçe kıyamet kopmayacak. Harp olacak ve Müslümanlar onları kırıp mahvedecekler. Öyle ki, Yahudilerden bir kimse bir ağaç veya bir taşın arkasına saklanacak olsa, o ağaç ve taş dile gelerek “Ey Müslüman, ey Allah’ın kulu, arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür,” diyecek. Sadece Ğarkad ağacı haber vermeyecek, çünkü bu ağaç, onların ağacıdır. (Müslim, Fiten, 82). Bu hadisten anlaşılıyor ki, Müslümanların galip olmalarının şartı: samimi Müslüman ve içten/gönülden Allah’ın kulu olmalardır. Rabbimiz bizi kendine samimi kul, peygamberine layık ümmet eylesin. Âmin.
iki defa yahudiler kötülük yapacak. Ama ilki geçti mi, ve şimdi gelecekti ikincisi mi olacak. Yoksa ilkide mi olmadı gelecekte 2 kez mi olacak orasını tam anlamadım.
BENZER KONULAR:
- Yahudiler ve Tevrat
- Peygamberimizin Yahudilerle alışverişi
- Yahudilerle ortaklık caiz mi
- Yahudiler oruç tutar mı
- Gazaba ugramislar Yahudiler, sapmislar Hristiyanlar ?
- Tümünü görüntüle.
Answers ( 2 )
Kur’ân-ı Kerim Okuduğu Vakit Peygamber (S.A.)’İn Müşriklerin Eziyetlerine Karşı Korunması
İSRA SURESİ
45- Kur’ân okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanların arasına gizli bir perde koyarız.
46- Onu anlarlar diye kalplerine örtüler koyduk, kulaklarına da ağırlık. Kur’ân’-da Rabbini tek olarak zikrettiğin zaman da onlar nefret ederek arkalarını döner giderler.
47- Biz seni dinledikleri zaman ve gizli toplandıkları vakit neye kulak verdiklerini çok iyi biliriz. Hani zalimler diyorlardı ki: Siz sadece büyülenmiş bir adama tabi oluyorsunuz.
48- Bak, sana misaller veriyorlar da delâlete düşüyorlar ve bir daha yol bulamamaktadırlar.
—————————————-
Nüzul Sebebi
45. ayet-i kerimede yer alan “Kur’ân okuduğun zaman…” ayetinin nüzulü ile ilgili olarak İbni Münzir, İbni Şihâb ez-Zührî’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.) Kureyş müşriklerine ayetler okuyup da onları Kur’ân-ı Kerim’i kabul etmeye çağırdığında onunla alay ederek şöyle diyorlardı: “Ve dediler ki: Bizi davet edegeldiğin şeye karşı kalplerimiz örtülüdür. Kulaklarımızda bir ağırlık vardır, bizimle senin aranda da bir perde vardır.” ((Fussilet, 41/45) bu şekilde alaylıca konuşmaları üzerine Yüce Allah da: “Kur’ân okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanların arasına gizli bir oerde koyarız…” buyruklarını inzal buyurdu.
İbni Abbas’ın da rivayetine göre Ebu Süfyân, en-Nadr b. Haris, Ebu Cehil re başkaları Rasulullah (s.a.) ile birlikte oturuyor, konuştuklarını dinliyorlardı. 3ir gün Nadr dedi ki: Ben Muhammed’in neler söylediğini bilemiyorum, rördüğüm tek şey bir şeyler mırıldanarak dudaklarının kıpırdadığıdır. Ebu Süfyan ise “Ben onun söylediği bazı şeylerin gerçek olduğu görüşündeyim” deyice Ebu Cehil de “O bir delidir” dedi. Ebu Leheb “O bir kâhindir” dedi. Huvaytıb b. Abdülazza da “O bir şairdir” dedi. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.
Rasulullah (s.a.) da Kur’ân-ı Kerim okumayı istediği vakit bu cknyuşundan önce şu üç ayet-i kerimeyi okurdu: Kehf sûresi 57. ayet olan: “Gerçekten biz onların kalpleri üzerine onu iyice anlamalarına engel perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik.”; Nahl suresinin 108. ayeti olan: “Onlar Allah’ın kalplerini… mühürlediği kimselerdir.” ile Câsiye süresindeki: “Kendi nevasını ilâh edinmiş… kimseden haber ver.” ayetini de sonuna kadar okurdu. Bunun özerine Yüce Allah bu ayet-i kerimelerin bereketiyle onu müşriklerin gözlerine karşı perdelerdi.(16)
Bu ayet-i kerime insanlara karşı Kur’ân okunduğu vakit Rasulullah (s.a.)’a eziyet veren bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.), Kur’an-ı Kerim’i okuduğu zaman Kusay’ın torunlarından iki kişi sağında, iki kişi de solunda durur, alkışlar, ıslık çalar ve şiirler okuyarak okuduğu Kur’an-ı Kerimin başka sözlerle karışmasını sağlamaya çalışırlardı.
46. ayet-i kerimede yer alan: “Kur’ân’da Rabbini tek olarak zikrettiğin zamanda onlar nefret ederek arkalarını dönerler” buyruğunun nüzulü ile ilgili olarak denildiğine göre, Kureyş’lilerden ileri gelen bir topluluk Ebu Tâlib’in yanına ziyarete gittiler. Rasulullah (s.a.) da yanlarına gelip Kur’ân-ı Kerim okudu. Tevhidi ifade eden buyrukları bu arada okuduktan sonra “Ey Kureyş topluluğu! Lâ ilahe illallah deyiniz, bununla Arapları idareniz altına alacaksınız, Arap olmayanlar da sizin idareniz altına girecek” dedi, onlar bunu kabul etmediler, bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.
Ebu Hayyân der ki: Zahir olarak görüldüğüne göre, bu ayet-i kerime, Hz. Peygamber (s.a.) Kur’ân-ı Kerim’i okurken Yüce Allah’ın tevhidinden söz eden buyruklara gelince kaçıp gidenlerin durumu hakkında inmiştir. Yani Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın tevhidini ifade eden yerler geldiği vakit kâfirler bunu inkâr ederek kendi ilâhlarının kabul edilmeyip reddedilmesini uygun karşılamayarak kaçıp gittiler.[60]
————————————
TEFSİR (Açıklaması)
Ya Muhammedi Öldükten sonra dirilmeyi de sevabı da, ikabı da tasdik etmeyen şu müşriklere Kur’ân-ı Kerim’i okuduğun vakit, biz seninle onlar arasında görülmeyen bir perde koyarız. Yani onların kalplerinin Kur’ân-ı Ker-im’in manalarını anlamalarına, ayetleri üzerinde düşünmelerine engel teşkil edecek bir mania, bir engel koyarız. Onların kalplerine Kur’ân-ı Kerim’in manalarını idrak etmelerine, hükümlerini bilmelerine, pek çok sır ve amaçlarını kavramalarına imkân vermeyecek şekilde örtülerle örteriz. Kulaklarında da onun sesini işitmelerini engelleyen bir ağırlık koyarız. Yüce Allah’ın “Onu anlarlar diye” ifadesinin anlamı “Kurân-ı Kerim’i anlayamasmlar diye” şeklindedir. Ağırlık (vakr) ise Kur’ân-ı Kerim’den, faydalanıp hidayet bulacak şekilde dinlemeye mani olan ağırlık demektir. Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah’ın şu buyruğudur: “Dediler ki: Bizi davet edegeldiğin şeye karşı kalplerimiz örtüler içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık vardır, bizimle senin aranda da bir perde bulunmaktadır.” (Fussilet, 41/5).
“Gizli perde”den kasıt, örten, gizleyen demektir. Bu onların basiretlerini, eşyanın hakikatlerini, gerçek yüzlerini görmelerine engel olan bir örtüdür. Kalpleri üzerine perde germenin anlamı ise kalplerin örtüler içerisinde bırakılmasıdır. Dolayısıyla gizli ve açık, yukarıdan ve aşağıdan onların Kur’ân’ı kavramalarını önleyen engeller ve örtüler var demektir. Ayrıca Yüce Allah kulakları da Kur’ân-ı Kerim’i anlayacak, kavrayacak ve üzerinde düşünecek şekilde işitmelerini engeleyecek türden sağırlaştırmış, tıkamıştır. Onlar aklı başında işiten ve anlayan kimseler idiler. Ayet-i kerimeden kasıt ise, iman etmelerini engellemek, yani Kur’ân-ı Kerim’i sırlarını kavramalarına, incelik ve gerçeklerini anlamalarına imkân vermeyecek şekilde işitmelerine engel olmaktadır. Buna sebep ise şirkin nefislerinin derinliklerine kök salmış olması, dinin gerçekleri hakkında fikirlerini, düşüncelerini kullanmayışlarıdır.
“Kur’ânda Rabbini tek olarak zikrettiğin zaman da onlar nefret ederek arkalarını döner giderler.” Yani sen Yüce Allah’ı Kur’ân-ı Kerim’i okurken tevhid edecek olursan ve lâ ilahe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur.) deyip Lat ve Uzza’yı söz konusu etmezsen, onlar da Allah’ın tek başına.anılmasına karşı büyüklük taslayarak alabildiğine nefretle arkalarını dönüp kaçarlar. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Allah bir olarak andırsa ahirete inanmayanların kalpleri ürker.” (Zümer, 39/45) Bunun sebebi ise onların müşrik olmalarıdır. Bu sebeple onlar, tevhidi işitir işitmez hemen kaçar giderler.
“Biz seni dinledikleri zaman… çok iyi biliriz.” Ey Muhammed, onların seni alaya alarak, yalanlayarak dinlemelerini en iyi biz biliriz. Kureyş kâfirlerinin ileri gelenlerinin, kendi aralarında gizlice neler konuştuklarını ve senin okumanı dinlemek üzere gelip gizlice kendi aralarında seni büyülenmiş deli, kâhin biri olarak nitelendirdiklerini çok iyi biliriz. Bundan dolayı Yüce Allah da sonra: “Bak, sana nasıl misaller veriyorlar da dalâlete düşüyorlar…” diye buyurmaktadır. Yani ya Muhammed, onların sana nasıl misaller verdiklerini, seni neye benzettiklerini iyice düşün. O büyülenmiştir, o delidir, şairdir dediler ve doğru yoldan sapıp uzaklaştılar. Dalâletleri dolayısıyla hakkı bulamadılar. Bu onlar için bir tehdit, Allah rasulü için de bir tesellidir. [62]
————————————
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Ayet-i kerimeler aşağıdaki hususları göstermektedir:
1- Kur’ân-ı Kerim’in ve Peygamber Efendimizin siretinin gösterdiği ve tespit ettiği husus şu ki şanı yüce Allah Rasulünü Kur’ân-ı Kerim’i okuması esnasında Kureyş kâfirlerinin gözlerinden saklamıştır. Onlar onun yanından geçer ve onu görmezlerdi.
2- Yüce Allah müşriklerin gözlerini, akıllarını ve kavrayışlarını Kur’ân’a karşı perdelemiş ve onu kavrayamasınlar diye yahut da kavramalarından hoşlanılmadığı için kalplerini perdelemiştir. Onu kavramalarından kasıt ise ondaki emirleri, yasakları, hikmetleri ve manaları kavramalarıdır. Aynı şekilde onu işitmelerini önleyecek şekilde kulaklarına bir ağırlık vermiştir, yani onları sağırlaştırmıştır. Peygamber (s.a.) Kur’ân-ı Kerim’i tilâveti esnasında Lâ ilahe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur) Allahuekber (O tek ve birdir) diyecek olursa, müşrikler bu hak ve tevhit sözünü işittiklerinde nefretle kaçıp dönerlerdi.
3- Şanı yüce Allah müşriklerin Kur’ân-ı Kerim’i dinlerken hangi maksatla dinlediklerini en iyi bilendir. Aralarından Ebu Cehil, Velid b. Muğire ve bunlara benzer zalimler halkı Peygamber’den uzaklaştırmak için şöyle derlerdi: “Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz. Büyü bu adamı alıklaştırmış, o da ne yaptığını bilmeyecek hale gelmiştir.” Hz.Peygamber onlara Kur’ân-ı Kerim’i okuyarak tevhide çağırıp: “Arapların size boyun eğmesi, Arap olmayanların da size itaati kabul etmesi için lâ ilahe illallah deyiniz.” ilahi emriyle tevhide davet ettikten sonra onlar bunu kabul etmiyorlar ve kendi aralarında sessizce “Bu bir büyüdür, büyülenmiştir” diyeyerek uzaklaşıyorlardı.
4- Yüce Allah Rasulüne müşriklerin yaptıklarının gerçekten hayret edilecek bir iş olduğunu belirtmektedir. Onlar nasıl olur da bir seferinde sihirbazdır diğerinde, şairdir, bir başka seferde delidir, diyorlar? Böyle dedikleri için de sapıttılar, artık insanların peygamber (s.a.)’e gitmelerini önlemek için bir çare bulamaz hale geldiler; hakkı kaybettiler ve hidayete yol bulamaz oldular
İsra Suresi’nin 47. ayeti şu şekildedir:
“Ve biz, her ümmetin başına, onun işlediği kötü amelleri bir yüce elçi olarak gönderdik. İşte bunlar, senin kavminin de helak edilmesiyle ilgili gerçeklerdir. Onlar, sana karşı çıkıp, seni yalanladılar.”
Bu ayet, Yahudiler’in geleceği hakkında doğrudan bir açıklama yapmaz. Ancak bu ayette Allah, her millete bir peygamber gönderdiğini ve kavminin helak edilmesiyle ilgili olarak, Yahudilerin de inkâr etmeleriyle ilgili bir vurgu yapmaktadır.
Bununla birlikte, Yahudiler ile ilgili olarak Kuran’da başka surelerde, zaman zaman toplumsal veya dini eleştiriler yapılmıştır. Ancak, bu eleştiriler belirli bir dönemdeki davranışlarıyla sınırlıdır ve tüm Yahudiler’i kapsayan genellemeler yapmaktan uzak durulmaktadır. Kuran’da, insanların her türlü inanç ve davranışına göre değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.