Paylaş
Yaratılan nesneler arasında en büyüğü cennet midir?
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
Alî İmran Süresi 133. Ayet tefsiri
Yaratılan nesneler arasında en büyüğü cennettir. Bu Allahü Teâlâ’nın mü’min kullarına bahşetmiş olduğu nimetin büyüklüğünü ifade eder. Nitekim İsmail Süddî şöyle demiştir: «Yerler ve gökler hardal tanesi gibi parçalansa, onların sayısınca Allahü Teâlâ’nın cennetleri vardır. Ve her birinin büyüklüğü yer ile gök kadardır.» Semerkandi tefsirinde Alî İmran Suresi 133. ayet tefsir kısmında bu bilgiye yer verilmiş. Bu bilgi doğru mudur?
CEVAP:
Meali:
133— Rabbinizden bir mağfirete ve eni (genişliği) göklerle yer kadar olan Cennet’e koşuşun ki, orası saygı ile Allah’tan korkup kötülüklerden sakınanlar için hazırlanmıştır.
134— Onlar ki .bollukta da, darlıkta da (Allah’ın hoşnutluğuna erişmek için) harcarlar; öfkelerini yutarlar, insanları (kusur ve günahlarına bakmayıp) bağışlarlar. Allah İse iyilikte bulunanları sever.
135— Ve onlar ki, bir hayâsızlık işledikleri veya kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı anar, günahlarından dolayı istiğfar ederler -günahları da Allah’tan başka kim bağışlar?- ve yaptıkları (kötülük, kusur ve günah) üzerinde ısrar edip bile bile durmazlar.
136- İşte onların mükâfat, Rablarmdan bir bağışlanma ve ^tlmndan .rmaklaTakan cennetlerdir; orada devaml, kalıcılardır, (ly.-yararl.) amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!
Cennetin Genişliği Ve Büyüklüğü
«Eni (genişliği) göklerle yer kadar olan Cennet.,»
Kâinat düşünebildiğimizden çok daha büyüktür. Yıldızlar arasında milyonlarca ve milyarlarca yerküreyi içine alabilecek büyüklükte olaniarı vardır. Yıldızların sayısını ise ancak Allah bilir. Bu kadar çok ve aynı zamanda birbirinden milyonlarca kilometre uzaklıkta bulunan yıldızların kapladığı boşluğun büyüklüğünü bile düşünmek çok zor. Hiç bir yıldız diğerine çarpmamakta, her biri ilâhî sünnete uyarak yaratıldığı amaca uygun hareketini sürdürmektedir.
Allah yalnız bu uçsuz bucaksız kâinatı ve içindeki milyarlarca yıldızları yaratmakla kalmamış; geleceği de belli plâna göre düzenleyip çizmiş ve en ince hesaplarla ölçü ve anlamını belirlemiştir. Her olayı, her plân ve programı kozalite (nedensellik) kanunlarına bağlamış, böylece insan aklını harekete geçirmek için açık kapılar, temel bilgiler ve ilmî veriler koymuştur.
Gerçek bu olunca «Gökler» deyiminin anlamı nedir? Bundan güneş sistemi mi, yoksa diğer sistemler mi kasdediliyor. Çünkü görülebilen yıldızlar, tıpkı güneş gibi «gökada» denilen sınırlı bir evrene aittir ve yassı bir disk şeklindeki «gökada» milyonlarca yıldızdan meydana gelmiş bir kuşak gibi (Samanyolu) görünür. Daha güçlü âletler, bazı ayrıntıları almakla birlikte, bizim gökadamızla başka gökadaların bulunduğunu ortaya koymuştur.
Acaba «yedi gök» denilince bu gökadalar hatıra gelebilir mi? Bir de Yıldız kümesi, küresel yıldız kümeleri vardır ki bunlar on binlerce yıldızı kapsayan dairesel birer topluluktur ve merkez bölgeleri yıldızlardan ayırt edilmiyecek kadar yoğundur. Bunlardan çok azı çıplak gözle görülebilir. Daha çok «Kızıl Işıksla yapılan gözlemlerle keşfedilebilmişlerdir. Küresel yıldız kümeleri, gökadanın dış uydularıdır. Göklerden maksat, gökadala-rıyla birlikte bunlar mıdır? Bilmiyoruz. Çünkü bunların ötesinde daha birçok yıldızlar, sistemler, kümeler vardır. Hadîslerden anladığımıza göre bu sayılanların ötesinde ARŞ ve KÜRSÎ bulunuyor ki ikisinin büyüklüğü düşünce sınırını aşmaktadır.
Resûlültah (A.S.) Efendimiz bu hususu şu hadîsleriyle bize anlatmaya çalışmıştır:
«Yedi gök ve yerküre, Kürsi’ye oranla çöle atılmış bir dirhem gibidir, Kürsî ise Arş’a oranla çöle atılmış bir halka gibidir.»
Evet, Allah’ın yüce kudreti bunlardan çok üstün ve çok daha büyüktür. Kur’ân, Kürsî’nin gökleri ve veri içine alacak genişlikte olduğunu açıklamaktadır. İlâhî kudret ise varlık âleminin tümünü kapsayıp kuşatmıştır.
O halde göklerde, ister güneş sistemi, ister diğer sistemler; ister gökadalar, isterse bunlarla birlikte, yani gökadalara bağlı bulunan yıldız kümeleri kasdedilsin. Cennetin büyüklüğünü düşünmek bile çok zordur. Biz yine en azından gezegenlerin büyüklüğünü ve birbirine olan uzaklığını he-saplıyalım, şu dünyadan milyarlarca defa büyük ve geniş bir Cennet karşımıza çıkar. Kaldı ki dünyamızdan milyarlarca defa büyüklükte yıldızların var olduğu kesinlik kazanmıştır; Cennet bir ihtimalle onlardan birinde olabilir. Kur’ân’ın verdiği ölçü bize nisbetledir; anlayabilmemizi kolaylaştırmak içindir.
Durum bu olunca, karşımızda bizi bekleyen ölüm neye? Neden bir istihale geçirme kanununa bağlı tutulmuşuz? Ölmeden bu kadar geniş ve aynı zamanda mutlak mutluluk sunan bir âleme neden doğrudan gidemiyoruz? Bunun cevabını Bakara sûresinde geniş biçimde açıklamıştık. Burada kısaca belirtelim ki, biyolojik yapımız oranın yani Cennetin şartlarına göre değildir. Biz sadece dünyadaki şartlara uyum sağlıyabiliriz. Bu ölçü ve nitelikte yaratılmışız. Dünyaya ayak basmadan Ğennet’e gitmemiz mukadder olsaydı, ne oranın kıymeti bilinir, ne de insanlar arasında bir fark kalırdı. Bizleri melek tabiatlı, diğer bir deyimle bizi onlar gibi yaratsaydı, buna gerek kalmazdı. Yani bizim insan olarak değil, melek olarak varlık âlemine ayak basmamız gerekirdi. O takdirde dünya denilen bir âlemin yaratılması lüzumsuz kalırdı. Çünkü dünya zıtların mücadele ettiği, ihtiyaçların birbirini kovaladığı bir uğraktır. İnsanı harekete geçiren, ardı-arkası kesilmiyen mücadelelere iten de işte budur! Melekler zıtlar âleminde bulunmuyorlar. İhtiyaç düzeyinde de değillerdir. O halde ne mücadele ortamı vardır, ne de sürtüşme ve tartışma. Her biri Allah’a ibâdetin derin zevki içinde verilen emri kusursuz yerine getirmeğe devam etmektedir.
Bunun için ölmemiz, bir istihale geçirmemiz ve âhiret âleminin şartlarına uyum sağlıyacak yeni bir bedene kavuşmamız gerekiyor
BENZER KONULAR:
Answers ( 2 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Cennet, yaratılan nesneler arasında Allah’ın en büyük nimetlerinden biridir, ancak en büyüğü değildir. İslam inancına göre, Allah’ın yarattığı en büyük nesne Arş-ı Ala’dır, yani Yüce Arş’tır. Arş-ı Ala, göklerin ve yerin ötesinde yer alan, Allah’ın kudret ve egemenliğinin sembolü olan büyük bir varlıktır.
Cennet, İslam inancına göre müminlerin ebedi mutluluğu için hazırlanan, sonsuz nimetlerle dolu bir yerdir. Kur’an-ı Kerim’de cennetin pek çok özelliği tasvir edilir, ancak bu özelliklerin hiçbiri, Allah’ın yarattığı en büyük nesne olmadığını gösterir.
Cennetin büyüklüğü hakkında Kur’an-ı Kerim’de net bir bilgi verilmemektedir, ancak pek çok ayette cennetin genişliği, yüksekliği ve güzelliği övgüyle anlatılır. Bununla birlikte, cennetin Allah’ın sonsuz lütfu ve rahmeti sayesinde yaratıldığına inanılır ve bu nedenle de cennet, İslam inancında en büyük nimetlerden biridir.
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Hazreti Rasul (s.a.v.) sonra şöyle devam etmektedir: “Ardından cennete yüceltildim. Bu Allah Teâlâ’nın dört cennet üzere kat ettiği tek cennettir. İki cennet de çeşitli ağaçlarla doludur. Bu cennetler koyu yeşildirler. Cennetin hepsi yüz derecedir. İki derece arasında beş yüz yıllık mesafe bulunmaktadır. İlk derece katı, evleri, kapıları ve kilitleri itibariyle gümüştendir. İkinci derece katı, evleri, kapıları ve kilitleri itibariyle kırmızı altındandır. Üçüncü derece katı, evleri, kapıları ve kilitleri itibariyle yakuttan, inciden ve zebercettendir. 97 derece ise beşerin kendisine muttali olmadığı göz aydınlığı olsun diye cennetliklere gizlenen cennetlerdir. Cennetin ortası Adn cennetidir. Adn cennetinin altından cennetin bütün nehirlerinin kendisine aktığı bir göze bulunmaktadır. Bu cennetlerde üç tane cennet vardır. Çoklukta yıldızların adedince ve ağaçların yaprağıncadır. (Hakk’a Yükseliş/Kitabü’l-Mirac, İmam Kuşeyri)
Ebû Saîd (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Cennet’te yüz derece vardır. Tüm alemler o derecelerin birin de toplanmış olsalar onların hepsini içerisine alır.” (Müsned: 10806) Âlem = Allah’ın dışındaki herkes ve her şeydir.
Alemlerden maksat bütün mahlukat / yaratılanlar olduğuna, bunun da cennetin Allah’tan başka kimsenin bilmediği kadar alabildiğine geniş olduğudur.” (Tuhfetu’l-Ahvezi’de (7/201))