Zahiriyye

Bildir
Question

Please briefly explain why you feel this question should be reported.

Bildir
İptal

Zahiriyye Mezhebi

ظاهریه

Ebû Süleyman Dâvûd b. Ali b. Halef elİsfahant (6. 270/884) tarafından kurulan fıkıh mezhebidir.

Dâvûd b. Ali aslen İsfahanlı olup 200 (81516) veya 202 (817-18) yılında Küfe’de doğdu. Basra, Bağdat ve Nişăbur’da tahsil gördü, daha sonra Bağdat’a döndü.

Dâvûd ez-Zahiri’nin fıkıhta derin bilgi sahibi olmasında, İmam Şafii’nin önde gelen talebelerinden müstakil mezhep sahibi müştehit bir âlim olan hocası Ebû Sevr el-Kelbi önemli rol oynamış, onun tesiriyle babasının mensup olduğu Hanefi mezhebini bırakarak Şafil mezhebine geçmiştir. İkinci önemli hocası hadis ve fikah alimi İbn Råhûye olup onun etkisiyle müstakil içtihada yönelmiş, Şafilnin rey ve istihsana karşı olumsuz tavrının da tesiriyle Kitap ve sünnetin zahirine dayanan Zahiriyye mezhebini ortaya koymuştur.

Ramazan 270 (Mart 884) tarihinde Bağdat’ta vefat eden Dâvûd ez-Zahiri yaşadığı dönemde ilmi, züht ve takvası ile dikkat çekmiş, ders meclislerinde 400 civarında talebenin hazır bulunduğu kaydedilmiştir. Aşırılıklara eğilimli bir karaktere sahip olan Dâvûd, Şafii mezhebine mensupken bu mezhebin aşırı bir taraftarı olmuş, ehl-i hadisin görüşlerini benimsediği zaman da aynı tavı göstermiş, kıyası, rey ile içtihadı tamamen reddetmiş, icmayı da sadece sahabe ittifakıyla sınırlandırmıştır. Sağlığında mezhebi Bağdat ve civarında oldukça yayılmış, ölümün den sonra da oğlu Muhammed mezhebi temsil etmiştir.

Kaynaklarda Dâvûd’un 150 kadar eserinin adı kaydedilmekte, bunlardan bir kısmının diğer kitaplarının alt başlıkları olduğu, bazılarının da risale şeklinde çalışmalardan oluştuğu anlaşılmaktadır. Kaynaklarda adları geçen el-lzah, elIfsah, Kitabü’l-Usül, ez-Zeb ani’s-sünneti vel-ahbar, er-Red ala ehlíl-ifk, İbtålü’l-kıyás, Ibtalü’t-taklid, el-Müt’a, el-Umûm vel-husüs gibi eserlerin hiçbiri günümüze kadar gelmemiştir.

Mezhebin Adlandırılması.

Zahir terimi ve zahir-batın ayırımı İslamî literatürde üç farklı anlamda kullanılmıştır. En genel anlamda záhir, Kur’an lafızlarını anlamada dış (zahir) anlamın esas olduğu ve bir gerekçe bulunmadıkça bunun terkedilmeyeceği anlayışını ifade eder. Bunun karşıtı, gerçek anlamının dış değil iç anlam (båtın) olduğu ve bunun imamlar, onların naipleri ve diğer bazı gibi özel kişiler tarafından bilinebileceği yönündeki anlayıştır. İlkini Ehl-i sünnet ve Mu’tezile, ikincisini Şla’nın çoğunluğundan farklı olarak bazı Şii-Batını gruplar ile bazı felsefi gruplar temsil eder (bk. Bâtıniyye, İsmailiyye). Zahir-bâtın ayırımı ikinci olarak, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinin konu, amaç ve yön temleri arasındaki farkı/karşıtlığı göste rir. Fıkıh ilmi insanların fiillerine ve davranışlarına ilişkin dini hükmü belirlemeyi konu edindiğinden “zahir ilmi”; ahlak veya tasavvuf daha çok kalbin tasfiyesini, iç arınmayı konu aldığından “bâtın ilmi” (fikhü’l-batın) olarak nitelendirilmiştir. Literatürde bundan dolayı ehl-i bâtın denildiğinde sufiler, ehl-i zahir denildiğinde ise fukaha ve mütekellimin anlaşılır (bk. bâtın ilmi). Üçüncü olarak, zahir kelimesi fıkıh usulünde sırf işitilmekle sözden anlaşı lan dış anlamı ifade eder. Karşıtı “hük mün konuluş gerekçesi” veya “söylenen sözle kastedilen” anlamındaki ma’nadır (bk. záhir). Bu kullanımda, hükümlerin konuluş gerekçeleri üzerinde düşünmeyen, sözün söyleniş amacını dikkate almadan âyet ve hadisleri sadece ilk bakışta anlaşı lan zahir mânalarına göre anlayan kişilere “zahir ehli” (ehlü’z-zahir, ashabü’z-zevahir) denilir. Buna karşılık, månanın tespit ve uygulanmasında şariin amacını dikkate alanlara ehl-i bâtın denilmeyip bunun ye rine ehl-i rey tabiri kullanılır.

Záhiriliğin Doğuşu.

İsları hukuk tarihinde diğer fıkıh mezhepleri kurucularının adıyla anılırken adını bir ilkeden alan tek mezhep olarak Zahirilik, esas itibariyle fikahta reye ne ölçüde yer verileceği konusunda ortaya çıkan ayrışmada rey karşıtlığının vardığı uç noktayı temsil eder. Sahabe döneminden itibaren nasların anlaşılmasında reye mesafeli duran kimseler bulunsa da bu konudaki en belirgin ayrışma tabiîn döneminde ortaya çıkmaya başlayan ehl-i rey ve ehl-i hadisle temsil edilmiştir (bk. ehl-i hadis; ehl-i rey). Ehl-i hadisin rey karşıtlığını, Dâvûd b. Ali ez-Zahiri en uç noktasına ulaştırmıştır.

Fıkıh mezheplerinin ortaya çıkış süreci dikkate alındığında ilk kurulan mezhep olan Hanefilik ve ardından Malikilik reye daha çok önem vermiş, ardından gelen Şafii içtihat faaliyetini kıyasla sınırlandırarak rey alanını daraltmış, Ahmed b. Hanbel reyin kullanım alanını iyice sınırlamış ve nihayet Dâvûd ez-Zahiri kıyası da reddederek rey kapısını tamamen kapatmıştır. Konuşanın neyi kastettiğini hiç düşünmeden sözün sadece zahirine, kelimelerin ifade ettiği sözlük anlamlarına tutunma eğiliminde sahip insanlar daha önce de mevcut olmakla birlikte bu düşünceyi grup düzeyinde Håricilik hareketi ve ehl-i hadis temsil etmiş, Dâvûd b. Ali de bu düşünceyi sistematik bir çerçeveye oturtmuştur. Bu akım başlangıçta onun ismine nispetle Dâvûdiyye diye adlandırılırken sonraları ehlü’z-zahir, ashabü’z zevahir olarak, daha geç dönemlerde ise Zahiriyye adıyla anılmıştır.

Zahiri Yaklaşımın İlkeleri.

Zahiriliğin ayırıcı vasfı nasların zahiri anlamı ile yetinme ve bunu hiçbir şekilde aşmamadır. Zahiriler “neyin söylendiğine” odaklanmış, naslardaki hükümleri naslarda
geçmeyen olaylara taşıma (kıyas) düşüncesiyle anlam ve amaç arayışına (tall) karşı çıkmışlardır. Zahiriler bununla birlikte taklide, dolayısıyla mezhep fikrine ve sahabi kavlinin delil olmasına da muhalif kalmışlar, bütün bu yaklaşımlarını nas dışında şer’i hükme dayanak olacak başka bir delilin bulunamayacağı fikrine dayandırmışlardır. Onlara göre Âyet ve hadisler bütün hayat olaylarının hükümlerini doğrudan ve açıkça içerdiğinden hiçbir konuda kıyasa ihtiyaç yoktur. Kişilerin görüşünün devreye girdiği rey, talil, kıyas, istihsan ve istislah asla hüccet olamaz. Allah’ın dininde şahsi görüşe yer yoktur, din koyucu sadece Allah ve resulüdür. Bu sebeple mezhep imamlarının otoritesini ve mezhepleri de tanımayan Zahiriyye’ye göre sahabenin söz ve uygu lamalarını kaynak olarak görmek de Allah ve resulü dışında birini veya birilerini otorite kabul etmek anlamına gelir. Tek tek sahâbilerin görüşleri kaynak sayılmasa da sahabenin icması nasların anlam ve mefhumunu yansıttığı için delildir.

Zahiriliğin Eleştirisi.

Nasların arka planını anlamaya yönelik çaba ve yöntemleri reddetmeleri sebebiyle Zahiriler’in ilim çevresinden dışlanmaları yönünde ilk dönemlerden beri güçlü bir eğilim ortaya çıkmıştır. Başta Dâvûd ez-Zahiri olmak üzere önde gelen Zahiriler hakkında “recül mütecahil” ve “dall” (sapık) gibi küçümseyici ifadeler sıkça kullanılmıştır. Cessås, Bakıllani ve İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveyni gibi farklı mezheplerden âlimler Zahiriler’i ulemadan saymayıp avam kabul etmişlerdir. Bazı usulcüler fıkhın sadece sözün anlamını değil aynı zamanda konuşanın maksadını anlamayı da ifade etmesinden, diğer bazıları da fıkhın tanımındaki “istinbat” kaydından hareketle Zahirller’in fakih kabul edilemeyeceğini öne sürmüştür. Bununla birlikte başta Hanbeliler olmak üzere ehl-i hadis düşüncesine daha yakın duran bazı Şafit alimler Zahiriler’in aksi görüş lerinin (hilaf) dikkate alınması gerektiği dile getirmişler, daha sonraki dönemlerde Záhirtlik savunması ehl-i hadise mensup Yemenli müçtehit alim Şevkání tarafından yapılmıştır. Günümüzde de ehl-i hadis hareketinin devamı niteliğin deki Seleft-Vehhabi çevreleri Záhiriler’i savunmaktadır.

Yayılması.

Dâvûd ez-Zahiri Bağdat’ta bir ders halkası kurmuş ve birçok öğrenci yetiştirmiştir. Bunların başında gelen oğlu Ebû Bekir Muhammed’in (6. 297/910) mezhebin yayılışında önemli rolü vardır. Zahirilik başta Irak olmak üzere İran’da Horasan ve Şiraz gibi bölgelere ulaşıp müntesipler edinmiş, birçok önemli temsilcisi olmuştur. Ancak bu bölgelerde Hanefi ve Şafiî mezheplerinin güçlü olması Zahirilik başta olmak üzere diğer mezheplerin tutunmasına imkan vermemiştir. Hatta Bağdat’ta ortaya çıkmış olmasına rağmen Zahiriyye burada uzun süre kalıcı bir etki bırakamadığı gibi pek itibar da görmemiş, 5. (11.) yüzyılın sonuna gelindiğinde neredeyse tamamen unutulmuştur.

Zahiriyye mezhebi esas olarak Endülüs’te yayılmış ve belli bir süre etkisini devam ettirmiştir. Mezhebin Endülus’teki en parlak dönemi İbn Hazm (ö. 456/1064) zamanı ve sonrası olmakla birlikte İbn Hazm’dan önce de Endülüs’te Zahirilik anlayışına sahip kimseler bulunmaktaydı. İbn Hazm’a kadar Endülüs’te ilmi silsilesini zayıf biçimde de olsa sürdüren Zahirilik, bu mezhebi sistematik bir yapıya kavuşturan ve görüşlerinin sağlıklı biçimde günümüze ulaşmasını sağlayan Ibn Hazm ile beraber güçlü bir şekilde ortaya çıkmıştır. Muhtemelen otuz yaşına kadar Maliki mezhebine bağlı kalan ve ardından kısa bir süre Şåfilliğe geçen, bu mezhepte de tatmin olmayan, nihayet Záhirlliği benimseyen İbn Hazm birçok talebe yetiştirmiş, bunların bazıları Endülüs’te, bazıları da Doğu’ya giderek Záhirt mezhebini yaymıştır. Tavaifα mülük (1031-1090) ve Murabıtlar (10561147) döneminde İbn Hazm’ın öğrencileri ve etkisi sayesinde Zahirilik varlığını sürdürmüştür. Sayılarının azlığı sebebiyle ciddi bir tehdit olarak görülmeseler de temeli bir Maliki alim olan Abdullah b. Yasin tarafından atılan Murabıtlar’ın sıkı Malikiliği sebebiyle zaman zaman bazı Zahiri alimler takibata uğrayıp cezalandırılmıştır. Fakat Bağdat’takinin aksine Zahiriler Endülüs’te genellikle itibarlı bir konuma sahip olmuştur. Muvahhidler (1130-1269) döneminde, devletin kurucusu İbn Tümert’in fıkhi hükümlerin doğrudan Kur’an ve sünnetten çıkarılmasına dair görüşleri devlet siyaseti olarak izlendiğinden genelde Zahirilik ve özelde İbn Hazm’ın görüşleri ilgi görmüş, üçüncü hükümdar Ebû Yûsuf el-Mansûr devrinde (1184-1199) Kur’an’dan ve sünnetten uzaklaştıklan gerekçesiyle Maliki fakihlerin fürûa dair eserlerinin yakılması emredilmiştir.

Hafsiler (1228-1574) döneminde 6-7. (12-13.) yüzyıllarda Tunus’ta Zahiri bir topluluğun bulunduğu ve Malikiler’le rekabet içinde oldukları kaydedilmekle birlikte Muvahhidler’den sonra Zahirilik giderek zayıflamış ve mensupları gitgide azalarak nihayet mezhep bir süre sonra ortadan kalkmıştır.

Fıkhın Füruuna Dair Görüşlerinden Bazı

Örnekler. Zahiriler’in nasların zahirine tutunmaları, kıyası ve sahabı sözünü reddetmeleri, doğal olarak birçok konuda diger mezheplerden farklı görüşler ortaya koymalarına yol açmıştır. Bu farklı görüş lerin tek tek sayılması mümkün değilse de özellikle usullerini yansıtması açısından bazıları şöylece özetlenebilir:
1. Tilavet secdesi namaz olmadığından abdest almak ve kıbleye dönmek şart değildir.
2. Kasten terkedilen namazın kazası yoktur. Zira Allah Teâlâ Kur’an’da “O namaz kılmayanlara yazıklar olsun” buyurmuş tur (al-Maûn 107/4). Eğer vakit çıktıktan sonra kaza makbul olsaydı bunlar kınanmazlardı.
3. Narnazın her rekâtında kıraat sırasında istiazeyi okumak farzdır. Zira Cenâb-ı Hak “Kur’an okuyacağın zaman kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” buyurmuştur (en-Nahl 16/98).
4. Zekåt sadece sekiz cinste vâciptir: Altın, gümüş, bug day, arpa, hurma, deve, sığır ve koyun. Bunun dışında meyve, ziral ürünler, maden, at, bal ve ticaret mallarında zekât yoktur.
5. Cinsel ilişkiye ve nafakaya güç yetirebilen herkesin evlenmesi farzdır. Evlenmeye güç yetiremiyorsa çokça oruç tutması gerekir.
6. Alım satım sırasında şahit bulundurmak farzdır (adil iki erkek veya bir erkek, iki kadın). Bu konuda delil borçlanmayla ilgili ayettir (el-Bakara 2/282). Şahit bulunamadığında bu yükümlülük düşer. Bunların dışında Zahirilerin dört Sünnî mezhepten tamamen veya kısmen farklı birçok görüşü vardır. Cuma guslünün, akika kurbanının vacip sayılması, yolcunun oruç tutamayacağı, ramazanda yolculuğa çıkılanmayacağı, fakat önceden başlanmış bir yolculuğa devam edilebileceği, namazda örtülmesi gereken yerler açısından cariyeler ile hür kadınlar arasında fark bulunmadığı, kinayeli lafızlarl i talakın gerçekleşmeyeceği ve bid’i talakın geçersiz sayılması bunlardandır.

Kaynak: Dini terimler sözlüğü diyanet

Dini Siteler Listesi

BENZER KONULAR:

Cevapla