Paylaş
Zekatın Tarifi, Hikmeti, Farz Oluşu, Zekat Vermemenin Cezası
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
ZEKAT
1. Zekatın Tarifi, Hikmeti, Farz Oluşu, Zekat Vermemenin Cezası
Zekât lügatte “büyümek, çoğalmak” manasına gelir. Ziraf mahsül büyüdüğü zaman “Zekâ ez-zer’u”; nafakada bereket olduğu zaman “zeket’ın-nafakatu” denilir. Zekât “temizlenmek” manasında da kullanılır. Allah teala bir ayette şöyle buyuruyor: “Nefsini temizleyen kurtulmuştur. Bu, ‘nefsini kirlerden temizleyen’ demektir. “Kendini temizleyen kurtulmuştur. ” ayeti de bunun gibidir. Zekât “övmek” manasında da kullanılır. Allah teala bu kelime ile şöyle buyuruyor: “Kendinizi övmeyin. ” İyilik ve faydalı olma manasında: “Raculün zekiyyün” denilir, “hayn çok olan adam” zeki kimselerden olan kişi demektir. Yine: “Zekka el-kâdı es-şuhûde: Kadı şahitleri tezkiye etti” denilir. Çok hayırlı olduklarını açıklayınca bu ifade kullanılır.
Şeran çıkanlıp verilen mala zekât adı verilmesi, geride kalan malı arttırması ve afetlerden koruma dolayısıyladır. Allah teala: “zekâu verin” buyuruyor.
Yukarıda zikredilen lügat manalan Allah tealâ’nın şu ayetinde de gözükmek tedir: “Müminlerin mallarından zekât al ki, onunla kendilerini temizleyip mallarını bereketlendiresin.”(Tevbe: 103) Zekât, ödeyicisini günahtan temizler, mükafatını arttır.
Şer’an zekât, maldan verilmesi icab eden bir haktır. Malikfler zekâu şöyle tarif etmişlerdir. “Mülkiyet ve yıl tamamlanmak şartıyla, nisap miktarına ulaşan ve maden ve ziraat olmayan belli bir malın belli bir kısmını lâyık olan kimselere vermektir.” Hanefiler ise zekâu şöyle tarif etmişlerdir: “Belli bir malın belli bir kısmını Allah tealâ’nın belirlediği belli bir şahsa, Allah rızası için temlik etmektir.” Burada temlik sözü ile “ibaha”dan sakınılmıştır. Bir kimse zekâta niyet ederek bir fakiri doyursa zekât yerine geçmez. Ancak zekât niyeti ile yiyeceği fakire verirse bu zekât yerine geçer. Fakirin zekati kabzetmeyi almayı anlaması şarttır. Ancak bir kimseye hakim, yetimlere ait nafaka baglasa bu şart aranmaz. “Maldan bir parça” sözü, malının menfaatini vermeyi bu tarifin dışına çıkarmıştır. Bir kimse zekata niyet ederek bir fakin bir yıl evinde oturtsa bu da zekat yerine geçmez. “Malın belli bir kısmı”, verilmesi farz olan miktardır. “Belli mal”dan maksat, şeran belirlenmiş olan nisap miktan maldır. “Belli bir şahıs”dan maksat, zekât almaya hak kazananlardır. “Şari’in belirledigi” sözünden maksat, üzerinden bir yıl zaman geçmiş bulunan malın kırkta biridir. Nafile sadakalar ve fitreler bu ölçü sebebiyle tarifin dışına çıkmıştır. “Allah rızası için” sözünden maksat Allah’ın rızasını kasdederek vermektir.
Şafi’ler ise zekâtı şöyle tarif etmişlerdir: “Zekât, hususi bir şekilde mal yahut bedenden çıkanları şeyin ismidir.” Hanbelîlere göre zekâtın tarifi şöyledir: “Belirli bir vakitte, belirli bir maldan, belirli kimselere verilmesi farz olan bir haktır.”
Belirli kimselerden maksat Tevbe suresinin altmışıncı ayetinde açıklanan sekiz sınıf tür. Allah tealâ bu ayette şöyle buyuruyor: “Zekâtlar fakirlerin, miskinlerin, zekât toplama işlerinde çalışanların, kölelerin, kalpleri Islâm’a Asındırılmak istenenlerin, borçluların Allah yolundaki hizmetlerin ve yolda kalmış yolcuların hakkıdır.”
Belirli vakit, hayvanlarla para (semen) ve ticari eşyada bir yıllık zamanın geçmesidir. Hububatta danenin sertleşme, meyvelerde ise meyvenin olgunlaşma vakti, balda zekât farz olacak kadarının elde edilmesi, madenlerde nisab miktan madenin çıkarılması, zamanları, fitre sadakasında ise Arefe günü güneşin batmasıdır.
Tarifteki “farz” sözü ile, sclâma önce başlamak, cenaze namazının peşinden gitmek gibi sünnet olan haklar, “Malda” sözü ile selâmi almak ve benzeri haklar bu hükmün dışında bırakılmıştır. “Belli bir mal” sözü ile bütün malda farz olan nafaka ve borç gibi haklar, “Belirli kimseler” sözü ile diyet de bu hükmün dışında bırakılmıştır. Çünkü diyet, öldürülen kişinin varislerine aittir. “Belirli bir vakit” sözü ile adak ve kefaretler bu hükme dahil edilmemiştir.
Bu tariflerden anlaşıldığına göre, zekât, fakihlerin örfünde malda vacip olan hakkı ödemeye verilen isimdir. Yine zekât, Allah teala’nın fakirlere hak olarak be lirlediği, malın belli bir kısmına denilir. Zekâta sadaka adı verilmesinin sebebi, ku lun kulluktaki sadakatine ve Allah tealâ’ya itaatine delâlet etmesidir.
Zekâtın Hikmeti:
Rızık, gelir, yetenek ve kazanç elde etme yönlerinden insanlar arasında farklı lik bulunduğu malumdur. Allah’ın şeriatinda buna çare getirilmiştir. “Allah rızık bakımından bazınızı bazınıza üstün kıldı. ” (Nahlits) Yani Allah teala, bazımızı ba zimiza mzik bakımından üstün kılmış, ancak belirlenmiş farz olan bir hakkı fakire ödemeyi de zenginlere farz kılmıştır. Bu nafile olarak yapılacak bir iyilik ve minnet
yoluyla yapılacak bir iş değildir. Allah teala şöyle buyuruyor: “Onların mallarında, dilenen ve (iffetinden dolayı dilenmekten sakınan ve bu yüzden sadakalardan mahrum edilen fakir) mahrum olanlar için belirli bir hak vardır. ” (Mearic, 24). Zekât farizası, gelir dağılımındaki bu farklılıkların çözümüne vesile olan ilk tedbirdir. Zekât, Islâmdaki sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın gerçekleştirilmesi olayıdır.
1- Zekât malı başkasının gözünün kalmasından günahkâr ve mücrimlerin eli nin uzanmasından korur. Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zekât vermek suretiyle mallarınızı koruma altına alın, hastalıklarınızı sadaka vererek tedavi edin, gelecek olan belâlara karşı dua ile hazırlıklı olun. ”
2- Zekât fakir ve muhtaçlara yardım olup gücü yeten insanlann iş kurmalan ve çalışmalan için ellerinde bir sermaye olur, çalışmaktan âciz olanlann normal bir yaşama düzeyine çıkanlmalarına yardımcı olur, toplumu fakirlikten, devleti zayıf lamaktan korur. Toplum, dayanışma göstererek, fakirlerden ve onlann ihtiyaçlan ni gidermekten sorumludur. Bir hadis-i şerifte şöyle rivayet edilmiştir: “Allah te ală, müslüman zenginlere mallarından, fakirlerin ihtiyacını giderecek kadar zekât vermelerini farz kılmıştır. Fakirlerin aç ve çıplak yaşamaları, zenginlerin yaptık larından başka bir şey değildir. Kıyamet gününde fakirlerden ötürü Allah Teâlâ zenginlere çok şiddetli hesaba çekecek ve elim bir şekilde azab edecektir.”(2) Baş ka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Kıyamet günü fakirler sebebiyle vay zenginle rin haline!.. Fakirler şöyle diyeceklerdir: “Rabbimiz! Senin bize ayırdıgın hakları vermemek suretiyle bize zenginler zulmettiler.” Allah teala şöyle buyuracaktır: “Izzetim ve celâlim hakkı için, ben sizi yaklaştıracağım, onları uzaklaştıracağım.” Bundan sonra Hz. Peygamber (a.s): “Zenginlerin mallarında dilenen ve dilenme yenlerin belirli bir hakları vardır. ” ayetini okumuştur.”
3- Zekât insanı cimrilikten korur, mümini cömertliğe eli açıklığa alıştır, böy lelikle sadece zekât vermekle yetinmez. Zekat, sosyal bir vecibe olması sebebiyle, ihtiyaç bulunduğu zamanlarda devletin yapacağı bazı işlerde, meselâ ordu hazırla mada, Islâm devletini savunmada, fakir ve muhtaçlara yardım etmede yardımcı olur. Bunun gibi lağı yerine getirmek, yemini bozmak (zıhar) kefareti, hata ile adam öldürme kefareti, Ramazan ayına saygısızlık etme gibi suçların kefaretleri yi ne malf bir destek ve yardımdır. Buna ilave olarak hayrât vakıflar, kurban, fitre, na file sadakalar ve hibe gibi sosyal dayanışmayı güçlendiren hususlar da vardır.
4- Zekât, mal nimetinin bir şükrü olarak farz olmuştur. Öyle ki, zekât mala nispet edilmekte, malın zekâtu, denilmektedir. Buradaki izafet öğle namazı, Ramazan ayı orucu, Beytullah’ı ziyaret etmek gibi sebebe bağlı bir izafettir.
Zekâtın Farz Oluşu:
Zekât, Islâm’ın beş temel direğinden biri olup, Islâm’ın en önemli farzlann dandır. Hicretin ikinci yılında Şevval ayında Ramazan orucu ve fitrenin farz olu şundan sonra farz kılınmıştır. Fakat icmå ile zekât peygamberlere farz değildir. Çünkü zekât, günah işleme ihtimali bulunan kişileri temizleme ameliyesidir. Pey gamberler ise günahtan uzaktırlar. Onlann ellerinde bulunan mallar Allah’ın ema neti durumundadır. Ayrıca peygamberlerin mülkleri olmamıştır. Peygamberler miras da bırakmazlar, bırakuklan mallar toplum için sadakadır. Zekât, Kur’an-ı Ke rim’de seksen iki yerde namaz ile birlikte zikredilmiştir. Bu durum namaz ile zekât arasındaki sıkı ilişkinin derecesine delildir.
Zekâtın farz oluşu Kitap, sünnet ve icma ile sabittir.
Kitaptan delil, Allah tealâ’nın: “Namazı kılın, zekâtu verin ” (Bakara: 110) aye ti ile “Müminlerin mallarından zekât al ki, onları temizleyip mallarını çoğalta- sın.””, (Tevbe: 103) “Hasat günü ürünün hakkını ödeyin. ” (En-am: 141) ayetleri dir.
Sünnetten delil, Hz. Peygamber (a.s)’in: “Islâm beş temel üzerine kurulmus tur: Bunlardan biri de zekât vermektir. ” (1) hadisi ile Muaz b. Cebel’i, Yemen’e vali olarak gönderirken kendisine söylediği şu sözlerdir: “Onlara bildir ki, Allah teala kendilerine zekâtı farz kılmıştır. Zekât zenginlerinden alınıp fakirlerine verilir. “2) Zekâtın farz oluşunu bildiren daha başka hadisler de vardır.
Asırlar boyunca bütün müçtehitler de zekâtın farz olduğu hususunda icma et mişlerdir. Sahabe (r.a) zekât vemeyenlerle savaşılması gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir. Zekâtın farz oluşunu inkâr eden kişi kâfir ve mürted olur. Eğer bu kişi Islam ülkesinde, alimler arasında ise kendisine mürtedlerle ilgili hüküm uygulanır. Üç kere tevbeye çağnlır, eğer tevbe ederse kurtulur, tevbe etmezse öldürülür. Isl âm’a yeni girmesi sebebiyle yahut şehirlerden uzakta çöl v.s. gibi yerlerde yetişme si sebebiyle zckâun farz olduğunu bilmediği için farz olduğunu inkâr eden kimseye farz olduğu öğretilir, kåfir olduğuna hükmedilmez. Çünkü bu kişi mazurdur.
Zekâtı Vermemenin Cezası:
Zekâtı vermeyen için hem dünyada hem de ahirette azap vardır. Ahiretteki azap yakıcı bir azaptır. Allah teala şöyle buyuruyor: “Altın ile gümüşü biriktirip AL- lah yolunda harcamayanları yakıcı bir azapla müjdele. Kıyamet gününde bu mal lar cehennem ateşinin içinde kızdırılacak sahiplerinin alınları, ve sırtları bu ateş ile daglanacak ve: “Bu sizin sadece kendiniz için biriktirdiklerinizdir, biriktirdikle rinizin acısını tadın’ denilecek.” (Tevbe: 34-35)
Hz. Peygamber (a.s) de şöyle buyurmuştur: “Allah teala kime mal verir de bu malın zekâtını o kişi ödemezse zekâtını ödemedigi mal, gözlerinin üzerinde simsi yah iki benek bulunan başı kel yılan gibi görünecek ve kıyamet gününde bu yılan görünümündeki mal onun boynuna çöreklenecek ve adamın iki çenesini yakalayıp şöyle diyecek: “Ben senin malınım, ben senin biriktirdiğinim.” Hz. Peygamber (a.s) daha sonra: “Allah’ın fazlından verdiği malları vermekte cimrilik gösterenle rin cimriliklerinin kendileri için hayırlı olduğunu zannetme! Bilakis bu onlar için kötülüktür. Kıyamet gününde cimrilik yaparak vermedikleri o mallar boyunlarına halka yapılacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. ”
Başka bir rivayette ise Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: “Altın ve gü müş sahibi bir kimse, hakkını (zekâtunı) ödemezse, kıyamet gününde onlar ateşten levha halinde açılacak. Cehennemde bu levhalar kızdırılacak, alnı, yan tarafi ve sırtı bu ateşten levhalarla dağlanacak. Cildi yandıktan sonra tekrar yenilenecektir ve bu kullar arasında hüküm verilinceye kadar, uzunluğu elli bin sene olan bir gün de tekrarlanacaktır. Sonra yerini görecek, ya cehenneme yahut cennete gidecek tir.”
Kusur ve ihmalinden ötürü ferde uygulanacak olan dünyevi cezaya gelince:
Bu ceza, zekâtı kendisinden almak, tazir etmek ve zorla malının yansını almaktır. Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ecrini Allah’tan isteyerek malının zekâtın ödeyene ecri verilir. Zekâtını vermeyenin zekâtını ve devesinin yarısını, Rabbimiz Allah tealânın bir alacağı olarak alırız. Zekâttan hiç bir şey Muhammed’in aline helal değildir. ”
Eğer kişi, farz oluşuna inanmadığından ötürü zekât vermezse, kafir olup, mür ted gibi öldürülür. Çünkü zekâtın farz oluşu, zaruri olarak bilinen, Allah tealâ’nın alacaklarından bir alacaktır. Bunun farz olduğunu inkâr eden kimse, Allah tealâ’yı ve Resulünü yalanlamış olur. Dolayısıyla bu kişinin kafir olduğun hükmedilir.
İnkâr sebebiyle zckâtu ödemeyen topluluklarla savaşılır. Nitekim sahabe, ilk halife Hz. Ebu Bekir döneminde böyle yapmışlardır. Hz. Ebu Bekir şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin ederim ki, namaz ile zekati birbirinden ayıranlarla elbette savaşacağım. Çünkü zekât malın hakkıdır. Allah’a yemin ederim ki, Hz. Peygam ber (a.s)’e ödemekte oldukları dişi bir keçi yavrusunu (anak)(1) vermezlerse, bun dan dolayı onlarla savaşacağım. “2) Müslim, Timizî ve Ebu Davud’un bir lafzı da şöyle gelmiştir: “Resulullah (a.s)’a ödemekte oldukları devenin bağını ödemeye cek olurlarsa. ” Buna binaen âlimler ittifakla şöyle demişlerdir: Bir kimse veya bir topluluk eğer zekât ödemezler ve devlete karşı savaş açarlarsa onlarla savaşmak devlete vaciptir. Eğer zekâtın farz olduğunu bilmemekten yahut cimriliklerinden ötürü ödemezlerse kâfir olmaz, günahkar olurlar.
2. Zekatın Farz Olmasının Sebebi, ve Rüknü:
Hanefilere göre:) Zekâtın sebebi, nisap miktan namî (büyüyen ve artan) bir mala sahip olmaktır. Bu büyüme fiilen olmasa da büyüme imkân ve kudretinin bu lunması yeterlidir. Ay takvimi ile bu malın üzerinden bir yıl geçmesi şarttır, güneş takvimi ile değildir. Nisap miktan malin, kullar tarafından talep edilen borcun di şında olması ve kişinin aslî ihtiyaçlarından artmış bulunması şarttır.
Bir şeyin bulunması sebep ve şartlara bağlıdır. Ancak sebebe vücup izafe edi lir, şarta izafe edilmez. Mesela, bir kimse nisap miktan mala sahip olmazsa ona zekât vermek gerekmez. Vakıflarda mülkiyet olmadığı için, vakıf mallarından da zekât vermek vacip değildir. Bunun gibi düşmanların kendi ülkelerinde el koyduk lan Müslümana ait bir maldan bu kişinin zekât vermesi vacip değildir. Çünkü onlar bu mala el koymuşlardır.
Burada nisaptan kastedilen, şari’in zekâtın farz oluşuna alâmet olarak koydu ğu, aşağıdaki bahislerde zikredilecek olan ölçülerdir. Bu ölçüler de iki yüz dirhem yahut yimi dinardır.
Buna göre, kişinin teslim almaksızın ticaret için satın aldığı mala, teslim al madıkça zekât farz değildir. Çünkü mülkiyet tamamlanmamaktadır. Mezheplerin ittifakiyle, aslf ihtiyaçlardan olan elbise, oturulan ev, ev eşyası, binek hayvanları, savaşta kullanılan, silahlar ve ilmî kitaplardan zekât vermek gerekmez. Ancak bun ların sahiplerine ait olması, yani ilmî kitaplann ilim ehline ait olması ve ticari mak satla bulundurulmaması gerekir. Zanaatkârların iş aletleri de zekâta tabi değildir. Çünkü bunlar kişinin ihtiyacıdırlar, temelde büyüyen ve gelişen mallar değildirler.
Hanefilere göre, kaybolup seneler sonra bulunmuş olan maldan ötürü de zekât vermek gerekmez. Çünkü bunlarda büyüme ve gelişme söz konusu değildir. Deni ze düşüp de senelerce sonra çıkartılan mallarla gasbolunmuş olan mallardan da zekât vermek gerekmez. Ancak gasbedilen mal ile ilgili elde bir senet mevcut ise seneler sonra gasbeden kişiden geri alınca, zekâtını vermek gerekir. Toprağa go mülüp yeri unutulan ve sonradan hatırlanan maldan ötürü de zekât vermek gerekmez. Tanınmayan yabancı kimselere emanet edilip sonradan kime emanet edildiği unutulan mallardan da zekât vermek gerekmez. Fakat tanıdıklardan birine emanet edildiği halde unutulan mallardan ötürü zekât vermek gerekir. Bunun gibi, borçlu nun senelerce inkar ettiği ve hakkında senet bulunmayan mallardan da zekât ver mck gerekmez. Bu gibi alacaklann, borçlusu bir topluluk yanında ikrar etmek gibi delil bulunsa da, zekâtunı vermek gerekmez. Bunun gibi zulmen alınmış (musade re) olan bir mala senelerce sonra ulaşılsa, bundan zekât vermek gerekmez. Fakat uzun zaman inkâr eden kimsede yahud fakir veya iflas etmiş kimselerdeki alacak yahut senet bulunduğu halde inkâr eden kimsede olan alacaklardan ötürü geçmiş yılların da zekâtını vermek gerekir. Ancak zekât, bu para kişinin eline geçince farz olur.
Hanefilere göre, bu zikredilen durumlarda zekâtın farz olmamasının dayandığı delil, şu hadis-i şeriftir. “Dumâr maldan zekât vermek gerekmez. ” Yani mülki yet devam ettiği hâlde, faydalanmanın mümkün olmadığı mallarda zekât yoktur.
Üzerinden bir yıl geçmeyen mallardan da ittifakla zekât vermek gerekmez. İleride zekâtın şartları bahsinde sünnet, bu hususu açıklamaktadır. Yine ittifakla, inci, yakut, zeberced, firuz, mercan gibi kıymetli taşlardan zekât lâzım gelmez. Çünkü şer’an bunlardan zekât vermenin farz olmasının gerekti ren şart bulunmamaktadır. Bu gibi mallar kullanmak için bulundurulur. Ancak bunlar ticaret gayesi ile bulundurulursa zekatlanni vermek gerekir. Cumhura göre, yem ile beslenen ve çalıştırılan hayvanlardan ötürü zekât lazım gelmez. Zekât, sadece otlak hayvanlanndan saime, senenin çoğunu otlayarak geçiren hayvanlardan lazım gelir. Malikiler ise yem ile beslenen ve çalıştırılan hayvanlardan da zekât lâzım geldiği görüşünü benimsemişlerdir.
Zekânın Rüknü
Zekâtın rüknü: Nisabın bir parçasını maldan çıkanp mal sahibinin o kısımdaki mülkiyetini sona erdirmek suretiyle fakire temlik etmek, ona bunu teslim etmektir.
Yahut fakir adına birine teslim etmektir. Bu kişi de devlet yahut zekât memuru olabilir,
3. Zekâtın Şartları:
Zekatın farz olma ve sıhhat şartları vardır. Ittifakla zekât hür, Müslüman, akıllı ve ergen kimselere farzdır. Ancak nisap miktan mala tam olarak sahip olmak ve bu malin üzerinden bir yıllık zaman geçmiş olmak şarttır. İttifakla, zekât öderken bu lunacak niyetle gerçekleşir.
Zekâtın Farz Olmasının Şartları:
1 – Hür olmak:
Zekât ittifakla kölelere farz değildir. Çünkü köle bir şeye sahip olamaz, kölenin eline geçen her şey efendisinindir. Mükâtcb (sözleşmeli) ve benzeri köleler her ne kadar mala sahip olsalar da bunlann mülkiyeti tam değildir. Cumhura göre, kö- lenin sahip olduğu maldan ötürü cfendisinin zekât vermesi gerekir. Çünkü efendi, kölenin kendisine sahiptir, dolayısıyla malına da sahiptir. Zekâtını da onun ödeme si gerekir. Bu durum kâr ortağının elindeki mal ile vekilin elindeki mala benzer. Malikilere göre, kölenin malından ötürü ne köleye ne de efendisine zekât vermek gerekmez. Çünkü kölenin mülkiyet hakkı eksiktir. Zekât ise mülkiyeti tam olan kimseye farzdır. Efendi ise kölenin malına sahip olamaz.
2- Müslüman olmak:
Icmâ ile kâfire, malından ötürü zekât vermek farz değildir. Çünkü zekât, te- mizleyici bir ibadettir. Oysa kâfir kişi temizlenmeye chil değildir.
Şafifler, diğer fakihlerin düşüncelerinden farklı olarak, mürted olan kişiye mürtedlikten önceki malından ötürü zekat vermesini vacip kılmışlardır. İslâm du- rumunda iken üzerine vacip olan zekat, mürted olmakla kendisinden düşmez. Ebu Hanife ise Şafiilerden farklı düşünüp, mürtedden zekâtu düşürmüştür. Çünkü mür ted kişi aslında kafir olan kişi gibi olmaktadır. Mürtedlik durumundaki malının zekâtına gelince: Şafiflerce esah olan görüşe göre; onun hükmü mürtedin malının hükmü gibidir. Mürtedin malının hükmü mevkuftur, ortadadır. Eğer mürted kişi Islâma döner ve mal varlığına devam ettiğine dair bir delil bulunursa zekât ona farz dir. Eğer bir delil bulunmazsa zekât farz olmaz.
Fakihler aslında kâfir olan kimseye ancak iki sebeple zekâtı farz kılmışlardır:
a) Öşürler: Maliki, Hanbelf ve Şafiflere göre, zimmilerle emam sahibi-vizeli harbilerden, ticari vergi olarak öşür alınır. Bu da kendi ülkeleri dışında bir İslâm ül- kesinde ticaret yaptıklan zaman içindir. Bu ticaret senede bir kaç kere tekrarlansa bile, ister ellerindeki mallar nisap miktanna ulaşsın, ister ulaşmasın öşür vermeleri gerekir.
Malikilere göre: Zımmilerle harbflerin Mckke, Medine ve o civardaki köylere taşıdıkları mallardan, özellikle buğday, zeytinyağı gibi mallardan öşrün yansı ka- dar (yirmide bir) vergi alınır.
Ebu Hanife, zimmîlerle harbilerin mallanndan öşür alınması için, bu malların nisap miktanna ulaşmasını şart koşmaktadır. Ebu Hanife şöyle demiştir. Özellikle zimmiden yirmide bir, harbiden onda bir vergi alınır. Bir hüküm misli ile muamele, yani mütekabiliyet esasına dayanmaktadır.
Şafiflere göre: Bunlardan alınacak öşür şarta bağlıdır. Eğer harbiye öşür şartı koşulursa öşür alınır, şart koşulmazsa bir şey alınmaz.
b) Imam Ebu Hanife, Imam Şafif ve Imam Ahmed’e göre: Özellikle Benû Tağ- lib Araplarından olan hıristiyanlardan iki misli öşür alınır. Çünkü bu öşür cizyenin yerini tutmaktadır.(1) Hz. Ömer (r.a) de böyle yapmıştır. Bu konuda Imam Ma lik’den her hangi bir açıklama bilinmemektedir.
3- Ergen ve akıllı olmak:
Hanefilere göre bu iki husus şarttır. Çocuğa ve deliye mallanndan ötürü zekât yoktur. Çünkü bu iki grup insan, namaz ve oruçta olduğu gibi, ibadetleri yerine ge tirmekle sorumlu değillerdir.
Cumhura göre: Ergen ve akıllı olmak, zekâtın farz olması için şart değildir. Dolayısıyla çocuğun ve delinin de mallarından zekât vermek farzdır. Bunlar adına velileri zekatlannı öderler.Dayandığı delil şu hadis-i şeriftir. “Bir kimse malı bulu nan bir yetimin velisi olursa onun adına ticaret yapsın ve mali bırakıp da zekât onu yemesin. “Başka bir rivayette şöyle gelmiştir: “Yetimlerin mallarını çalıştırın ki, zekât onu yiyip tüketmesin. “C) Zekâtın bir hedefi de zekât veren kişinin sevap kazanmasını sağlamak, fakirleri gözetmektir. Çocuk ile deli de sevap işleyebilirler, fakirleri gözetebilirler. Bu sebeple bunlann akrabalık nafakası vermesi farz olmak tadır. Bu görüş, fakirlerin faydasına bir mana taşıdığı için daha kuvvetlidir. Bu se kilde hem fakirlerin ihtiyacının giderilmesine katkıda bulunulmuş olur, hem de mal ona muhtaç olanların gözlerinin kalmasından kurtulur, nefis temizlenmiş, yardım severliğe ve cömertliğe alıştırılmış olur.
4- Malın zekâta tabi mallardan olması:
Zekât alınan mallar beş sınıftır: Altın ve gümüş paralarla altın ve gümüşün külçeleri ve bunlann yerini alan paralar, madenler, defineler, ticari mallar, ziraf ürünler, Cumhura göre, evcil otlak hayvanlan, Malikilere göre ise alafla beslenen hayvanlar.
Zekâta tabi olan malın (nâmf) büyüyen bir mal olması şarttır. Çünkü zekâtun manası nema olup, ancak büyüyen maldan elde edilir. Bundan maksat gerçekten büyümek değildir. Malin büyümesinden ticaret yahut otlaklarda otlamak suretiyle büyümeye müsait olması kastedilmektedir. Bu hüküm Cumhura göredir. Çünkü hayvanları otlatmak, süt vermeye, çoğalmaya ve yağlanıp etlenmelerine vesiledir. Ticaret ise kâr kazanmaya sebeptir. Dolayısıyla sebep netice yerinde tutulmuş tur.
Ticaret için bulundurulmayan kıymetli taşlardan inci, madenlerden (altın ve gümüş hariç) ev eşyası ile mülk ve akarlardan, at, katır, eşek, eğitilmiş köpek, bal, süt, sanat aletleri ve ilmi kitaplardan zekât gerekmez.
Ebu Hanife’ye göre saime olan atlardan da zekât icab eder. Fakat müftabih (fetvaya esas) olan görüşe göre, bu atlardan zekât vermek gerekmez. Hanefi, Han beli ve Zahirîler’e göre baldan zekât vermek farzdır. Malikîlerle Şafiilere göre, bal dan zekât vermek gerekmez.
5- Malın nisap miktarı yahut nisap kıymetine ulaşması:
Nisap miktarı mal, şeriatın zenginlere aşağıda gelecek olan miktarlardan zekât vermeyi vacip kıldığı maldır. Zekât mallarının çeşitleri bahsinde şer’i nisaplar bahsi gelecektir. Bu bahsin özeti şudur. Altının nisabı yirmi miskal yahut yirmi di nardır. Gümüşün nisabı iki yüz dirhemdir. Tahil ve meyvelerin nisabı Hanefiler di şındaki fakihlere göre, kuruduktan sonra beş vesak (635 kg.)’dır. Koyunun nisabi kırk, develerin beş, sığırların ise otuzdur.
6- Mala tam olarak sahip olmak:
Fakihler, mülkiyetten kastedilen mananin zilliyet mi (kendi eli alunda bulun durma) tasarrufuna sahip olmak mı yoksa mülkiyetin aslı mı olduğu hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Hanefilere göre (1) Mülkiyetten kastedilen, mülkiyetin aslı ile birlikte zilliyettir.(1) Bu malın kişinin mülkiyetinde olması gerekir. Vakıflara ait otlak hayvan lanyla, vakfedilen atlardan dolayı zekât vermek gerekmez. Çünkü bunlarda mülki yet yoktur. Düşmanların istilâ ettikleri kendi ülkelerinde alıkoyduklan mallardan zekât vermek gerekmez. Çünkü Hanefilere göre, düşmanlar bu mallara alıkoymak suretiyle sahip olmuşlardır, Müslümanın mülkiyeti bundan kalkmıştır. Sahipsiz, mübah araziden elde edilen ziraf ürünlerden de zekât vermek gerekmez. Bunun gi bi, elinde başkasına ait mal bulunan borçlu kimseye de zekât lâzım gelmez. Çünkü bunda da mülkiyet yoktur. Bu malin zekât asıl sahibine aittir. Bunun gibi,malin el de edilmiş, teslim alınmış bir mal olması şarttır. Bir kimse bir mala sahip olup da onu teslim almasa mescla, kadın mehri gibi bir mal olsa, onu teslim almadan zekâu ni vermek gerekmez. Bunun gibi, dımâr maldan yani mülkiyetin aslı baki olmakla beraber, fiilen faydalanma imkâm bulunmayan mallardan da zekât vermek gerek mez. Meselâ, kaybolan hayvanlar, kaybolmuş mal, denize düşen mal, devletin mü sadere ederek zulmen aldığı mal, elde bir belge bulunmadığı halde inkar edilmiş, fakat üzerinden bir yıl geçtikten sonra insanların önünde ikrar edilmek suretiyle de lil bulunmuş olan mal, açık arazide defnedilip yeri kaybolmuş mal zekâta tabi de ğildir. Eğer gömülen mal cvde isc, icma ile zekâtını vermek gerekir.
Malikilere göre:2) Zckâtta kastedilen mülkiyetin aslı ve malik olunan mallar da tasarruf yetkisinin bulunmasıdır. Kendi mülkü olmayıp rehin olarak kişinin eli altında bulunan mallardan zekât lazım gelmez. Çünkü bunda mülkiyet yoktur. Bü tün insanlara mübah olan mallardan ötürü de zekât yoktur. Hiç kimsenin mülkü ol mayan arazide kendi başına çıkan bitkilerden ötürü zekât vermek gerekmez. Çünkü bunda da mülkiyet yoktur. Gasbedilmiş mallarla emanet bulunan mallardan zekât vermek gerekmez.
Kadın mehrini aldıktan sonra üzerinden bir yıl geçmişse bundan ötürü zekât vermesi gerekir. Malını vakfeden kişiye, eğer bu mal nisap miktarına ulaşırsa yahut nisap miktanndan eksik olur da vakfedenin elinde nisabı tamamlayacak başka mal lar da bulunursa ve bu vakfın mütevelliliğini sahibi yüklenirse bundan ötürü de zekât vermek gerekir. Mesela, vakfedilen yerin üzerindeki bitki vakfedenin elinde bulunup onu kullanıyor ve meyve verinceye kadar bakımını yapıyor da sonra ayin yorsa bundan zekât vemek gerekir. Çünkü vakıf Malikilere göre, malı mülkiyetten çıkarmaz. Gasbedilen, çalınan, inkâr edilen, bir yerde defnedilip unutulan mallar ele geçirilir de üzerinden bir yıl geçerse bunun zekâtını vermek gerekir. Emanete verilen mal emanetçinin elinde yıllarca kalırsa, teslim alındıktan sonra her yılın zekâu ödenir. Başkasına borcu olan kimse, ona ait paralar elinde bulunuyorsa üze rinden bir yıl geçince borcunu karşılayacak kadar akar ve benzeri mal elinde varsa, bunun zekânı verir. Çünkü bu kişi o malın kıymetini ödemeye muktedir olunca, o
mal kendisinin olur. Eğer yanındaki mal ve ziraf ürünler yahut hayvanlar yahut ma denler gibi mallar olursa alacağını karşılayacak kadar olmasa da bu mallann zekati- ni vermesi vaciptir.
Şafiilere göre: (1) Zekât verilecek malda aranan şart, mülkiyetin aslının bulun ması ve tasarruf yetkisine sahip olmaktır. Efendiye mükâteb (sözleşmeli) kölesin den ötürü zekât vermek farz değildir. Çünkü bu malda tasarruf yetkisi yoktur. Bu mal yabancı malı gibidir. Vakıf mallarından da zekât vermek farz değildir. Çünkü esah görüşe göre, vakifların mülkiyeti Allah’a aittir. Bunun gibi, bütün insanların faydalanması için mübah olan amme malından ötürü de zekât vermek mecburiyeti yoktur. Mesela, açık sahalarda, hiç kimsenin yardımı olmaksızın çıkan bitkilerden zekât vermek gerekmez. Çünkü özel mülkiyet söz konusu değildir.
Vakfedilmiş olan toprağın zekâu, kirası ile birlikte kiralayana aittir. Vakfedi len ağaçlardaki hurma ve üzüm gibi meyvelerde belirlenmiş olan miktar mevkufu naleyhe aittir. Şafii’nin yeni mezhebine göre gasbedilen mallarla yitik mallar ve bulunan mallarda birinci sene zekât vermek farzdır. Çalınan, denize düşen, kaybo lan, emanet edilen mal, sahibinin eline geri döndükten sonra bunlardan zekât ver mek farz olur. Çünkü bu mallar sahibinin mülkiyetinde olan mallardır. Bir malı gasbeden kişi onu sahibine teslim etmeye mecbur edilir. Bu vekilin elinde bulunan mala benzer.
Sahih olan görüşe göre, bulunan mal üzerinden bir yıl geçince, bulan kimsenin zekâtını ödemesi gerekir. Çünkü kendi eli altında iken bu mal üzerinde bir yıl geçmiştir.
En sahih olan görüşe göre, borç zekâtın farz olmasına engel değildir. Çünkü zekât, malın kendisi ile ilgilidir. Borç zimmetle ilgilidir.Bunların biri diğerine en gel değildir. Bu durum cinayet işleyen kimsenin borcu olduğu halde diyet ödemesi gerektiği hükmüne benzer.
Kadının mehrini aldıktan sonra onun zekâtını ödemesi gerekir. Çünkü bu mal kocasının elinde bir nevi alacak kabilindendir.
Başkasından borç mal alan kimsenin, borç aldığı malin zekâtını ödemesi gerekir. Ancak bu mal mülkiyeti altındayken bir yıl elinde kalmış olmalıdır. Çünkü bu kişi o mala istikraz yolu ile tam olarak sahip olmuştur.
Hanbelilere göre: Malda mülkiyetin aslının bulunması ve istenilen şekilde mala tasarruf yetkisinin bulunması gerekir. Mescitler, medreseler, ve meskenlerde olduğu gibi, belirsiz kimselere vakfedilen mallardan zekât vermek gerekmez, Top rak ve ağaç gibi, belirli kimselere vakfedilen mallardan ise zekât vermek gerekir. Racih olan görüşe göre, gasbedilmiş mallarla çalınan, inkâr edilen ve yitik mallardan, ele geçtikleri zaman zekât vermek gerekir. Buluntu mallardan, bulan kimsenin diğer mallan gibi üzerinden bir yıl geçince zekat vermesi gerekir. Ancak ilan edil dikten sonra üzerinden bir yıl geçmesi gerekir. Kadın mehir malını alınca, geçmiş senelerin zekâtunı verecektir. Çünkü bu, bir alacaktır. Mehrin hükmü geçmiş yılla nn zekâtı bakımından alacakların hükmü gibidir. Kadın eğer mehrini zifafa girme den önce alır da üzerinden bir yıl geçer ve bunun zekâtunı öder, sonra da kocası onu zifaftan önce boşarsa yansını geri vermesi diğer yansından zekât ödemesi gere kir.
7- Nisap miktarı mal üzerinden kameri bir yıl geçmiş olmak:
Bunun dayandığı delil Hz. Peygamber (a.s)’in şu hadisidir: “Üzerinden bir yıl geçmedikçe bir maldan zekât vermek gerekmez. “(1) Tabiîn ile sonraki fakihler de bu meselede icma etmişlerdir. Zekâtın yılı kamer ay hesabı ile olup ittifakla güneş yılı hesabıyla değildir. Bu mesele aynen oruç ve hac gibi İslâm’ın diğer hükümleri ne benzemektedir.
Hanefilere göre:(2) Malin, yılın iki tarafında, yani başında ve sonunda nisab miktanınca olması şarttır. Yılın içinde mal nisap miktarından eksilsin veya eksilme sin, hüküm değişmez. Bir kimse senenin başında nisap miktan mala sahip olur da sonra yılın sonuna kadar nisap devam ederse ister arada kesinti olmaksızın tam ola rak devam etsin, ister yıl içinde hepsi gitsin zekât vermek farz olur. Yine mal yıl içinde nisap yönünden eksik olup yıl sonunda tam olursa, yıl içindeki eksiklik zarar vemez. Önemli olan yılın başında ve sonunda nisabın tam olmasıdır.
Hibe ve miras yolu ile de olsa yıl içinde elde edilen mallar, malın aslına ilave edilir. Bu mallarda zekât farzdır. Çünkü elde edilen ve asıl mala eklenen her malın hesabını yapmak çok zor olur. Özellikle nisap dirhem cinsinden para ise ve kişi ge lir sahibi olup her gün bir yahut iki dirhem para kazanıyorsa bu zorluk daha da bariz olarak ortaya çıkar. Yıl şartı zaten kişiye kolaylık olması için konulmuştur.
Ziraf ürünler dışındaki mallarda bir yıllık zaman geçmesi şarttır. Ziraf ürünler de ise meyve ortaya çıkınca ve bozulmasından emin olunarak, kendisinden fayda lanılacak noktaya ulaşınca, zekâtinı vermek gerekir. Hasada hak kazanmış olması şart değildir.
Malikilere göre: Altın ve gümüş gibi aynî mallarla ticarî mallarda ve hay vanlarda bir yıllık zamanın geçmesi şarttır. Maden, define ve ziraf ürünlerde bu şart yoktur. Ziraf ürünlerde üzerinden yıl geçmese bile, yenecek duruma gelmekle zekât farz olur.
Sene içinde elde edilen mallara gelince: Eğer hibe, miras alışveriş yahut ben zeri yollardan elde edilmişse, bunların üzerinden bir yıl geçmedikçe zekât vermek gerekmez. Fakat sonradan elde edilen bu mallar ticari bir malın kân ise yahut ticare tin kan ise, o takdirde aslının senesine göre zckâtını öder. Malin aslı ister nisap mik tan olsun, ister nisap miktanndan az olsun, kan ile birlikte nisabi tamamlarsa zeka uni ödemek gerekir. Çünkü malın kân aslına ilave edilir. Altın ve gümüş cinsinden olan nisap, yıl arasında nisaptan noksanlaşır da sonra bu maldan kâr elde edilirse kärlann ve nisabın zekâtını ödemek gerekir. Malikflere göre bu konudaki kaidenin özü şudur: Malın kânnın yılı, aslının yılına tabidir. Bunun gibi, hayvanların nesli nin yılı, analanının yılıdır.
Yine bunun gibi, yıl tamamlanmış olmakla birlikte, hayvanlarda zekât memu runun gelmesi de şarttır. Zekât memuru gelmeden önce bu hayvanlarda zekât yok tur.
Şafiilere göre: Şafiiler de bu konuda Malikiler gibi düşünmektedirler. Para, ticari eşya ve hayvanlar da bir yılın geçmiş olması zekât vermek için şarttır. Ziraf ürünlerde, maden ve definclerde bir yıl geçme şartı yoktur. Yılın peşpeşe nisap ba kımından tam olarak geçmesi şarttır. Yıl arasında eğer nisap bir an bile olsa eksik olursa hayvanların yavruları dışında zekât vermek gerekmez. Ancak hayvanlarda yavrular analarına tabidir. Ticarî mallarda da böyledir. Eğer aslı nisap miktan olur sa aslındaki malın yılına göre zekâta tabi olurlar. Yıl esnasında ne zaman arada mül kiyet, bir ivaz karşılığı yahut satış ve hibe suretiyle yok olursa, geride kalan mal için yeniden yıl hesabı yapmak gerekir. Eğer nisap yılın başlangıcında tam olur da sonra yıl içinde eksilir ve sonra yine tamamlanırsa, nisabın tamam olduğu günden itiba ren bir tam yıl geçtikten sonra zekât lâzım gelir.
Yıl içinde hibe, satış, miras ve benzeri yollarla malın kendisi dışında bazı se beplerle elde edilen mallar için, asıl maldan ayrı olarak, yani hayvanların yavrulan ile ticaret mallarının kân dışında yeni bir yıl hesabı yapmak gerekir. Bu hususu da ha önce açıklamıştık. Mülkiyet yenilendiği için yıl da yenilenir. Bunlar yanındaki mal ile toplanarak aynı yıla mahsup edilemez.
Bir kimsenin zekaun farziyetini düşürmek kastı ile aynından zekât vermesi farz olan mallardan mülkiyetini hile-i şeriye ile yok etmesi mekruh, cumhura göre isc haramdır. Çünkü bunu yapmak zekât ibadetinden kaçmaktır.
Hanbelilere göre (1) Paralarla hayvanlarda ve ticari eşyada zekâtun farz olma si için bir yıl zaman geçmesi şart olup, ziraf ürünlerle maden ve define gibi mallarda bir yıl zaman geçmesi şart değildir. Muteber olan, nisabın bütün yıl boyunca bulun masıdır. Yanm gün yahut bir kaç saat gibi az bir zaman nisabın yok olmasının bir zaran yoktur. Eğer nisab yıl içinde eksilirse yeniden bir yıl hesabına başlamak gere kir. Ancak hayvanlann yavrulan ile ticarî mallann kânnda durum değişik olup bun lar malın aslına ilave edilirler. Çünkü bu mallar asla tabi olup bunlardan doğmuştur, çoğalmıştır. Kârlar gün ve saatler içinde çoğalırlar, bunlann zaptı güç olur. Hay vanların yavruları da böyledir. Bunlar tekerrürü çok olduğu için, zorlukları daha çoktur.
Fakat yıl içinde satış, hibe, miras, ganimet ve benzeri yollarla elde edilen mal lanın ayn bir yılı olması gerekir. Çünkü bunlar seyrek meydana gelen olaylar olup sik sik tekrarlanmazlar. Bunlara ait yılları ayn ayn tesbit etmek ise zor değildir. Zorluk olsa da hayvanların yavrulan ile ticari malların kârlarındaki zorluktan daha azdır. Dolayısıyla, bunu o mallara benzetmek mümkün değildir.
Özetle, nisap malının üzerinden bir yıl zaman geçmesi ittifakla şarttır. Hay vanlann yavrulan ile ticarî kârlar yine ittifakla nisabın aslına ilave edilir. Yıl içinde ayni cinsten elde edilen mallar ise yavrular ve kârlar dışında, Hanefilere göre, nisa ba ilave edilerek onunla birlikte zekâti verilir. Bunun sebebi zekât veren kimseye kolaylık sağlamak, onun üzerinden güçlüğü ve sıkıntıyı defetmektir. Zira elde edi len her malın yılını hesap etmek zordur. Yıl şartı ise zekât vermede mal sahiplerine kolaylık olması için konulmuştur.
Cumhura göre: Elde edilen her mal için yeni bir yıl hesap edilir. Çünkü bu adeletin gereğidir, aynı zamanda mülkiyet yenilenmektedir. Dolayısıyla bunlar için yıl geçme şart koşulur. Bu mesele, nisabin başlangıcı olan aslî malın cinsinden olmayıp sonradan kazanılan mallara benzer. Dayandığı delillerden biri de şu hadis i şereftir: “Bir kimse her hangi bir malı elde ederse üzerinden bir yıl geçmedikçe zekât vermesi gerekmez.”
8- Borçlu Olmamak:
Hanefîlere göre, ziraf ürünlerin dışındaki mallarda, Hanbelflere göre bütün mallarda, Malikilere göre altın ve gümüşte zekâtın farz olması için borçlu bulunma mak şart koşulmuştur. Malikilere göre, ziraf ürünlerle hayvanlar ve madenlerde şart değildir. Şafiilere göre, borçlu bulunmamak zekâtın farz olmasının şartlarından de
ğildir.
Hanefilere göre: Kullar tarafından istenmekte olan borç zekâtın farz olmasına engeldir. İster zekât ve haraç (arazi vergisi) gibi ilahî borçlar olsun, ister kefalet borcu gibi insana ait borçlar olsun, farketmez. Çünkü mekfülün (Ichine kefil olunan) alacaklı kimse, alacağını dilediğinden, yani kefilden de borçludan da alabilir. Bu borç ertelenmiş bir borç da olsa durum aynıdır. Hatta aynlıncaya kadar ertele nen, zevcesine olan mehir borcu da böyledir. Bunun gibi, kadi hükmü ile yahut kar şılıklı nza ile yüklenilen bir borç da zekâtın farz oluşuna engel teşkil eder. Fakat kullar tarafından talep edicisi bulunmayan adak, kefaret, hac gibi borçlar ise zeka tin farz oluşuna engel teşkil etmezler.
Hanefi mezhebine göre borç, ziraî ürünlerin öşrü ile haracının farz oluşuna, kefaretlerin vacip oluşuna engel değildir. Yani borç esah olan görüşe göre, mal ile kefaret ödemenin vacip olmasına engel değildir.
Hanbelilere göre: Borç, para ve ticarî mallar gibi batini mallarda zekâtın farz olmasına engel teşkil eder. Çünkü Osman b. Affan şöyle demiştir: “Bu ay zekâtları- nızın verileceği aydır. Kimin borcu varsa onu ödesin, sonra da mallarınızın zekâtn- ni ödeyin. “(2) Başka bir rivayette şöyle demiştir: “Kimin borcu varsa, borcunu ödesin, malının geride kalan kısmını bıraktın. ” Osman b. Affan bu sözleri bir saha be topluluğu önünde söylemiştir. Sahabe onun bu düşüncesine karşı çıkmamıştır. Dolayısıyla bu durum, sahabenin borcun ödenmesi ve borca engel teşkil etmesi konusunda ittifak ettiklerine delalet etmektedir.
Bunun gibi zahiri mallarda da borç zekâta engeldir. Zahir mallar otlak hay vanlanyla hububat ve meyvelerdir. Önce borçtan başlanarak ödenir, sonra bakılır: Eğer nafaka çıkıldıktan sonra geride nisap miktan mal kalırsa kalan malin zekâtı verilir. Bu husus batinî mallarının zekâunda zikredilmiştir.
Borç eğer bütün nisabı kaplarsa yahut nisabı eksiltirse zekâta engeldir. Böyle bir kimse eğer nisap miktar maldan başka ödeyecek bir mal bulamazsa yahut ken disine lâzım olan mal bulunursa mescla, yirmi miskal parası olsa ve bir miskal’den daha fazla yahut daha az borcu bulunursa ve bu borcunu ödemek için nisap malin dan başka bir mal bulamazsa, bu durum zekâta engeldir. Eğer bir kimsenin otuz miskal parası, on miskal da borcu olursa, yirmi miskalin zekâtını ödemesi gerekir. Eğer on miskalden daha çok borcu olursa, bu kimsenin zekât ödemesi gerekmez. Yani borcun miktan zekât vermeye engel değildir, ancak bunun maldan artmış ol ması gerekir. Yani kişinin malının borcundan fazla olması ve nisap miktarına ulaş ması gerekir. Eğer borç nisaba eşit ise yahut nisap borçtan eksik ise, bu durum zeka ta engel teşkil eder.
Malikilere göre: Borç, alun ile gümüşün zekâtını düşürür. Ancak bunların ye rini tutacak başka ticaret malının bulunmaması gerekir. Borç tehirli olursa yahut hanımının mehri gibi bir borç olursa yahut hanımı, babası, oğlu gibi yakınlarının nafakasında olduğu gibi donmuş bir borç olursa yahut üzerindeki bir zekât borcu olursa böyledir. Yemin, zıhar ve oruç keffaretlerinin borcu hacda veya umrede va cip olan hedy kurbanı borçlan zekâtın farziyetini düşürmezler. Eğer kişinin borçla rini kendisi ile ödeyeceği ticari malı bulunursa zekât borcu üzerinden düşmez. Bu kendisi üzerine yüklenmiş bulunan diğer borçlar gibi kabul edilir, dolayısıyla elin de bulunan altın ve gümüş yahut paraların zekâtını öder. Bu kimsenin üzerinden zekât borcu ancak aşağıdaki iki şart ile düşer:
1- Altın, gümüş ve paralar dışındaki ticari eşya üzerinden bir yıl geçerse.
2- Bu eşya, iflas eden kimsenin borcunu vermek üzere satılabilen elbise, bakır kaplar, hayvanlar, binck hayvanlan, cumalık elbiseler, fikih kitapları gibi mallar dan olursa. Eğer kişinin giyeceği clbise yahut sadece oturacağı ev gibi mallar ise o takdirde satılamazlar. Ancak bunlar kişinin zarun ihtiyacından fazla olurlarsa o za man zekât borcu düşmez. Ticaret mallannin yılın sonunda zekâtın farz olduğu va kitteki kıymetine itibar olunur.
Bir kimsenin tahsili umulan bir alacağı bulunsa, tecil edilmiş de olsa, bu alaca ğını elindeki mallarla birlikte hesap edip malının zekâtını verir. Fakat tahsili umul mayan bir alacağın sahibi, borçlusu fakir olduğu için yahut zalim bir kimse olduğu için onu elde etme ihtimali yoksa bu mal o kişi üzerine farz olan zekât malının bede li olarak hesap edilemez. Yani mal varlığına dahil edilemez.
Bir kimsenin borcu, ziraî ürünleri ile hayvanlarının ve madenlerinin zekâtını düşürmcz. Çünkü zekât, bunların kendilerinden farzdır. Borçlu bir kimseye borcu hibe cdilse yahut alacaklı borçlusunu ibra etse, hibe edilen borç mal hibe gününden itibaren üzerinden bir yıl geçmedikçe ondan zekât vermek gerekmez. İmam Şafiinin yeni kavline göre: Zekât mallarını kaplayan yahut mali nisap miktarından azaltan borç, zekâtın farz olmasına engel değildir. Malin sahibine zekât vermek farz olur. Çünkü zekât borçla ilgilidir. Borç da zimmete bağlıdır. Do layısıyla biri diğerine engel değildir. Bu mesele cinayet diyeti ile diğer borçlar gibi dir.
9- Asli ihtiyaçlardan fazla olmak:
Hanefîler, zekât verilecek malin(1) hem borçtan, hem de sahibinin aslf ihtiyaç larından artmış olmasını şart koşmuşlardır. Çünkü borç ve ihtiyaç ile meşgul olan mal yok gibidir. İbni Melek, asli ihtiyacı şöyle açıklamıştır: Aslî ihtiyaç, nafaka
mesken savaş atlan, sıcak veya soğuğa engel olmak için ihtiyaç olan elbiseler gibi ya gerçekten insanın ölmesini önleyen ihtiyaçlardır yahut borç gibi farazi olarak in sanı yok olmaktan kurtaran şeylerdir. Çünkü borçlu kişi elindeki nisap miktan mal ile borcunu ödemeye muhtaçtır. Böyle yapmakla kendini haspolmaktan kurtar. Sanatkânn aletleri, ev eşyası, binek atları ve ilim chli olan kimselerin ilmf kitaplan da böyledir. Çünkü Hanefîlere göre, cehalet helak olmak gibidir. Bir kimsenin bu sayılan ihtiyaçlara sarf edilmek üzere dirhem veya başka türden paralan olsa, yok hükmünde olur. Bu, suyu bulunan yolcunun, susuzluk sebebiyle suyunu kullanma yıp teyemmüm etmesine benzer. Bu durumda su yok hükmünde olduğu için, te yemmüm caizdir.
Zekâtın Edasının Sahih Olması İçin Gereken Şartlar:
1 – Niyet etmek:
Fakihler,) zekat ödemede niyetin şart olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur. “Ameller niyetlere bağlıdır.” Zekâu ödemek bir iştir ve namaz gibi bir ibadettir. Dolayısıyla farzı nafileden ayırt etmek için niyet şarttır. Niyet konusunda fakihlerin geniş açıklamaları vardır:
Hanefilere göre: Zekâlin ancak ödeme zamanına yakın bir niyet ile ödenmesi caizdir. Bu niyet hükmen de bulunsa mesela, bir kimse bir mali fakire niyetsiz ola rak verse, sonradan niyetlense; yahut bir vekile verirken niyet etse de vekil daha sonra bu malı verirken niyet etmese; yahut farz olan miktarın maldan ayılmasına yakın olursa, bu durumlarda verilen zekât caizdir. Çünkü zekât ibadettir, şartlann dan biri niyettir. Niyette şart olan ödeme zamanına yakın olmaktır. Ancak fakirlere verme durumlan değişik olabilir, dolayısıyla bu malı ayırırken niyetlenmek yeter lidir. Bunun sebebi de zekât veren kişiye kolaylık sağlamaktır. Mesela, oruçta niye ti öne almak gibi. Bir kimse zekâu vereceği malı ayırsa ve sonradan bu mal kaybol sa, yahut çalınsa yahut telef olsa, zekat borcu üzerinden düşmez. Bunun bedelini çı kanp vermesi gerekir. Çünkü geride kalan maldan zekâu çıkarıp vermek mümkün dür. Bu kişi ölecek olursa malından zekât miktarının çıkarılıp ödenmesi gere kir.
Malinin tamamını zekâtina niyet et sizin sadaka olarak veren kimseden zekât borcu istihsan yolu ile düşer. Ancak bu sadaka olarak verdiği malını verirken bir adak yahut kefaret gibi borcuna niyet etmemesi şarttır. Çünkü zekatta farz olan malın bir parçasını vermektir, bu zekât miktan da belirlenmiştir, dolayısıyla malin tamamı verilince belirlemeye ihtiyaç kalmamış olur. Buna göre, bir kimsenin fakir birinde alacağı olsa ve bu alacağını zekâta saysa bu alacak kadannin zekâu o kişi den düşer. İster zekâuna niyet etsin ister etmesin, hüküm değişmez. Çünkü bu durum malin yok olmasına benzer. O kadar mal yok olacak olsa zekatini Odemesi ge rekmiyecekti.
Bir kimse nisap miktarı malının bir kısmını sadaka olarak verse, Ebu Yusuf’a göre, sadaka olarak verdiği kısmın zekâu düşmez. Hidaye müellifinin tercih ettiği görüş de budur. Hem bu kısmın, hem de geride kalan kısmın zekâtunı vermek farz olur. Çünkü verilen kısım, farzın düşmesi için tesbit edilmemiştir. Imam Muham med’e göre, sadaka olarak verilen kısmının zekâtı düşer. Bu durum bütün malın sa daka olarak verilmesine benzer. Çünkü malın bir parçası olan zekâtın çıkanlıp ve- rilmesi hususu kesinleşmiştir.
Malikilere göre: Zekâti ödeyebilmek için verme anında niyet şarttır. Zekâtu ayınırken buna niyet etmek yeterlidir. Sahih olan kavle göre çocuk ve delilerde ol duğu gibi, zekât, kişi adına zorla verilecek olsa da yeterlidir. Devlet başkanı yahut onun vekili olan kişinin zekata niyet etmesi, zekât veren adına yeterlidir.
Şafiilere göre: Zekât verirken kalpten niyetlenmek vacip olup, bunu dil ile söylemek şart değildir. “Bu malımın zekâudır.” diye niyet eder. Farz olduğunu söy lemeksizin de olur. Çünkü zekât ancak farz olan sadakanın adıdır. “Bu malımın farz kılınmış sadakasıdır”, yahut “Bu farz olan sadakadır” gibi ifadeler kullanmak şart değildir. Zekâtı ayırma yahut vekile verme zamanına yakın olmak şartıyla, zekatta niyetin vermeden önce olması yahut sonra olması da caizdir. Bunun gibi ayırmadan önce de yapılması caizdir. Yine zekât malını ayırdıktan sonra ve dağıtmadan önce niyelenmek dec caizdir. Niyet bu iki durumdan birine yakın olmasa da yeterlidir. Niyet işini chil olan bir vekile bırakmak da caizdir. Ehil olmaktan maksat, Müslü man ve mükellef olmaktır. Çocuk ve kafiri de vekil tayin ederek ödemek caizdir, ancak kime verileceğini belirlemek şartıyla. Çocuk, deli ve sefihlerin zekâtında ve- linin niyet etmesi vaciptir. Eğer niyet etmeksizin öderse kusurlu olduğu için zekâtı tazmin elmesi gerekir. Zekâu veren kişi, niyet etmeksizin devlete verirse devletin başının yani imamın bu zekâtı verirken niyetlenmesi azhar olan kavle göre yeterli değildir. Devlet zekâtı, Müslümandan güç kullanarak alırsa, alma anında niyet eder. Eğer niyet etmezse alan kişinin bunu zekât niyeti ile alması gerekir.
Hanbelilere göre: Niyet, zekât veren kişinin verdiği malın zekât olduğuna ya hut kendisi adına zekât verdiği çocuk ve delilerin zekâtı olduğuna niyet etmesidir. Niyetin yeri kalptir. Çünkü bütün inançların yeri kalptir. Diğer ibadetlerde olduğu gibi zekâtta da niyeti edadan az bir zaman önce yapmak caizdir. Eğer kişi zekäum vekile verir de kendisi niyet edip vekil niyet etmezse bu caizdir. Ancak niyetin, ver me zamanından uzun bir süre önce yapılmış olmaması gerekir. Eğer niyet ile verme arasında uzun bir süre geçerse bu zekât caiz değildir. Ancak vekile zekâti veme anında kendisi niyet eder, vekil de müstehak olan kimselere verirken niyet ederse caizdir.
Fakat devlet başkanı zekâtu zorla alırsa, niyetsiz de olsa bu zekât yeterli ve geçerlidir. Çünkü kişinin kendisi hakkında niyet etmesi mümkün olmazsa bu küçük çocuklarla delilerde olduğu gibi, zekâtta niyetin vacipliğini onun üzerinden düşü rür.
Eğer bir insan bütün malını nafile olarak sadaka verir ve bununla zekâta niyet etmezse, Hanefiler dışındaki cumhura göre, bu nafile tasadduk zekât borcunu dü- şürmez. Çünkü bununla farza niyet etmemiştir. Bu malın bir kısmını tasadduk et mek gibidir. Yine bu mesele, yüz rekât namaz kıldığı halde farza niyetlenmeyen kimsenin durumuna benzer.
2- Temlik:
Zekâtın ödenmesinin sahih olması için(1) temlik şarttır. Temlik, zekâti müste- hak olanlara vermekle olur. Bu konuda ibahe yahut yedirmek ancak, temlik etmek, yoluyla yeterli olur. Yani zekatı verilen kişinin mülkiyetine geçirmek, ona ait kil mak gerekir. Hanefflere göre, zekât deliye, mümeyyiz olmayan çocuğa verilemez. Ancak onlar adına baba, vasi ve veli gibi velâyet yetkisi bulunan kimseler alırlarsa olur. Bunun dayandığı delil: “zekâtu verin ” ayetidir. Vermek temlik etmektir. Allah tealâ’nın zekâta sadaka adını vermesi şu ayete dayanmaktadır. “Sadakalar (zeka tlar) fakirlerin, miskinlerin… hakkıdır. ” Tasadduk, yani sadaka vermek de temlik tir. “Li’l-fukara “daki (lâm) harfi Şafiflerin dedikleri gibi, temlik lâmıdır. Nitekim şöyle denilir: “Hazel-malü li-Zeydin” = Bu mal Zeyde mahsusdur, Zeydindir.”
Malikîler zekâtın ödenmesi için aynca üç şart daha ileri sürmüşlerdir:
1 – Yıl tamamlanması yahut ziraf ürünlerin olgunlaşması yahut zekât memuru nun gelmesi sebebiyle, kişiye zekât farz olduktan sonra, onu çıkanp vermek. Eğer kişi zekâtı vaktinden önce öderse yeterli değildir. Cumhura bu konuda farklı düşün mektedirler. Zekâtı çıkarma imkânı olduğu halde, vaktinden sonraya tehir etmek tazminat ödemeye ve asi olmağa sebeptir.
2- Zekâu lâyık olan kişilere ve yerlere vermek, başkasına vermemek.
3- Zekâtın farz olan malın aynından, kendisinden olması.
4. Zekatın Farz Olma ve Ödenme Vakti:
Zekâtın Farz Olma Vakti:
Hanefilerce de fetvaya esas olan görüşe göre, fakihler, şartlannı tamamladık tan sonra zekâtın hemen verilmesi gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir. (3) Bu şartlar da nisap miktan mala sahip olmak, bir yıllık zaman geçmiş olmak ve benzeri hususlardır. Bir kimseye zekât vermek farz olur da bunun zekâtını ödeme gücüne sahip olursa onu geciktirmesi caiz değildir. Zekât vermekle yükümlü olan kişi, özürsüz olarak zekâtni tchir ederse günahkar olur. Böyle bir kimsenin şahitliği Ha nefilere göre reddedilir. Çünkü zekât, insana harcanması gereken bir haktır, insana vermesi için kendisine talep yönelmiştir. Zekâtun fakire ve beraberindekilere ver mekle emredilmesi, bunun ödenmesi gerektiğinin delilidir. Çünkü zekât fakirin ih- tiyacını gidermek içindir. Acele olarak farz olmazsa, farz kılınmasının maksadı tam olarak elde edilmiş olmaz.
Bir kimse, ödeme gücüne sahip olduğu halde zekâtını tehir ederse bunu taz min etmesi gerekir. Çünkü bu kişi ödeme imkânı bulunmasına rağmen üzerindeki bir farzı tchir etmiştir. Bu mesele bir kişi yanında bulunan emanet mala benzer. Sa hibi bu emaneti istediği zaman onu nasıl ödemek gerekirse, zekât tchir edilince onu da hemen ödemek gerekir.
Zekâtın Ödenme Vakti:
Malın türüne göre, zekât değişik vakitlerde ödenir.
a) Altın, gümüş, para ve ticari eşyanın zekâtı ile otlak hayvanlarının zekâtu her yıl bir kere yıl tamamlandıktan sonra ödenir.
b) Zirai ürünler ve meyvelerin zekâti, yıl içinde ürünün tekranna göre ürünün den verilir. Bunlarda bir yıl zaman geçme şartı yoktur. Ebu Hanife’ye göre, nisap miktanna ulaşma şartı da yoktur. Cumhura göre ziraî ürünlerin zekâtında nisaba ulaşmak şarttir.
Ziraî ürünler ve meyvelerden öşür ödeme vakti konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür:
Ebu Hanife ile Imam Züfer’e göre:(2) Ürün ve meyve ortaya çıkınca ve bozulmasından emin olunacak noktaya gelince, hasat edilecek durumda olmasa da ken disinden faydalanılacak bir sınıra geldiği zaman zekât vacip olur.
Malikilerden Derdir’e göre:(4) Zekâtın farz olma vakti, hububatın hoş ve yenecek bir sınıra gelmesi ile ve sulamaya ihtiyacı olmayacak noktaya ulaşması ile olur, kuruması, hasadı veya tanelerin ayrılması ile değil. Meyvelerden hurmalardan, üzümlerde tadlanması zamanıdır.
Safiilere göre:(1) Zekat meyvelerde olgunlaşma hububatta ise danenin dol gunlaşması kuvvetlenmesi ile olur. Çünkü meyve olgunlaşınca kâmil manada mey vedir, bundan önce yaş hurma, ham meyvedir, üzüm koruktur, hububat ise ancak bu durumda yenilebilir, bundan önce hamdır. Bu zikredilen bilgilerden maksat, bu du rumda hemen zekâlannı vermenin farz olması değildir. Belki bundan kastedilen kuru humma, kuru üzüm, aynılmış hububat bu duruma geldiği zaman bunlardan çı- kanp zekât vermenin farz olmasının sebebi gerçekleşmektir. Kurutma, arıtma, har manlama, biçme, taşıma ve benzeri masraflar malın sahibine bazı külfetler yükle mektedir, ki bu masraflar zekâttan hariçtir.
Hanbelilere göre (2) de Şafiilerin dediği gibi hububatta tanelerin kuvvetlenmesi zamanında, meyvelerde olgunlaşma ile zekât farz olur.
c) Balın zekâtu Hanelilerle Hanbelilere göre, zekât verecek kadar balın meydana gelmesi ile farz olur. Madenlerin zekâtu zekâtunı verecek kadar maden çıkarmak la farz olur. Hancfiler dışındaki alimlerin görüşüne göre, fitre zekâu Ramazan bay ramı gecesi güneş battıktan itibaren vacip olur. Hanefilere göre ise Bayram günü sabah vakti girdiği andan itibaren vacip olur.
Yılı Dolmadan Önce Zekât Vermek:
Alimler nisap miktarı mala sahip olmadan önce, zekâtı peşin olarak vermenin caiz olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü zekâtın farz olmasının sebebi henüz ortada yoktur, dolayısıyla alışverişten önce parayı ödeme durumunda olduğu gibi, yine adam öldürmeden önce diyet ödemede olduğu gibi, önceden ödenmesi caiz değildir.
Fakat zekâtın farz olma sebebi bulunduğu zaman-ki bu tam bir nisaba malik olmaktır- malın zekâtını önceden verme konusunda iki görüş vardır:
Cumhura göre:(4) Nisaba malik olan kimsenin zekâtını yılı dolmadan önce kendi isteği ile önceden vermesi caizdir. Çünkü bu kişi zekâtını farz olma sebebi gerçekleştikten sonra ödemiştir. Hz. Ali (r.a)’den rivayet edildiğine göre: “Hz. Ab bas (r.a) Resulullah (a.s)’a vakti gelmeden önce malının zekâtunı peşin ödemeyi sormuş, Hz. Peygamber (a.s) bu konuda ona ruhsat vermiştir. “(5) Zekât, iyilik ve kolaylık olması için tecil edilen mali bir haktır. Dolayısıyla, vakti gelmeden önce peşin olarak verilmesi de caizdir. Bu tecilli olan bir borcu peşin ödemek, hata ile adam öldürme diyetini peşin ödemek gibi olup tecil edilmiş malf haklara benzemektedir.
Şafiilere göre: Peşin zekât vermenin yeterli olmasının şartı, sene içinde mal sahibinin yıl sonuna, Fitrede Şevval ayının girmesine kadar zekatın farz olmasına ehil olarak kalmasıdır. Bunun gibi, yıl sonunda zekâtı alan kimsenin yahut Şevval girdiği zaman fitreyi alan kimsenin zekât ve fitreye müstehak olması şarttır. Eğer bu iki şart bulunmadığı için, peşin olarak verilen zekât yeterli değilse ve zekâtu alan kişi de bunun peşin verilen zekât olduğunu biliyorsa bunu geri alır. Eğer mal sahibi veya bu zekâu alan kimse zekât geri alınmadan önce ölürse yahut alan kimse mür ted olursa yahut kaybolursa yahut başka bir mal ile ihtiyaçtan kurtulursa yahut ni sap eksik olursa yahut verilen zekât alanın mülkiyetinden çıkarsa ve ticaret malı de- ğilse, farz olduğu zaman chil olmaktan çıktığı için peşin olarak verdiği zekât kâfi değildir.
Zahirilerle Malikilere Göre:(1) Senesi dolmadan zekâtı vermek caiz değildir. Çünkü zekât namaza benzeyen bir ibadettir, vakti girmeden önce çıkanlıp verilme si caiz olmaz.) Aynı zamanda yıl geçmesi zekâtın iki şartından biridir, nisapta ol duğu gibi, zekâtın yıldan önce alinması caiz değildir.
5. Zekatın Farz Olmasından Sonra Malin Yok Olması
Zekât farz olup mal yok olduktan sonra zekâtın farziyetinin düşmesi konusun da fakihlerin iki görüşü vardır.
Hanefilere göre:) Zekât farz olduktan sonra mal yok olursa zekât düşer. Bu nun gibi öşür ve mukaseme haracı da düşer. Çünkü farz olan miktar nisabın bir par çasıdır. Bunun bir sebebi de kolaylığı gerçekleştirmektir. Çünkü zekât kudret-i mil yessire ile farz olmuştur. Kudret-i müyessire zckâtı ödeyinceye kadar zenginlik durumunun devam etmesidir. Dolayısıyla, zekât mahalli olan nisabın yok olması sebebiyle farz olan zekât da düşer. İster ödeme imkânı bulunmuş olsun ister olma sin, hüküm değişmez. Çünkü şeriat zekâtun farz olmasını, zenginlik durumunun zekât ödeme vaktine kadar devam etmesine bağlamıştır. Buna bağlı olan şey onsuz gerçekleşmez. Buradaki kudret-i müyessire, nema vasfıdır, nisap değildir.
Kudret-i müyessire yok olsa da, bir kimse malını tüketmekle, yani kasten yok etmekle zekât borcu düşmez. Çünkü bunda kendisinin sebep olduğu haksızlık vardır. Malın bir kısmı kendiliğinden helak olursa, parçayı bütüne benzetme yolu ile, helak olan kadar zekât düşer.
Fitre ile hac parasına gelince bunlar farz olduktan sonra düşmezler. Şahitlerin ölümü ile evliliğin batıl olmamasına benzer. Bu iki mesele arasındaki fark şudur: Zekât büyüme ve gelişme ile ilgilidir. Dolayısıyla, zekât için ödeme imkânı bulunması şart koşulmuştur ki, insanlara kolaylik olsun. Çünkü insan, gücünün yettiği ile muhataptır. Kişinin bu maldan başka malının bulunmaması da caizdir. Fitre ve hac gibi durumlarda ise edanın farzlığı, malın büyüme ve gelişmesine bağlı değildir. Sadece zimmette vaciptir. Dolayısıyla bunun için yapabilme kudreti (kudret-i mümekkine ) şart koşulmuştur.
Şöyle düşünülebilir. İkraz (borç vermek) ve iarden (ödünç) sonra, ticaret ma linun ticaret malı ile değiştirilmesinden sonra malin yok olması kendiliğinden helak olmadır, zekat gerektirmez. Fakat ticaret malını ticari olmayan mal ile değiştirmek, otlak hayvanlarını otlak hayvanı ile değiştirmek kulun fiili ile olan istihlâktir, bun lann zekâtını ödemek gerekir.
Cumhura göre:(1) Zekât farz olduktan sonra mal helak olursa, zekât borcu düşmez, bunu ödemek gerekir. Zekâtın tazmininde ödeme imkânının bulunması şarttır, farz olan zekâtta şart değildir. Çünkü bir kimse üzerine bir farz gerçekleşirse ödemekten aciz olma sebebiyle ondan berî, uzak olmaz. Bu fitre sadakası ile hac malında ve diğer borçlarda olduğu gibidir. Zekât, malın sahibi üzerine belirlenmiş bir haktır. Layık olan kimselere ulaşmadan önce telef olursa, bu sebeple mal sahibi ondan beri olmaz. Bu, insana olan borçlara benzer. Bir kimse, zekât miktan malı malından ayırsa ve onu zekât olarak vermeye niyet etse, sonra da bu zekât telef olsa, telef olan zekât mal sahibinin tazminindedir. Yani onu ödemesi gerekir. Bu sebeple o kişiden zekât borcu düşmez. Bu ayrılan zekât miktarı malı verilmesi gerekli kim selere ulaştırmaya gücü yetsin veya yetmesin hüküm değişmez.
Malikiler hayvanların zekâtını bundan istisna etmişlerdir. Çünkü Malikilere göre hayvanlann zekâtunın farz olması, sene geçmesiyle beraber zekât memurunun çıkıp istemesi ile gerçekleşir, eğer zekât memuru gelmeden önce mal telef olursa zekâtunı ödemek zorunda değildir.
İbni Rüşd bir tarafa ayrılmış olan zekât malının çalınma, yanma yahut kaybol ma suretiyle elden çıkması hususunda beş görüş zikretmiştir.
1- Mutlak olarak mal sahibi bu zekâtı ödemez.
2- Mutlak olarak öder.
3- Eğer kendi kusuru ile zekat telef olmuşsa öder, eğer bir kusuru olmaksızın
yok olmuşsa ödemez. Maliki mezhebinde meşhur olan görüş budur.
4- Eğer muhafazada kusurlu davranmışsa tazmin eder, değilse geride kalan malının zekâtını öder. Ebu Sevr ile Şafif bu görüştedirler.
5- Fakirler ile mal sahibi hisseleri ölçüsünde kalan malda ortak olurlar.
ISLAM FIKHI ANSİKLOPEDISI
Cevapla