Paylaş
Zekâtın verileceği yerler Mezheplere göre
BildirQuestion
Please briefly explain why you feel this question should be reported.
Zekatın verileceği yerler
Zekâtın verileceği yerler Kur’an-ı Kerim’in tevbe suresinde belirtilen sekiz gurup insana verilir
Zekâtın verileceği yerler konusunda iki önemli nokta vardır. Biri zekâta hak kazananlar, diğeri zekâtın dağıtılması.
1. Zekât Verilmeye Hak Kazananlar:
Sınırlandırılması ile ilgili delil: Tevbe suresinin 60. ayetidir. Bu ayet zekâta hak kazananlann sekiz sınıf olduğunu açıklamıştır: “Zekâtlar ancak fakirlerin, miskinlerin, zekât tahsili işinde çalışanların, kalpleri Islâma Isındırılmak istenen- lerin, kölelerin, borçluların, Allah yolundaki cihad edenlerin ve yolcuların hakkı dır. Bu Allah tarafından farz kılınmıştır.” Bu ayet zekâtın sekiz sınıfa verileceğine delâlet etmektedir.
Cemaat’in İbni Abbas’tan rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (a.s.) Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken ona şu emri vermiştir:” … Eger onlar zekâtın farz ol duğunu kabul ederek sana itaat ederlerse, Allah’ın kendilerine zekân farz kıldığını ve zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecegini onlara bildir.” Bu hadis, zekâtun imamul müslimin tarafından müslümanların zenginlerinden alınıp fakirlerine har canacağına delildir. Zekâtın Müslümanların fakirlerine verilmesi, Malikî mezhebi ile diğer alimlerin, zekâtın sadece bir tek sınıfa vermekle yetinileceği hususunda dayandıkları delildir.
2. Zekatın Bütün Sınıfları İçine Alması Farz mıdır?
Şafilere göre: (1) Ister fitre, ister diğer mallann zekâtu olsun, farz olan bütüt sadakaların sekiz sınıfa harcanması gerekir. Dayandıkları delil: “Zekâtlar yalnız fakirlerin ve miskinlerin… hakkıdır.” mealindeki Tevbe suresinin 60. ayetidir. Bu ayet onlara göre, bütün sadakalan temlik lâm’ı ile bu sınıflara tahsis etmiş ve atıf va- vi ile hükmü hepsine ortak kılmıştır. Dolayısıyla zekâtlar bütün bu sınıflann malı olup aralarında ortaktır. Eğer zekâtı imam dağıtıyorsa, bunu sekiz hisseye ayımalı dır. Bunlardan biri de zekât memuru sınıfıdır. İlk harcanacağı yer de bu sınıftır.
Çünkü zekât işlerinde çalışanlar zekât bir ücret karşılığında toplamakta ve dağıt maktadırlar. Diğerleri ise zekât bir yardım olarak almaktadır.
Eğer zekâti dağıtan devlet değil de malin sahibi yahut vekili ise, o takdirde zekât memurlannin hissesi düşer. Dolayısıyla zekât geride kalan yedi sınıftan bulu nanlara dağıtılmalıdır. Imkânlar ölçüsünde zekâtın bütün sınıflara dağıtılması müstehapur. Zekâtın her sınıftan en az üç kişiden azına verilmesi tarzındaki taksim caiz değildir. Çünkü cem’in çoğulun en azı üçtür. Eğer malin sahibi zekâtunı zekât memuru dışında iki kişiye verirse tazmin etmesi üçüncü şahsın zekâtına düşen miktarı tazmin etmesi gerekir. Zekât işinde çalışan eğer bir kişi ise, bunu ona vermek caizdir.
Devrimizde, İslam ülkelerinde sekiz sınıftan dördünün bulunması genel olarak mümkündür. Bunlar da fakirler, miskinler, borçlular ve yolculardır.
Şafiflerden bir kısmı fitre zekâtının üç fakir veya miskine verilmesini caiz gör müşlerdir. Şafiilerden Ruyanî, zekâtun iki nevi hisse sahibi sınıftan üç kişiye veril mesini caiz görerek şöyle demiştir: Fetva bakımından tercih edilen budur. Çünkü bizim mezhebimizin görüşü ile amel etmek mümkün değildir.
Cumhura göre: Zekâun tek bir sınıfa verilmesi caizdir. Hanefîlerle Maliki ler zekâtın tek bir sınıfdan bir şahsa verilmesini caiz görmüşlerdir. Malikilere göre, bu sınıflardan en çok muhtaç olan birine verilmesi menduptur. İhtilaftan kurtulmak ve kesin olarak zekâtin yeterli olması için sekiz sınıfa dağıtılması müstehaptır. Bü tününü alması ise vacip değildir.
Bu meselede dayanıkları delil, ayetten kastedilen mananın bu sınıflardan baş kasına zekâun harcanmaması, sadece bu sınıflara hasredilmesidir. Fakat bu sınıflar hakkında ayet muhayyerlik manasına delâlet eder. Yani bu ayet zekâtın verilebile- ceği sınıflan açıklamak için indirilmiştir, onların arasından hangilerine verileceği ni açıklamak için inmemiştir.
Zekâtın bu zikredilen sınıflar içinde bir tek şahsa verilmesinin caiz olduğunun elif lâm ile marife kılınan cemi’ (el-fukarâ’) kelimesini mecazi manaya hamletmek gerektiğidir. Bu da fakirlerin cinsidir. Bu cinsten birine vermekle cinse verilmesi gerçekleşir. Çünkü bu kelimeyi hakiki manasına almak mümkün değildir. Elif lâm’ın hakiki manası istiğrak, kapsamaktır. Yani, bütün fakirleri içine almaktır. O takdirde mana şöyle olur: Her zekât her fakirin hakkıdır. Bu da makul değildir.
3. Sekiz Sınıfın Açıklaması:
Zekâta hak kazananlar sekiz sınıfur: Fakirler, miskinler, zekât işlerinde çalışanlar, kalpleri Islama sındınlmak istenenler, köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolculardır.
a) Fakirler: Zekâta hak kazananlar arasında ilk hisseyi alanlar fakirlerdir. Şa fif ve Hanbelilere göre fakir, kendisine yahut ihtiyacına yetecek kadar malı ve ka zancı bulunmayan kimsedir. Bu kişinin nafakasını sağlayacak ne kocası, ne usulü ne furü’u (akrabalan) bulunmaz; yiyecek, giyecek ve mesken olarak ihtiyaçlarni giderecek kimsesi bulunmaz. Meselâ on dirheme ihtiyacı olduğu halde ancak üç dirhem bulabilen kimse gibi. Hatta bu kişi sıhhatli, dilenci yahut meskeni ve iyi bir elbisesi bulunan biri de olsa, fakirdir.
b) Miskinler: Bunlar zekattan hisse almaya ikinci derecede hak kazanan kim selerdir. Miskin: Ihtiyaçlanndan bir kısmını giderecek bir kazancı bulunduğu hâlde elde ettiği kazancı kendisine yetmeyen kimsedir. Mesela, on dirhem ihtiyacı bulunduğu halde yiyecek, giyecek ve mesken ihtiyacını gerektiği şekilde karşılaya mayıp ancak sekiz dirhem kazanan kimseler gibi. est morale olim
Şafii ve Hanbelilere göre fakir, miskinden daha kötü durumda bulunan kimse dir. Fakir asla ne mali ne de kazancı bulunmayan yahut kendisine ve aile fertlerine israf ve cimriliğe varmadan yetecek miktann yansından daha az kazancı olan kim sedir. Miskin: Ihtiyacı olan şeylerin yansını ve daha fazlasını kazanan, fakat yine de bunlar kendi geçimine yetmeyen kimsedir. Burada yetecek kadar ifadesinden kastedilen, kazanan hakkında bir günlük yiyecek, kazanamayan hakkında ise, ömründen geride kalanında, normalde altmış üç seneye göre, yetecek kadar imkânı bulunmaktır.
Bunların fakirin miskinden daha kötü durumdaki kimse olduğu hususunda dayandıklan delil, Allah teala’nın ayette önce fakirlerden başlamasıdır. Çoğu za man önem derecesine göre sıralama yapılır. Allah tealâ bir âyette şöyle buyuruyor: “Gemiye gelince, denizde çalışan miskinlerin idi.” Bu âyette Allah tealâ onların içinde çalışmakta olduklan gemilerinin bulunduğunu haber vermiştir. Hz. Pey gamber (a.s.) de miskinlik isteyip fakirlikten Allah’a sığınmış, şöyle buyurmuştur. “Allahım! Beni miskin olarak yaşat, miskin olarak öldür ve beni miskinler zümresi içinde haşr et” (2) Hz. Peygamber (a.s.)’in şiddetli ihtiyaç durumunu istemesi ve bundan daha iyi bir durumdan Allah’a sığınması düşünülemez. Lügatte fakir, mef kur demektir. Mefkur, omurga kemiklerinden biri çıkanılmış olan kişidir, dolayı siyla bu kişinin beli kınlmış olur. Fakir de öyle kötü bir halde bulunmaktadır.
Hanefilerle Malikilere göre, miskinin durumu fakirden daha kötüdür. Nitekim bu husus bazı lügat alimlerinden de rivayet edilmiştir. Allah Teala da şöyle buyuruyor: “Yahut toprağa yapışmış miskin..” Yani cesedini toprakla örtmek için derisi toprağa yapışan kişi demektir. Bu ayet miskinin son derece sıkıntılı olma manasına delâlet etmektedir. Miskin: Kalacak bir yeri olmayıp indigi yerde yatıp kalka konaklayan kişidir. Bu durum kişinin içinde bulunduğu zarar sıkıntının şiddetli ol duğuna delâlet etmektedir.
c) Zekât İşlerinde Çalışanlar: Bunlar zekatları toplamak için görevlendirilen memurlardır. Bunlarda adalet sahibi olmak, zekât fikhinı bilmek şart koşulmuştur. Bu manaya öşür toplayan memurlar, katipler, zekâtı dağıtanlar, toplanan malları koruyanlar ve mallan toplayan tahsildarlar ve benzeri kimseler dahildir. Bunun gi bi zekâta müstahak olan kimseleri tespit eden kimseler hayvanlan sayanlar, ürünle ri ölçüp tartanlar, çobanlar, ayette geçen amilin manasına giren olan her türlü gö- revliler de buna dahildir. Kadılarla valiler bu mananın dışındadır. Çünkü bunlar bütçeden maaş aldıkları için zekâttan maaş almaya ihtiyaç duymazlar. Zekâtı tes lim sırasındaki tartma ve ölçme masraflan ile zekâtı vermek için yapılan masraflara gelince, malın sahibine aittir. Çünkü zekâtt teslim etmek mal sahibinin görevidir, dolayısıyla masrafı da ona aittir. Fakat toplanan zekâtlari müstahak olanlara teslim etme sırasındaki masraflar ise âmiller hissesinden alınır.
Zekât işlerinde çalışanlara verilecek olan miktar, çalışma karşılığında bir üc ret yerindedir. Bu çalışan kişi zengin de olsa ona bundan ücret verilebilir. Fakat, eğer zekât olarak kabul edilecek olursa, bu, zengine helal olmaz.
d) Müellefe-i Kulûb (Kalpleri Islama sındınlmak istenen kimseler): Kalpleri Islâm’a isındırılmak istenenlerin bir kısmı Müslümandır, fakat imanlan zayıftur, imanlannı ve Müslümanliklarni kuvvetlendirmek için onlara zekât verilir. Bunlar iki türlüdür: Müslüman olanlar, kafir olanlar.
Kafirler de iki sınıftır: Bir kısmının haynnin dokunması umulur, diğer bir kis minin kötülüğünden korkulur. Hz. Peygamber (a.s.)in kafirlerden bir topluluğa kalpleri isınsın, İslâma girsinler diye zekât verdiği sabittir. Sahih-i Müslim’de riva yet edildiğine göre, Hz. Peygamber (a.s.) Ebu Süfyan b. Harb, Safvan b. Ümeyye, Uyeyne b. Hisn, Ekra’ b. Habis ve Abbas b. Miras gibi kimselerden her birine ilk za manlarda yüzer deve vermiştir. Yine Alkame b. Ulase’ye Huneyn ganimetlerinden mal vermiştir.
Kafir oldukları sırada müellefe-i kulüba zekâttan mal verilip verilmeyeceği konusunda alimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hanbelilerle Malikilere göre, İslâma girmelerini teşvik etmek için kendilerine zekâttan verilir. Çünkü Hz. Pey gamber (a.s.) Müslümanlardan ve müşriklerden olan müellefe-i kulaba zekât vermiştir.
Hanefîlerle Şafiflere göre herhangi bir maksatla kafire zekât verilemez. Hz. Peygamber (a.s.) Islâm’ın ilk dönemlerinde Müslümanların sayılan az olduğu, düş- manın sayısı ve kuvveti çok olduğu zamanlarda zckât vermiştir. Fakat Allah teala. Islâmı ve Müslümanlan üstün Müslümanlan kâfirlere zekât vermekten müstağni kılmıştır. Hz. Peygamber (a.s.) den sonra Hulefa-i Raşidin müellefc-i kuldba zekât vermemişlerdir. Hz. Ömer (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Biz Islam oldugu için bir şey veremeyiz. Dileyen iman etsin, dileyen iman etmesin.”
Müslümanlardan olan müellefe-i kulüb isc bir kaç sınıf olup bizim onlara ihtiyacımız sebebiyle kendilerine zekât verilir. Bu sınıflar şunlardır:
a) İslâmdaki niyetleri zayıf olanlar: Müslümanlıklarni kuvvetlendirmek için kendilerine zekât verilir.
b) Bölgesinde ve halkı içinde yüksek mevkisi bulunan Müslüman kimselere zekât vermekle emsallerinin Müslüman olması beklenir. Hz. Peygamber (a.s.) Ebu Süfyan b. Harb ile bu zikredilenlerden bir topluluğa zckât vermiştir. Hz. Peygam ber (a.s.) Zeberkan b. Bedr ile Adiy b. Hatem’e de kavimleri içinde üstün bir yerleri olduğu için zekât vermiştir.
c) Kâfir ülkelere yakın olan sınırlardaki kalclerde ikamet eden kişilere, savaş yaparak yakınlarında bulunan kafirlerin kötülüklerinden bizleri kurtarmalan için zekât verilir.
d) Zekât memuru göndermek mümkün olmayan bir kavmin zekâtlarını topla yacak olan kimselere de verilir. Hz. Ebu Bekir’in Adiy b. Hatem’e bedevilerin irti- dad ettikleri senede kavminin zekâtını getirdiği zaman zekâttan hisse vermişti.
Alimler Hz. Peygamber (a.s.)den sonra müellefe-i kulûb’un hissesinin baki olup olmadığı konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Hanefiler ile Malikilere göre, İslâm’ın yayılması ve galip gelmesi sebebiyle müellefe-i kulûb’un hissesi düşmüş tür. Çünkü Allah teala Islâm’ı üstün kılmış, hem kafirlerden, hem de onları İslâm’a gimeye meylettirmekten müstağni kılmıştır. Dolayısıyla, zckâtin verileceği yerler yediye inmiştir. Bu hususta sahabenin icması vardır. Imam Malik: Şu anda İslâm
kuvvetli olduğu için, müellefe-i kulûba ihtiyaç yoktur, demiştir. Malikilerden Imam Halil’in de dahil bulunduğu cumhura göre, müellefe-i kulab’un hükmü baki olup neshedilmemiştir. İhtiyaç bulunduğu zamanlarda onlara da zekât verilir. Hz. Ömer Hz. Osman ve Ali’nin müellefe-i kulûb’a zekât ver meyi terketmeleri, kendi hilåfetleri döneminde buna ihtiyaç kalmadığı manasına hamledilip hisselerinin düşmesi manasına alınmaz. Çünkü bu âyet en son inen âyet lerdendir. Hz. Ebu Bekir Adiy b. Hatem ile Zeberkan b. Bedr’e, daha önce zikret
tiğimiz üzere, zekâttan hisse vermiştir. Bunların bir delilleri de şudur: Müellefe-i kuloba zekât vermekten maksat kendilerini cehenneme düşmekten kurtarmak için Islâm’a teşvik etmektir, Yoksa bizlere yardım etmelerini sağlamak değildir ki İslam’ın yayılmasıyla bu sınıf düşsün.
c) Köleler:
Zekâtın verileceği sınıfların beşincisi kölelerdir. Cumhura göre, bunlar kendi kuvvet ve kazançlar ile de olsa ödeyecek para bulamayan mükateb (sözleşmeli) kölelerdir. (1) Çünkü kölelikten kurtanımak istenen kimse sözleşmeli değilse, onla ra zckâttan yardım yapmak mümkün değildir. Eğer zekât parası ile kölcler satın alı- nursa, verilen zekât onlann kendilerine verilmiş olmaz, bilakis bu paralar onların efendilerine verilmiş olur. Dolayısıyla zekâtı ödemede gerekli olan temlik gerçek leşmiş olmaz, Allah Tealâ’nın şu âyeti bu manayı kuvetlendimektedir: “Onlara, Allah’ın size verdigi mallardan verin.” İbn Abbas bu ayeti şu şekilde tefsir etmiştir. “Rikab”dan maksat mükatep-sözleşmeli” kölelerdir.
Malikilere göre bunların hisselerine düşen para ile köle satın alınıp azad edilir. Çünkü Kur’an’da köle kelimesinin her zikredildiği yerde kastedilen mana kölenin azad edilmesidir. Azad etme ise, ancak halis köleler için söz konusudur. Nitekim kefaretlerde azad edilen köleler de bunlardandır.
Sözleşmeli kölelere zekâttan bir şey vermenin şartı, kölenin müslüman ve muhtaç olmasıdır. Şu anda dünyada köle bulunmamaktadır. Çünkü devletler tara fından kölelik yasaklanmış ve kaldınlmıştır. Bu hissenin gerçekten varlığı yok tur.
H Borçlular (Gârim):
Zekâun verileceği sınıfların altıncısı borçlular sınıfıdır. Bunlar borçlanmış olan kimselerdir. Şafif ve Hanbelilere göre, ister kendi şahsi için, ister başkası için borçlanmış olsun fark etmez. Yine ister bir ibadet yolunda borçlanılsın, ister günah uğrunda borçlanılmış olsun fark etmez. Eğer kişi kendisi için borçlanmışsa fakir olmadıkça ona zekâttan bir şey verilmez. Eğer velev zimmflerden olsun iki kişinin arasını bulmak, can, mal ve yağmalama olaylarında olduğu gibi halkın çıkarı için borçlanmışsa o takdirde bu kişiye, zengin de olsa borçlular sınıfından hisse olarak zekât verilir. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Beş kişi dışında zenginlere zekât helâl değildir: Allah yolunda savaşan, zekât memuru olan borçlu bulunan, zekât malını parası ile satın alan, fakir komşusuna zekât verildigi halde bundan fakirin kendisine hediye ettiği kimse.”
Hanefi mezhebine göre gârim bir borç altında kalıp da borcunu ödedikten sonra nisap miktan malı olmayan kimsedir. Malikilere göre ise borçlu, kötülük ve sefahat için aldıklan dışında insanlara olan borç yükü altında kalan kimsedir. Yani borcunu ödeyecek kadar malı yanında bulunmayan kimsedir. Ancak bu borcun iç ki, kumar ve benzeri haram işlerde olmaması ve zekât alabilmek için borçlanmış ol maması gerekir. Meselâ yanında yetecek kadar malı bulunduğu halde, zekâttan yardim alabilmek için borcuna harcamak düşüncesi olmamalıdır. Bu gibi kimselere zekât verilmez. Çünkü bu gibi kişilerin niyeti kötüdür. Fakat zaruri bir ihtiyaç için borçlarup zekât almaya niyetlenen kimse böyle değildir. Bu gibi kimselere, iyi niyetli olduklan için borçlan kadar zekâttan verilir.
Fakat kötülük yolunda yahut kötü bir maksatla borçlanmış bulunan kişi, sonradan bu niyetten tevbe etmişse o takdirde buna zekâttan verilir.
g) Allah Yolunda Cihad Edenler:
Bunlar maaşlı asker olmayıp Allah yolunda cihat eden gazilerdir. Çünkü ‘Allah yolu’ mutlak manada kullanılınca savaş demektir. Allah tealâ bir ayette şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki Allah teala kendi yolunda saf bağlayarak savaşan kimseleri sever.” “Allah yolunda savaşın.” Bu ve benzeri ayetlerin önekleri çoktur. Görevlerini yerine getirmeleri ve geri dönmeleri için, cumhura göre bunlara zengin de olsalar zekâttan hisse verilir. Çünkü bunda umumun faydası vardır. Fakat, kendile rine asker oldukları için belirli bir miktar para verilen kimselere zekât verilemez. Çünkü daimi olarak yetecek kadar nzkı bulunanlar, bu rızık sebebiyle zekâttan müstağnidirler.
Fakat bir kimse kendi malının zekât ile hacca gidemez, mücahit kendi malının zekâtı ile cihat edemez, kendi malının zekâtı ile kişiler adına hac yaptırılamaz. Yine kişiler adına, kendi zekâtları ile savaşa mücahit gönderilemez.
Ebu Hanife’ye göre Allah yolunda savaşanlara ancak fakir olmalan durumun da zekâttan hisse verilebilir.
Hanbelflerle bazı Hanefîlere göre, hac da Allah yolunda olmak demektir. Hac gitmek isteyen kimselere zekât verilebilir. Çünkü Ebu Dâvud’un Ibni Abbas’tan ri vayet ettiğine göre; “Bir kimse devesini Allah yoluna vakfetmiş, karısı ise haccet mek istemişti. Hz. Peygamber (a.s.) kadına: “O deveye binerek haccet, çünkü hac da Allah yolu kısımlarındandır, buyurmuştur.” Dolayısıyla fakir olan kimse hac cetmek isterse ona hac veya umre farzını yerine getirecek veya yerine getirmede kullanacak kadar zekât verilebilir. Çünkü bu kimse, farzı üzerinden düşürmeye muhtaç olur. Fakat nafile hacda kişi için genişlik vardır, yardıma ihtiyaç yoktur.
h) Yolcular:
Zekâtın verileceği kimselerden sekizincisi de yolculardır. Yolcu: Sefere çıkan, yahut iyilik ve faydalı bir iş için yolculuk yapan ve gittiği yere yardımsız ola rak ulaşamayan kimsedir. Hac, cihat, mendup ziyaretler bunun ömekleridir.
Yolculara, vatanında zengin de olsalar yolculuk esnasında muhtaç düşmüşse, gideceği yere ulaştıracak kadar zekât verilir.
4. Zekâtin Bu Sınıflardan Başkasına Verilmesi:
Dört mezhep fakihlerinin büyük çoğunluğuna göre zekâtin Allah Teala’nın Kur’an’da zikrettiği yerlerden başkasına verilmesi caiz değildir. Mescit inşası, köp rü, çeşme, nehir kanallan açma, yol yapımı, ölü kefelenmesi, ölü borcunu ödemek, misafirlere imkânlar sağlamak, sur yaptırmak, cihat malzemesi hazırlamak, savaş gemileri inşa ettirmek, silah satın almak ve benzeri temlik söz konusu olmayan iba detlere ve Allah’a yaklaştıncı yollara harcanması caiz değildir. Çünkü Allah teala: “Zekâtlar ancak fakirlerin miskinlerin… hakkıdır.” buyurmuştur. Ayette geçen “Innemâ” kelimesi hasr ve ispat için olup zikredileni ispat, zikredilmeyenleri nef yetmek içindir. Dolayısıyla zekâtların bu sayılan yerlerden başka yerlere harcan ması da caiz değildir. Çünkü bunlarda asla temlik yani birini bizzat sahip kılma söz konusu olmamaktadır.
Fakat Kâsâni el-Bedayi adlı kitabında Allah yolunda terimini Allah’a yaklaş uran bütün işler olarak tefsir etmiştir. Dolayısıyla, Allah’a itaat ve hayır yolunda bulunan herkes ihtiyaç sahibi ise buna girer. Çünkü fisebilillah ifadesi mescit inşasını ve tamirini ve benzer yerleri de içine alır. Hanefilerden bir kısmı Allah yolunda ifadesini ilim öğrenmek manasına almışlardır. İlim öğrenen kimse zengin de olsa bu ifadenin içine girer. Enes ve Hasan (r.a.) şöyle demişlerdir: “Köprülere, yollara harcanan mallar geçerli bir sadakadır.”
İmam Malik; Allah yollan çoktur. Fakat burada Allah yolundan, cihad mana sının kastedilmiş bulunduğunda ihtilaf edildiğini bilmiyorum, demiştir.
5. Verilecek Zekâtın Miktarı:
Fakihler, fakir ve miskinlere zekâttan verilecek miktar hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Şafii ve Hanbelilere göre: Fakir ve miskinlere, ihtiyacını giderecek kadar yahut eğer çalışabilecek güçte iseler, çalışmak için gerekli aletlerini sağlayacak kadar, yahut ticaret yapmak için gerekli sermaye kadar zekât vermek caizdir. Hatta bunun için büyük bir sermayeye ihtiyaç olsa da, iyi bir şekilde ticaret yapabilmesi için gerekli yardım yapılabilir. Çünkü, Allah teala, ihtiyaçlarını gidermek ve maslahatlanna olan şeyi sağlamak için bu kimselere zekât vermeyi emretmiştir. Zekâttan kastedilen ihtiyaç gidermek, açık kapamaktır. Dolayısıyla, fakir ve mis kinlere ihtiyacı kadar zekât verilir. Bu da bir yıl yetecek kadar imkândır. Müslim’de rivayet edilen Kabisa hadisinde Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kişiye uygun bir yaşama seviyesine gelinceye kadar yahut yetecek ölçüde bir yaşama imkânı elde edinceye kadar istemek helal olur.”
Hanefi ve Malikilere göre: Ebu Hanife bir kimseye nisap miktan zekât verme yi kerih gömmüştür. Bu miktar da iki yüz dirhemdir. Bunun altında olmak şartıyla her hangi bir miktarda zekât vermek caizdir, yeterlidir.
Malikiler fakirlere nisap miktar zekât vermeyi caiz gormekte ve işi içtihada birakmaktadırlar. Çünkü zekât vermekten maksat, fakirin ihtiyacını gidererek onu zengin kılmaktır. Fakat, Malikilere göre, bir kişiye bir yıl yetecek kadardan fazla zekât vermek caiz değildir.
Ebu Hanife ile Imam Malik’in dayandıklan delil, zekâttan bahseden âyette zekât verilecek kimselere ne kadar verileceği ile ilgili bir sınırlamanın bulunmamasıdır.
Zekât işlerinde çalışan memurlara verilecek zekât miktanna gelince: Fakihler devlet başkanının bu kimselere çalıştığı kadar ücret vermesi gerektiği konusunda ittifak etmişlerdir. (1) Yani vasat olarak, zekât memurlarına ve yardımcılarına, gidij gelme müddetince yetecek kadar bir miktar verilir. Fakat Hanefiler bunu topladığı zekâun yansını geçmemekle kayıtlandırmışlardır.
Borçlulara ise, israf dışı, taat yolunda ve zaruri bir iş sebebiyle borçlanmışsa borcu kadar zekât verilebilir.
Bunun gibi, yolculara da kendilerini memleketlerine ulaştıracak kadar zekât verilebilir.
6. Zekata Hak Kazanmayanların Zekât İstemesi:
Bu meselede yukarda geçen sekiz sınıf aynı hükme sahiptir. (3) Bu mesele de sudur: Bir kimse zekât istese ve imam bu kişinin zekâta hak kazanmamış bir kimse olduğunu bilse ona zekât vermesi caiz değildir. Eğer zekâta hak kazanmış biri oldu ğunu bilirse zekât vermek ittifakla caizdir. Eger zekât isteyen kişinin durumu bilin mezse bu konudaki hüküm iki kısımda mütalaa edilmiştir: Kişinin durumunun gizli olması, açık olması.
Gizli durum: Fakirlik ve miskinlik durumudur. Bu durumlarda olduğunu iddia edenlerden her hangi bir belge istenmez, çünkü bu ispatı zor bir meseledir. Bir kimsenin malı olduğu halde, bu malın yok olduğunu iddia ederse delilsiz olarak bu iddia kabul edilmez. Eğer bakmakla yükümlü bulunduğu kimseleri olduğunu iddia ederse, esah olan görüşe göre, mutlaka delile ihtiyaç vardır.
Açık durum: Bu da iki türlüdür: Birincisi: Gelecekte yapılacak bir iş dolayı sıyla zekâta hak kazanma ile ilgilidir. Bu da gazi ve yolcuların durumudur. Bu gibi kimselere her hangi bir belge olmaksızın ve yemin ettirilmeksizin sözlerine binâen zekâttan verilir. Fakat, zekâtı aldıktan sonra söylediklerini gerçekleştirmedikleri yani savaşa veya yolculuğa çıkmadıklan anlaşılırsa aldıkları zekât geri alınır. Sava şa çıkmak için yaklaşık olarak lazım gelecek zaman gözetilir.
İkincisi: Şimdiki zamanda zekâta hak kazanmış olmakla ilgili durumdur. Bu türde diğer sınıflar müşterektir. Zekât memuru eğer çalıştığını iddia ederse bu ko nuda kendisinden delil istenir. Sözleşmeli kölelerle borçlular da böyledir. Müellle fe-i kulüba gelince Eğer, Benim İslâm hakkında niyetim zayıftır, derse kabul cdilir. Çünkü sözü onu doğrulamaktadır. Eğer “Ben üstün bir yere sahibim, kavmim be nim sözümü dinler.” iddiasında bulunursa, kendisinden belge istenir.
Şafiilerden Rafif şöyle demiştir: İnsanlar arasında kişinin durumunun bilin mesi bütün sınıflar hakkında delil yerine geçer. Çünkü meşhur olmakla bilgi veya kanaat meydana gelir.
7. Zekâta Hak Kazananların Şart ve Vasıfları:
Fakihler zekâta hak kazananlarda beş şart ileri sürmüşlerdir. Bu şartlar da aşağıda zikredilmiştir:
1- Zekât Memuru Dışındaki Sınıfların Fakir Olması:
Zekât memuru zengin de olsa ona zckâttan hisse verilir. Çünkü o kendisini bu işe ayırdığı için çalışmasının karşılığında bir ücret almaktadır. Dolayısıyla kendisi ne yetecek kadar ücrete hak kazanır. Memleketinde malı bulunan yolcular da bunun dışında kalmaktadır. Böyle kimseler gurbette ve yolculuk esnasında fakirler gibi kabul edilirler. Çünkü zekât vermede muteber olan ihtiyaçtır. Bu durumda kalan yolcu, görünüşte zengin olsa bile, şu anda fakirdir. Şafif ve Hanbelilere göre müel lefe-i kulûb ile gaziler de bu hükmün dışındadır. Zengin de olsalar bunlara zekâttan yardım yapılabilir.
Öşür, kefaret, adak, fitre gibi farz olan sadakaların hepsinde bunlann bir kim seye verilmesi için o kişinin fakir olması şarttır. Çünkü “Zekâtlar fakirlerin ve miskinlerin hakkıdır…” ayetinin manası umumidir.
Buna göre, zekât ve zekât dışındaki sadakaların zenginlere harcanması caiz değildir. Çünkü, Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyuruyor: “Sadaka zengine ve çalışıp kazanma gücü olan kimselere helâl olmaz.” Zenginler içinde zekâtın verilmesi caiz olan kimseler dört, yahut beş sınıftır: Zekât memuru, müellefe-i kulûb, gazi. Şafiî ve Hanbelilere göre iki kimse, yahut iki topluluk arasını bulmak islah etmek için borçlanan kimse. Bu konuda Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyuruyor: “Sadaka beş kişinin dışında zenginlere verilmez. Zekât işlerinde çalışan, mal ile zekât malı nu satın alan, Allah yolunda savaşan, fakir komşusuna zekât verildigi hâlde bu mal dan komşusunun kendisine hediye ettigi zengin kişi.” (2)
Hanefilere göre: Zengin hangi mal olursa olsun, aslî ihtiyaçtan artan nisap miktan mala sahip olan kimsedir. Şer’i nisaptan az miktarda mala sahip olan kimse ye sıhhatli, kuvvetli ve çalışabilecek durumda olsa bile zekât verilebilir. Çünkü bu vasfi taşıyanlar fakir olup fakirler de zekâtın verileceği kimselerdendir. Gerçek ih tiyacı zaten tam bilinemez, dolayısıyla hüküm o ihtiyacın deliline göre getirilmiştir. Delili de nisap miktan malın bulunmamasıdır. Meskeni, ev eşyası, hizmetçisi, atı, silahı, giyecek elbisesi, ilmi kitapları bulunan kimselere (ilim ehli ise) zekât verile bilir. Çünkü bu sayılan şeyler aslî ihtiyaçlardandır, insana mutlaka gerekli olan şey lerdir. Eğer bir kimsenin bunlardan fazla iki yüz dirhem kıymetinde malı bulunur sa, onun zekât alması haramdır. Sözleşme miktarından fazla da olsa, mükatep-söz- leşmeli köleye zekât vermek caizdir. Hangi maldan olursa olsun, nisap miktarı mala sahip olan kimseye zekât vermek caiz değildir. Çünkü şerî zenginlik nisap ile ölçülmüş, belirlenmiştir.
Malikilere göre: Zengin, bir yıl boyunca yetecek kadar mala sahip olan kişidir. Fakir bir yıl boyunca yetecek miktardan az mala sahip olan kişidir. Nisap miktan mala sahip olduğu halde bir yıl boyunca kendisine yetmeyen kimselere güçlü ve çalışabilme imkânına sahip olsalar da zekât verilir. Yani, sanatı ile yetecek kadar kazanç elde etme imkânina sahip olduğu halde, bu sanati terkedip onunla meşgul olmayan kimseler demektir. Meşhur olan görüşe göre, bu kişi çalışıp kazanmayı kendi isteği ile bırakmışsa da zekât alabilir. Bir yıllık geçim imkanı bulamayıp ba bası tarafından yani devlet tarafından geçimi sağlanan, yahut sanatı ile kazanıp ka zancı kendisine yetmeyen kimselere de zekât verilebilir,
Şafiilere göre: Zengin, ortalama altmış iki senelik ömrünün büyük bir kisminda kendisine yetecek kadar geçim imkânı bulunan kimsedir. Ancak kişinin ticarus malı bulunursa her günkü känna itibar edilir. Eğer bu kâr o gün geçim imkânlarına yetecek kadarın yansından az olursa, fakirdir. Ömrünün çoğu geçmiş kimse hak kında her gün ayrıca göz önüne alınır. Eğer malı ve kazancı bulunur da günün yan sına yetmezse bu kişi fakirdir.
Fakir: Hiç mal veya helal yoldan bir kazancı bulunmayan kimsedir. Eğer helal yoldan kazancı olur da bu mal kendisine yetecek kadarın yansından az olursa ve kendisine yetecek kadar harcama da bulunacak mesela kadına göre kocası bu lunmazsa bu gibiler de fakirdir. Bu konuda muteber olan, kendi durumuna ve kişili iğne lâyık olan kazançtır. Kendi kişiliğine ve mevkisine layık olmayan kazanç yok gibidir. Şeri ilimleri öğrenen öğrencilere zekât helâl olur. Çünkü ilim tahsil etmek farz-ı kifayedir. Böyle kimselerin kazanç elde etmekle meşgul olarak ilim tahsilin den kopmalanndan korkulur.
Miskin: Ömrünün çoğu kısmında kendisine yetecek kadar imkânın yarısına denk gelecek helal kazancı bulunan kimsedir.
Çalışıp kazanma imkânına sahip olan fakir ve miskinlere zekât verilemez. Çünkü daha önce Ebu Dâvud’da geçen hadis-i şerifte sahih bir isnat ile şöyle rivayet edilmiştir: “Zekâtta zenginler ile çalışıp kazanma gücüne sahip olanların nasibi yoktur.” Fakat zekât, çalışıp kazanma gücü bulunsa da sözleşmeli köleye verile bilir.
Özet olarak: Mesken, elbise ve iki konaklık (kasr mesafesi) uzakta bulunan mal zekât almaya engel değildir. Bunun gibi, tecil edilmiş alacak ile kendisine lâyık olmayacak ölçüde bir kazanca sahip olmak da zekât almaya engel değildir. Zekât almakta, yeni mezhebe göre hasta olmak, yahut istemekten kaçınmak şartı da yok tur. En sahih görüşe göre, bir akrabasının verdiği nafaka ile geçinmek yahut fakir olmayan kocasının bulunması da zekât almaya engel değildir. Bir kimse, eğer ilim ile meşgul olur da çalışmak onu ilimden alıkoyacaksa yine fakirdir, ona zekât verilir.
Hanbelflere göre: Ahmet b. Hanbel’den nakledilen en kuvvetli rivayete göre elli dirhem yahut bunun kıymetinde altun parası olan kimsedir. Yahut devamlı olarak kazanç, ticaret, akar ve benzeri yollardan yetecek kadar gelir elde eden kim sedir. Bunun dayandığı delil Ebu Davud ve Timizi’den rivayet edilen şu hadis-i şe riftir. “Zengin elli dirhem veya bunun degerinde altını olan kimsedir.” Fakir, hiç bir şey bulamayan yahut kendisine yetecek kadar olmayıp kazanç veya başka yollardan kendine yetecek miktarın yansından az bir imkân bulan kimsedir. Mesela, on dirhem ihtiyaca karşılık iki dirhem parası olan kimse gibi. Miskin, kendisine yetecek miktann, büyük kısmını bulan yahut kendi kazancı ve başka yollardan ancak yetecek kadanın yansını temin etmiş olan kimsedir. Bunlardan her birine, ailesi ile birlikte bir yıl yetecek kadar zekât verilebilir. Ancak çalışıp kazanma gücüne sa hip iseler böyle kimselere zekât verilemez. Çünkü Ahmed b. Hanbel bu konuda ha diste geçen “Zengin ve çalışabilecek güçteki insanların hakkı yoktur” ifadesini dikkate almıştır. Nitekim Ebu Davud da bu şekilde rivayet etmiştir. Fakat çalışıp kazanma imkânına sahip olan kişi kendini ilim öğrenmeye verince ve ilim öğrenme ile kazanmayı bir arada yürütmek mümkün olmayınca, bu gibi kimselere de zekat tan yardım edilir. Fakat kendini ibadete ayıran kimseye zekâttan yardım edilemez. Çünkü ibadetin faydası ilme göre eksiktir, sadece yapana aittir.
Özet olarak: Zekat almaya engel olan husus zengin olmaktır. Bu da Şafii ve Hanbelilere göre, kelimenin lügat manasına dayanılarak sadece isme bağlı asgari bir ölçüdür. Hanefilere göre ise, şer’î manasına dayanarak nisaba malik olmaktır. Çünkü şeriat, Muaz hadisinde nisaba malik olmayı zenginlik kabul etmiştir. Imam Malik’e göre, bu konuda her hangi bir sınır yoktur, bu konu içtihada bırakılmıştır, durum ve icaplara, ihtiyaç ve şahıslara, yer ve zamanlara göre değişir.
Kendini müstağni kılacak kadar imkânı olan kimselerin zekât, nafile sadaka, kefaret sadakası ve benzeri şeyleri istemeleri haramdır. Çünkü bu durumda ona zekât ve sadaka helal değildir. Harama vesile olan istemek de haramdır.
Verilen Zekâtı Bildirmek:
Müslüman, fakir zannettiği bir kimseye yahut ihtiyacını açıkça gördüğü kim seye zekâtını verirse, bunun zekât olduğunu ona bildirmesine ihtiyaç yoktur. Zekât Verilen Kişinin Sonrada Zengin Olduğunun yahut Zekâta Hak Kazan mış Kimselerden Olmadığının Anlaşılması:
Bir kimse zekâtını dış görünüşü itibanyla fakir gözüken yahut fakir zannettiği kimseye verse, sonradan o kişinin zengin biri olduğu ortaya çıksa yahut Müslüman olduğunu zannederek zekât verdiği kişinin kafir olduğu ortaya çıksa, Maliki, Şafif ve Hanbelflerce tercih edilen görüşe göre bu verilen mal zekât yerine geçmez, onu geri alması gerekir. (1) Çünkü bu kişi farz olan bir vecibeyi müstahak olmayana ver miştir. Dolayısıyla uhdesinden çıkmamıştır. Bu durum, zekâtını bilerek bir kafire yahut bakmakla yükümlü bulunduğu yakın akrabasına vermeye benzer. Sonra, ve rilen mal henüz harcanmamışsa, ondan geri alınır ve bir fakire verilir. Eğer verilen zekât durmuyorsa bedeli geri alınır ve bir fakire verilir.Eğer bu zekât verilen kişinin mali yoksa, mal sahibinin yeniden ödemesi gerekmez. Çünkü kişi zekâtını devlete verince, bu sebeple zekât borcu üzerinden düşer, devlet onu tazmin etmez. Zira
devlet emin olup kusur işlemez. Eğer zekâtu veren kişi mal sahibinin kendisi ise ve zekâtı veme anında farz bir zekât olduğunu açıklamamışsa, geri alma hakkına sa hip değildir. Çünkü kişi bunu farz olan zekât yerine de nafile sadaka yerine de ver miş olabilir. Eğer bu verdiği malin zekât malı olduğunu karşı tarafa açıklamışsa bu nu geri alabilir.
Özet olarak: Cumhur, lâyık olmayanlara verilince zekâtın farz yerine geçme yeceğinde ittifak etmişlerdir. Ancak zekât malını imam, devlet vermişse kişi bun dan ötürü sorumlu değildir. Malikilere göre, kadı ile vekil de imam gibidir. Eğer ge ri alması mümkün değilse zekât da yeterli olur. Çünkü bu devlet adamlan ile vasiler zekâtı ictihat ile verirler. Hanbeliler zekât verilirken fakir zannı ile zengine veril mesini istisna etmişlerdir. Bu zekât onun için yeterlidir.
Hanefilere göre: (1) Zekât bir insana verilir de sonra onun zengin yahut zimm olduğu, yahut babası, oğlu, kansi yahut Haşimi olduğu ortaya çıkarsa tekrar verme si gerekmez. Çünkü bu kişi gücü yeteni yapmıştır. Yani bu kişi gücünün yettiği ka dar zekâtı ödemenin rüknü olan temliki yerine getirmiştir. Çünkü kişi araştırmadan başka bir şeyle sorumlu değildir. Eğer araştırmadan verirse verdiği zekat geçerli de ğildir. Çünkü hata etmiştir.
2- Zekât Alacak Kişi Müslüman Olmalıdır:
Malikilerle Hanbelilere göre, bu hükümden müellefe-i kulûb müstesnadır. Bunlar dışında zekâtın kâafirlere veri lemeyeceği konusunda ihtilaf yoktur. Bunun dayandığı delil Muaz hadisidir. Bu hadis de şudur: “Zekâtları zenginlerinden al, fakirlerine ver.” Dolayısıyla Müslü man olmayan fakirlere zekât verilemez.
Fakat zekât dışındaki sadakalann fitre, kefaret sadakası, adak ve nafile sada kalann Müslümanlann fakirlerine verilmesinin daha faziletli olduğu hususunda hiç şüphe yoktur. Çünkü bu sadakaları onlara harcamak taat ve ibadette güç kazan malanna yardımcı olur. Ancak bu sadakalann zimmilerin fakirlerine verilmesi caiz midir?
Imam Ebu Hanife ile Imam Muhammed’e göre nafile sadakalann zimmilerin fakirlerine verilmesi caizdir. Çünkü Allah teala şöyle buyuruyor: “Eger sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Eger gizleyip de fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Biz sizin kötülüklerinizi örteriz.” Bu ayette Müslüman yahut zimmi ve kafirlerin fakirleri arasında bir ayınm yapılmamıştır. Bu nassin umumi manası zekâtın onlara harcanmasının caiz olmasını gerektiriyor. Ancak bu manadan sade ce zekât Muaz hadisi ile tahsis edilmiştir. Yine Allah tealâ keffaretler hakkında şöy le buyuruyor: “Yeminlerinizin kefareti on fakiri doyurmaktır.” Burada da fakirler arasında bir ayırım söz konusu değildir. Ancak bunlann içinden harbi olanlar delile dayanarak tahsis edilmişlerdir. Çünkü bize karşı savaşmak üzere onlara yardımcı olmamaktır. Bununla beraber zekâtın Zimmilere harcanması, onlara iyilik ulaşturmak içindir. Bunu yapmak bize yasaklanmamıştır. Allah tealâ bir ayette şöyle buyuruyor: “Din hakkında sizinle savaşmayan, sizi ülkenizden çıkarmayan kimse lere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adaletli olmanızı Allah teala size yasakla maz.” (Mümtehine; 8)
İmam Ebu Yusuf Imam Şafiif ve cumhura göre, zekât dışındaki sadakaların da zimmilere verilmesi caiz değildir. Bunlar nafile ve vacip sadakaları zekâta ve harbilere verilen sadakalara kıyas etmişlerdir.
3- Zekat Alacak Kişi Haşimi Kabilesinden Olmamalıdır:
Çünkü Hz. Peygamber ailesine zekât ve sadakalar haramdır. Çünkü zekâtlar insanlann mallarının kirleridir. Hz. Peygamberin (a.s.) ailesine beytülmaldeki ga nimetlerin beşte birinden yetecek kadar harcama yapılır. Bunun dayandığı delil Hz. Peygamber (a.s.)’in şu hadisidir: “Bu sadakalar ancak insanların kirleridir, Mu- hammed’e ve Muhammed’in ailesine helâl değildir.”
Hanefi ve Hanbelflere göre kendilerine zekât ve sadaka olan haşimoğullan şunlardır: Abbasoğulları, Alioğullar, Caferoğullan, Akil oğullan, Haris b. Abdilmuttaliboğulları. Dayandığı delil daha önce geçen hadisin umumi oluşudur. Şafifler de Haşimoğulları ve Muttaliboğulları hakkında aynı hükmü vermişlerdir. Bunun dayandığı delil şu hadis-i şeriftir: “Haşimoğulları ile Muttabilogulları aynı şeydir. Bu sözü söylerken parmaklarını birbirine geçirdi.”
Malikilere göre (6), Peygamber ailesi sadece Haşimoğullarıdır. Muttaliboğul lan Haşim’in kardeşinin oğulları olup bunlar Ehl-i Beyt’ten değillerdir. Meşhur olan görüşe göre, onlara zekât verilebilir.
Ebu Hanife ve Malikilerden ve Şafiflerin bazılarından nakledildiğine göre Peygamber’in yakınları beytül maldeki hisselerinden mahrum edildikleri zaman, Haşimoğullanna zekât verilmesini caiz görmüşlerdir. Bunun sebebi Haşimoğulla nnin perişan olmalarına engel olmak, ihtiyaçlarını karşılamaktır. Malikilerden Düssüki’nin de dediği gibi, böyle zamanlarda onlara zekât vermek başkalarna vermekten daha faziletlidir. Bir çok âlime göre, nafile sadakalar Haşimoğullarına helaldir
4- Zekât Alan Kişi Verenin Nafakasını Vermekle Yükümlü Olduğu kimselerden Olmamalıdır:
Zekat alan kişi, akraba, iddet içinde de olsa zevce gibi, nafakası zekat veren kimseye borç olan kimselerden olmamalıdır. Çünkü bu durum, her yönden zekâtın fakire temlik edilmesi yolu ile edasına engel olur. Bu durumda zekât veren bir bakı- ma kendisi için harcama yapmış gibi olur. Zekât ana babaya ne kadar yukarı çıkarsa çıksın verilmez. Ne kadar aşağa inerse insin evlatlara da verilmez. Zevcelere, fakir yahut miskin de olsalar verilmez. Çünkü onların nafakası zekât verenin üzerine vaciptir. Zekât ihtiyacı karşılamak içindir. Nafaka ile beraber ihtiyaç birleşmez. Yani bir kimse başkasından nafaka alıyorsa ondan zekât alamaz. Bu gibi kimseler yani karı koca, ana baba, evlat birbirinin mallarından faydalanırlar. Şafiilere göre, nafakası zekât verene ait olmayıp başkasına ait olan kimselere de zekâtın verilmesi caiz değildir. Çünkü nafakası başkasına ait olan kimseler muhtaç değildir, her gün ken disine yetecek kadar kazancı bulunan kimselere benzerler. Hanefiler zengin koca nin fakir kanısına zekât vermesini caiz görmüşlerdir. Çünkü kadın kocasından ancak nafakası kadar hak kazanır, bununla bir kadın zengin kabul edilemez. Yine Ha nefilere göre, zina eden kişinin zina mahsulü çocuğuna zekât vermesi caiz değildir. Ancak, çocuğun bilinen bir kocadan olduğu belli olursa bu çocuğa zekât verilebilir.
Fakat, yukarıdaki meselelerde, eğer kişiler borçlular sınıfından iseler yahut Allah yolunda cihat ediyorlarsa, bu sıfatla kendilerine zekât verilebilir.
5- Zekât Alan Kişi Baliğ Akıllı ve Hür Olmalıdır:
Zekât, ittifakla köleye verilemez. Hanefilere göre (3) yedi yaşından küçükle re, delilere de verilemez. Ancak, bu küçükler ve deliler adına yetkili olan babası, ve- lisi gibi kimseler alabilirler. Hanefilere göre, bayram ve benzeri münasebetlerle ak raba çocuklarının temyiz çağına gelmiş olanlarına zekât verilebilir. Zenginin kü çük olan çocuğuna zekât vermek caiz değildir. Çünkü küçük çocuk babasının zen ginliği sebebiyle zengin sayılır. Ancak çocuk büyük ve fakir ise babası zengin ol masına rağmen ona zekâttan yardım yapılabilir. Çünkü büyük çocuk babasının ma li ile zengin sayılamaz. Dolayısıyla yabancı gibi kabul edilmiştir.
Şafiiler zekâu alan kimsenin ergenlik çağına girmiş olmasını şart koşmuşlar dir. Bu kimse akıllı olan, malını güzel bir şekilde tasarruf edebilen kimsedir. Ço cuk, deli, namaz vb ibadetleri yapmayan sefihlere zekât verilirse sahih değildir. An cak sefihlik sebebiyle yahut kusuru bulunması sebebiyle kendisi adına velisi zekât alırsa geçerli olur.
Malikiler zekât memurunun ergenlik çağına girmiş olmasını şart koşmuşlar dır. Zekât bâliğ olmayan kimseye verilemez.
Hanbeliler ise (1) zekâtın küçüğe de büyüğe de verilmesini caiz görmüşlerdir. Ister yemek yiyecek durumda olsun ister olmasın, deliye de verilebilir. Fakat bunla n küçüklerin ve delilerin velileri yahut vekilleri onlar adına alırlar. Darekutni’nin Ebu Cuhayfe’den rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: “Resulullah (a.s.) bir böl geye zekât memuru gönderdi, Bizim zenginlerimizden zekât aldı, fakirlerimize ver di. Ben malı bulunmayan yetim bir genç idim, bana da genç bir deve verdi.”
Bu şartlanın ışığı altında malı yahut kazanabilme gücü olmak suretiyle zengin olan kimselere, kölelere, Haşimoğullarına, Malikfler dışındaki cumhura göre Mut taliboğullarına, kâfirlere, nafakası zekât verene bağlı olan kimselere, küçük çocuk lara, delilerin kendilerine, zekât beldesinde bulunmayanlara (Zekâtın nakli bahsin de bu konuyu inşaallah zikredeceğiz.) zekât verilemez. Hanefiler buna şunu da ek lemişlerdir: Allah’ın zatı veya sıfatlar hakkında sapitan Allah’ı başka varlıklara benzetenlere ve bid’at ehline de zekât verilemez. Hanefiler zekâtın fakirlere bay. ramlarda ve değişik vesilelerde verilmesini yahut bir müjde getirene zekât verilme sini caiz görmüşlerdir.
Answers ( 2 )
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
ZEKÂTIN DAĞITILMASI KONUSUNDA DEĞİŞİK MESELELER
Zekâtın İmam-ul Müslimine Verilmesi ve Kişinin Zekâtını Kendisinin Vermesi:
Allah teala’nın: “Zekât işlerinde çalışanlar..” ayeti zekâtlan alma hakkının imama ait olduğuna delâlet etmektedir. Eğer mal sahibinin zekâtını kendisinin ver mesi caiz olsaydı, bu zekâtları toplamak için memura ihtiyaç bulunmazdı. Allah te alâ’nın: “Onların mallarından zekât al.” ayeti de bu görüşü kuvvetlendirmektedir.
Zekâtları toplaması için, imamın zekât memurlan göndermesi gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.) ile ondan sonraki halifeler zekâları toplamak için zekât memurları göndermişlerdir Çünkü insanlar arasında malı bulunduğu halde, farz olan zekât miktarını bilmeyenler vardır, vermek istemeyenler vardır, dolayı sıyla bunlardan zekât alacak kimselerin gönderilmesi gereklidir.
İmamın hür adil ve güvenilir kimseleri zekât memuru olarak görevlendirmesi
gerekir. Çünkü bu bir velâyet ve emanettir. Kölelerle fasık kimseler emanet ve velâyet ehli değillerdir. Devlet zekât işlerinde fikih bilgisi olan kimseleri görevlen dirmelidir. Çünkü zekât memuru neyin alınıp neyin alınmayacağını bilmeye muhtaçtır. Yine zekatla ilgili olarak ortaya çıkan konularda içtihat yapması gerekebi lir.
Kur’an’da mal sahiplerinin zekâtlannı, hak kazananlara kendilerinin vermelerinin caiz olduğunu gösteren bir ayet vardır. Bu ayet de şudur: “Mallarında iste yen ve yoksun hakkı bulunanlar..” (Zariyat: 19) Çünkü bu hak, isteyen ve mahrum olanlann hakkı olunca, doğrudan bu iki gruba zekâtların verilmesinin caiz olması gerekir.
Bu ayetleri alimler zekâtın ayrılıp verilmesi bahislerinde açıklamışlardır: a) Zekâtı verilecek malın gizli olması durumu: Bu durumdaki mallar altın, gümüş ve ticaret mallandır. Eğer mallar bu türlü iseler, mal sahibinin bunlann zekâti ni bizzat ayınp vermesi yahut imama kendisi adına yerlerine verilmek üzere tevdi etmesi caizdir. Çünkü, Resulullah (a.s.) zekâtlan kendisi istemiş buna Hz. Ebu Be kir ve Hz. Ömer de uymuştur. Sonra Hz. Osman da belli bir müddet böyle devam et miştir. Fakat insanların malları çoğalıp bunlann araştınlması ve hesabının yapıl masında zorluk bulunduğunu görünce, bu gibi mallann zekâtını ödemeyi mal sa hiplerine bırakmıştır. Imam, fakirlerin vekili olduğu için zekâtın yetimlerin velile rinde olduğu gibi, imama da verilmesi caiz olmuştur. Aynca, imam zekâtun harca- nacağı yerleri daha iyi bilir. Açık ve gizli malların zekâtlannın devlete verilmesi mal sahibini, sorumluluktan kurtanr. Çünkü mal sahibinin zekât verdiği kimselerin buna lâyık olmama ihtimali vardır. Aynı zamanda böyle olunca, ihtilaf gider, mal sahibinden töhmet kalkar.
Hz. Peygamber (a.s.) Arap kabileleri ile çeşitli beldelere zekâtlan almak üzere zekât memurları gönderirdi. Alınan mallar da o yerlerde bulunan hayvanlar vb. açık ve gizli mallardı. (2)
Hulefa-yı Raşidin de Hz. Peygamber’den sonra onu takip etmişlerdir. İsyancı bazı kabileler zekât vermek istemeyince Hz. Ebu Bekir şöyle buyurmuştur: “AI- lah’a yemin ederim ki, onlar Hz. Peygamber (a.s.)’e ödemekte oldukları keçi yavru sunu bile vermekten çekinirlerse, elbette onlarla savaşacağım.”
Fakat Malikfler şöyle demişlerdir: Imam adalet sahibi olursa zekati ona ver mek vaciptir. Eğer imam adalet sahibi olmaz da zekat veren kişi zekâtı ona verme me imkânına sahip olmazsa yine zekâti ona verir ve bu verilen zekât yerine geçer. Eğer ona vermeme imkânına sahip olursa zekâtını hak kazananlara kendisi verir. Övülme ve gösteriş korkusuyla, kendisinin bizzat vermemesi müstchaptır.
Imam Şafif’nin mezhebi cedidine göre, (1) zekât veren kişinin açık malların zekâtını gizli mallarda olduğu gibi, ayınp vermesi caizdir. Çünkü bunlar da zekat tur.
Hanbelilere göre (2) insanın zekâtını bizzat üzerine alması ve ödemesi gerekir Bunun sebebi, zekâtın hak kazananlara ulaştığı konusunda kesin bir bilgi sahibi ol maktır. Bu mallar ister açık mallar ister gizli mallar olsun, fark etmez. Ahmet b. Hanbel şöyle demiştir: Bence mal sahibinin zekâtını kendisinin çıkanp vermesi münasibtir, fakat imama verse de caizdir. Hanbelilerin bu meselede dayandıklan delil şudur. Zekât veren mal sahibi zekâtını tasarruf yetkisine sahip olan hak sahibi ne vermiştir, dolayısıyla bu kendisi için yeterlidir. Bu mesele kişinin borcunu ala caklısına verip borcundan kurtulmasına ve gizli malların zekâtına benzer. Aynı za manda açık mallar zekâtın iki türünden biridir. Bir tür diğerine benzer.
Imamın zekâtlan ve öşürleri alma hakkı vardır. Bunda her hangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Çünkü ayet buna delâlet etmektedir. “Müminlerin mallarından zekât al.” buyurulmuştur. Zekât vermek istemeyen isyancılardan Hz. Ebu Bekir’in zekâtı istemesi, onların zekâtlarını ehline vermemelerinden ötürüdür. Yani hiç zekât vermemekten kaynaklanmamaktadır. Eğer zekâtı mal sahipleri ehline vermiş olsalardı, onlarla savaşmayacaktı.
Her halukârda: Malin zekâtını çıkarıp vermek mal sahiplerine ait bir vecibe durumuna gelmiştir. Günümüzde ise zekâtın alınmasıyla ilgili usullerin tespit edil mesi, imamın onu toplama işini üzerine alması gerekir. Çünkü bir çok insan zekâu ni ödemekte ihmal göstermektedir. Fakat imam zekâtlan şerî yönden harcanacak yerlere vermek şartıyla alabilir. Bunun bir şartı daha vardır ki, o da imamın adalet sahibi ve Müslümanlann mallan konusunda güvenilir olmasıdır.
Zekâtın Vekaleten Ödenmesi:
Fakihler, zekâu ödemede başkalarını vekil etmenin caiz olduğu hususunda it tifak etmişlerdir. ) Ancak vekil eden mal sahibinin vekâlet esnasında zekâtına ni yet etmesi şarttır. Eğer zekât veren kişi zekât verilirken yahut vekil kılarken niyet ederse, Hanefilerle Şafiilere göre caizdir. Yine eğer ödemeden az bir zaman önce mal sahibi niyet ederse, Hanbelilere göre caizdir. Zekât malını ana maldan ayınr-
ken eğer niyet edilmişse, Maliki, Şafif ve Hanefflere göre caizdir. Bundan sonra ve kile verilir o da bunu fakire verir. Çünkü malın zekatını ayımak malın haklann- dandır. Dolayısıyla insanlara olan diğer borçlarda olduğu gibi, ödenmesinde baş kalanını vekil etmek caizdir. Vekil olan kişi, mal sahibinden izin almaksızın bir baş kasını vekil edebilir. Eğer vekil niyet eder de vekalet veren niyet etmezse bu caiz değildir. Çünkü farz onunla ilgilidir. Verilen zekât farzın yerine geçmektedir. Bir kimse malının zekatını niyet ederek imama verir de imam bunu yerine verirken ni yet etmezse bu da caizdir.
Buna binaen Hanefîlere göre, bir Müslümanın zekâtını fakirlere vermek üze- re, bir gayn müslim zımmîyi vekil etmesi caizdir. Çünkü gerçekten ödeyen Müslü- manın kendisidir. Eğer vekil eden mal sahibi “Bu nafile sadakadır yahut benim ke faret borcumdur” derse sonra da bunu vekile vermeden önce zekâta niyet ederse zekât sahihtir. Vekil eden eğer belli şahıs tayin etmemişse vekil olan kişi, zckâti kendi fakir çocuğuna veya fakir olan zevcesine vermesi caizdir.
Vekil olan kişinin verilen zekâtı kendisi için alması caiz değildir. Ancak vekil eden dilediğin yerlere ver, derse o takdirde alabilir.
Vekil eden vekiline, zekâti belirli bir şahsa vermeyi emreder de vekil bunu başkasına verirse bu durumda Hanefîlerde iki görüş vardır: Bir görüşe göre, vekil bu zekât tazmin etmez. Bu mesele şuna benzer. Bir kimse belirli bir şahsa sadaka vermeyi adar da bunu başkasına verecek olursa caizdir. Bunun gibi, vekilin aynı şe- yi yapması da caizdir. İkinci görüşe göre -ki bu görüş İbni Abidin’in tercih ettiği gö rüştür- vekil başkasına verdiği zekâti tazmin etmekle sorumludur. Çünkü vekilin yetkisi vekil edenin tasarruf yetkisi vermesine bağlıdır. Oysa vekil eden vekiline belirli bir kimseye zekâtunı vermesi emretmiştir, dolayısıyla başkasına verme yet kisine sahip değildir. Bu, vasiyyet meselesine benzer. Bir kimse mesela filana belir li bir malı vasiyet etse, vasinin bu malı başkasına verme yetkisi yoktur.
Ödenecek Malda Aranan Şartlar:
Zekât olarak verilecek malda aranan şart mutlak olarak kıymet taşıyan bir mal olmasıdır. Hanefilere göre, (1) ister bu mal hakkında nas bulunsun, ister zekât ver mek farz olan malın cinsinden olsun yahut bu malın cinsinden olmasın, fark etmez Hanefilere göre bu meselede kaide şudur: Nafile olarak tasadduk edilmesi caiz olan her maldan zekât vermek de caizdir. Nafile olarak verilmesi caiz olmayan mallar dan zekât vermek de caiz değildir. Buna göre, bir kimse zekâta niyetlenerek fakire kumaş, ekmek, şeker, yağ, ayakkabı verse bu sahihtir. Hanefiler dışındaki müçte hitlere göre, hakkında nas bulunan mallardan zekâtu ödemek lazımdır. Bu mesele zekâtta kıymet ödeme bahsinde işlenmiştir.
Zekân İsyancıların ve Haricilerin Alması:
Haricilerden bir grup ile isyancılardan bir grup eğer bir İslam beldesine hakim olup onlann zekat ve öşürlerini, topraklarının haraçlarını alırlarsa sonra imam ze katı onlardan geri alırsa, yahut zekatı zalim bir sultan alırsa kişilerin verdikleri zekât veya haraç geçerli olup ikinci kez kendilerinden istenmez. Alan ister adalet sahibi olsun ister zalim olsun. Yine ister devlet bu haracı zorla alsın ister sahibinin isteği ile verilsin fark etmez. Bunun dayandığı delil sahabenin uygulamasıdır. Aynı zamanda bunu veren kişi yetki sahiplerine vermiştir. Imamın himaye ve koruma karşılığında bunlan alma hakkı vardır. Mal sahibinin böyle bir imkanı yoktur. Fakat Hanefîler şöyle demişlerdir: Ancak verenlere zekât ve öşürlerini diyaneten ikinci kere ödemeleri ile fetva verilir. Hanefîler yine şöyle demişlerdir. Eğer sultan zekât ve vergileri alırsa yahut halkın malını müsadere yolu ile alır da bu mallan ve renler zekâta niyet ederlerse caiz olur, fetva buna göre verilir. Bir kimsenin zalim olan sultana zekat niyetiyle verdiği mallar zekât yerine geçer, fakat ihtiyata uygun olan zekâtın yeniden verilmesidir.
ISLAM FIKHI ANSIKLOPEDISI
Please briefly explain why you feel this answer should be reported.
Zekatın verileceği yerler
Zekat, İslam’ın beş temel şartından biridir. Zekat, zengin Müslümanların, ihtiyaç sahibi Müslümanlara vermesi gereken mali bir yardımdır. Zekat, malın artmasına ve bereketlenmesine vesile olur.
Zekat verilebilecek yerler, Kur’an-ı Kerim’de Tevbe Suresi’nin 60. ayetinde şöyle belirtilmiştir:
“Sadakalar (zekatlar) Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, miskinlere, zekât toplamakla görevlendirilenlere, kalpleri İslâm’a ısındırılacaklara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda cihad edenlere ve yolda kalmış yolculara verilir. Allah, hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.”
Bu ayette belirtildiği üzere, zekatın verilebileceği yerler şunlardır:
Zekat, bu kişilere doğrudan veya bir hayır kurumu aracılığıyla verilebilir. Zekat, nakit olarak, altın veya gümüş olarak, ticaret malları olarak veya ev eşyası olarak verilebilir.
Zekat vermek, Müslüman olmanın bir gereğidir. Zekat veren kişi, Allah’ın rızasını kazanır ve sevap kazanır.
İslam’da zekât, malın belli bir miktarına sahip olan Müslümanların, bu malın belli bir miktarını ihtiyaç sahiplerine vermesi gereken bir ibadettir. Zekâtın verileceği yerler, Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde belirtilmiştir:
Bu ayette, zekâtın verileceği yerler şu şekilde sıralanmıştır:
Zekât, bu yerlerdeki ihtiyaç sahiplerine verilmelidir. Zekât veren kişinin, zekâtını doğrudan doğruya ihtiyaç sahiplerine vermesi daha faziletlidir. Ancak, bu mümkün değilse, zekâtını güvenilir bir kuruluşa veya kişiye verebilir.
Zekât, İslam’ın beş temel şartından biridir. Zekât vermek, kişinin Allah’a olan inancının ve bağlılığının bir göstergesidir.
BENZER KONULAR: